Kawa, Dehak, Newroz: “Gün dönümünün” karakteri

Bir kez daha bahar geldi. Dünya’nın şekli, duruşu ve Güneş etrafındaki dönüşünün ürünü olan bahar kendi topraklarımız için geldi. Artık topraklarımızda günler uzarken, doğanın canlanışı insan ruhuna “ilham verecek” ölçüde zenginlik sunuyor

Bir kez daha bahar geldi. Dünya’nın şekli, duruşu ve Güneş etrafındaki dönüşünün ürünü olan bahar kendi topraklarımız için geldi. Artık topraklarımızda günler uzarken, doğanın canlanışı insan ruhuna “ilham verecek” ölçüde zenginlik sunuyor.

Aynı şekilde içinden geçtiğimiz dönemde ise toplumsal  mücadeleler alanında, genel ruh hali açısından,  bir tür gün batımı yaşanıyor. Baharın gelişi bu alanda gecikirken, kışı andıran sert rüzgarlar, fırtınayı çağırıyor. Patlayan her bomba sadece toprağı sulamakla kalmıyor, aynı zamanda toplumun arayışlarına vurulan birer ket oluyor.

Toplumun ruh halindeki genel çöküntüsü ise psikolojik olmaktan öte, siyasal alandaki “kaygan zemin” kaynaklıdır. Oysa ki; baharın gelişi ve insan ruhundaki canlanma oldukça paraleldir. Yaratıcılık, arayış ve cevap birlikte işler, insana “umut” verir. Dolayısıyla beklentilerin bu yönde olması gerekirken, aşağı yönlü bir yuvarlanış toplumun genelini etkiliyor.

Peki bu duruma nasıl gelindi?

Aslında bu ruh halini doğuran etmenlerin başında toplumun genelini saran “bir şey yapmalı” cümlesinin somutlanamamasından kaynaklanıyor. Bu somutlanamama hali genel bir “siyasallaşma” sorunundan öte, mevcut potansiyelin rayına oturtulamaması ve bir doğrultuya kavuşamaması nedenlidir. Öte yandan bu duruma gelinmesinin bir diğer nedeni ise yanlış siyasal doğrultunun, yanlış mücadele tarzını doğurması, daha doğrusu siyasal mücadelenin karakterini yitirmesidir.

Örneğin Haziran Direnişi’nin ardından ortaya çıkan siyasal boşluğu doldurmaya yönelen ve bu noktada düzen karşıtı güçleri kapsamaya çalışan HDP’nin ve onun ana motor kaynağı Kürt hareketinin siyasal belirlenimleri bugünkü tablonun doğmasında bir etmendir. Düzenin, baskı aygıtlarını devreye soktuğu, “istikrar algısı” üzerinden oy devşirmeciliğine soyunduğu, emekçi kitleler üzerinde geri ideolojik belirlenimleri harekete geçirdiği bir dönemde düzen karşıtı bir odağın ortaya çıkamaması siyasetin bugüne değin “eksikli” yapılmasıyla alakalıdır.

Öyleyse bir soru daha soralım: Nedir bu eksiklik?

***

Kestirme bir yanıt verecek olursak, siyasetteki emekçi karakterinin ve birikiminin yarattığı boşluğundan kaynaklanan eksikliktir. Bu eksikliğin kapatılaması için ısrarlı, sürekli ve inatçı bir çalışmanın yürütülmesi, ete kemiğe bürünmesi gerekiyor. Öte yandan bu çalışmanın başarılması için “akılca bağımsızlaşmış”, rüzgara karşı dik durmayı başarabilen bir mücadeleye ihtiyaç var.

Böylesi bir öznenin varlığı hem mücadelenin, hem de siyasetteki boşluğun doldurulmasını sağlayacaktır. Bugüne değin başka bir kanaldan akan, ulusal siyaset içine hapsolan Kürt emekçilerinin de yolu ancak bu şekilde “birleştirilebilir.” Diğer türlüsü ise toplumsal cinnet halinin pekişmesi, emekçi sınıfların siyasetteki etkisizliğinin tescili ve toplumsal parçalanma halidir.

Bizim açımızdan kendi kaderimizi tayin eden şey emekçi sınıfların çıkarıdır. Dolayısıyla mücadelemizi de, mücadelemizin tarzını da, hesaplarımızı da bunun üzerine kurarız. Bu açıdan bakıldığında mücadelmizin bir “estetiği” ve doğrultusu bulunmaktadır.

Bu doğrultuda mücadelenin fiili-meşru hattı, yapılan işin niceliğinden bağımsız olarak somut çıktılarıyla birlikte düşünülmelidir. Haziran’da ülkenin her bir yanına kurulan barikatların, bugünkülerden ayırt eden şey ne şiddet dozajıdır, ne de tarzıdır. Ayırt edici noktası somut doğrultusu, çıktısıdır. Bu çıktı oturduğu zemin açısından farklıdır ve farklı olmaya mahkumdur.

Öte yandan bu ayırt ediciliğin yanında bir nokta daha bulunuyor. Düzenin sıkışmalarına karşı gösterilen toplumsal direnç ve bu direncin zaman zaman yarattığı “türbülans” durumuna karşın siyasette az önce bahsettiğimiz emekçi karakterinin eksikliği, sönümlenen toplumsal hareketliliklere neden olmaktadır. Bu durumun yol açtığı şey ise siyaseten etkisizleşmedir.

Bu durumun bir örneği Newroz’da görülmektedir. Coğrafyamızda Türk, Kürt, Azeri, Fars ve diğer ulusların “tarihsel kimlik inşasında” önemli bir yer tutan “baharın canlanışının,” siyaseten içeriksizleşen ve birbirini tekrar eden bir yer tutması yukarıda söz ettiğimiz emekçinin karakterinin zayıflığından kaynaklanmaktadır.

On yıllarca Kürt yoksul köylülüğünün ulus kimliği inşa etmesinde önemli bir dönemeç olarak görülen ve bölgede türlü baskılara rağmen “kitlesel düzeyde” kutlanılan bir “bayramın” değiştirici dinamizmini yitirmesi, egemenlerin “müzakere çağrılarına” meze edilmesi bu durumun en açık nedenidir. Bu yıl, Newroz’dan Kürt siyaseti adına çıkan sonuç; geçtiğimiz yılların bir tekrarından öte değildir.

Halbuki ülkemizde gün dönümünün benzer hikayelere eşlik eden, kökeninin binlerce yıllık Mezopotamya ve Pers mitolojileri ile süslenmiş, doğrultusu nettir ve en görkemli örneğini Demirci Kawa’nın zalim Dehak’a karşı verdiği mücadelenin anlatısında somutlanmıştır. Çeliğe verilen suyun sonucu, yaratıcılığın, inancın ve mücadele azminin netliğidir. Bu hikayede bize gün dönümünün “hayatı” müjdeliği gösterilmiştir.

Yaratıcılık ve özgürleşme ancak emeğin bayrağı ile mümkündür. Demirci Kawa’nın gösterdiği de, Nevruz veya Newroz’la somutlanan da başka türlüsünün mümkün olmadığını göstermektedir.

Patlayan bombalar ise “ölümü” somutlamaktadır ve memleketin emekçi halkı için ise sonu ifade etmektedir. Kawa’nın mirası ölümü değil, yaşamı gösterir.

Ülkenin dağlarına, şehirlerine, kırlarına ve en önemlisi işyerlerine gelecek tek özgürlük ise emekçilerin bayrağı ile olacak.

Siz siz olun, bu bayrağı hiç elinizden bırakmayın ve “gün dönümünün” karakterini asla aklınızdan çıkartmayın!