Karanlıkta koşanlar

Karanlıkta kaybolanlara yolu bulduracak, güç verecek ve doğrultusunu bildirecek şey; kutup yıldızının kendisidir. Kutup yıldızını kaybedenler, sorumluluklarını da yitirirler.

Karanlığın insan üzerindeki etkisi şaşırtıcıdır. Milyonlarca yıllık evrim tarihinin doğal bir ürünü olarak karanlığın hem insan psikolojisi üzerindeki etkisi, hem de fizyolojisinde yarattığı rahatsızlıklar insanı aciz hale getirmektedir.

Benzer bir biçimde bazı anlarda veya dönemlerde toplumlar da “karanlığın” içinden geçebilirler. Bu dönemdeki toplum tepkileri hastalıklı ve acizcedir. Kabuğuna çekilme veya paranoya en sık görülen davranışlardır. Bununla birlikte, insanlığın biriktirdiği tarihsel deneyim, aynı zamanda toplumların da davranışlarını etkilemektedir. Karanlığa karşı ateşi bulan insanlık, yıldızların izini takip ederek kendi yolunu bulmaya çalışmıştır. Toplumlarda böyle yaparlar.

Ankara’nın göbeğinde patlayan üçüncü bomba toplumumuzda benzer etkiler yaratmış gibi gözüküyor. Siyasetin “olumsuz etkilerine” vurgu giderek artarken, siyaset sokaktan çekiliyor ve daha üst katmanlara, örneğin devlet katına, çekiliyor. Elbette bu işin görünürde kalan, buzdağının görünen kısmıdır. Gerçek bu durumun biraz daha fazlası ve ötesidir.

Dolayısıyla bu gerçeğin altını kazıdığınızda toplumun farklı noktalarında arayış içinde olan, olup biteni anlamlandırmak isteyen toplulukları göreceksiniz. Bu toplulukların önemli bir çoğunluğu “karanlıkta koşanlar” olarak adlandırılırsa, doğrusu hiç de yanlış olmayan bir tespit yapılmış olur. Karanlıkta koşmanın olumsuz etkisi olarak gidilecek yönü pek az kişi tam olarak bilirken, çoğu koşucu sağa sola çarpmanın yan etkilerini üzerinde taşır. Hırpalanır ve nefesi kesilir. Ancak ona katılacak yeni “karanlıkta koşanlar” güç verebilir.

Öyleyse koşucular içinde kendi yolunu iyi bilenlerin üzerine odaklanmak gerekiyor. Daha açık ifade etmek gerekirse; bugün sağda solda patlayan, kentlerin üzerine bir kurşun gibi yağan ölümlerin ve gericiliğin kol kola bir biçimde sömürü düzeni ürünü olduğunu bilenlerin “yolunun” ne olduğunu açık etmek gerekiyor. Bu yolun açılabildiği oranda toplumdaki arayışlara cevap verilebildiği iyi bilinen ancak başarılamayan bir gerçek.

Bu duruma neden olan yanlardan bir tanesi eğer Ankara örneğinde üçüncü defa yaşadığımız “doğal süreçlerin” ürünüyse, diğer bir tanesi ise yanlış düşüncelerin kendisine zemin bulabilmesidir. Tek başına burada bir zamanlar ifade edildiği şekilde “yanlış bilinç” öğesinden söz etmiyoruz, toplumdaki farklı sınıfsal yapıların tarihsel ve güncel istemlerinden, bu istemlerin toplumdaki örgütleniş biçiminden söz ediyoruz. Son olarak ise bu örgütleniş biçiminin doğurduğu fikirlerden, bu fikirlerin yarattığı taşıyıcı unsurlardan, siyaset yapanlardan, söz edilmektedir.

Örneğin bugün gerici uygulamalar Karaman’da olduğu gibi bir pislik biçiminde üstümüze boca ediliyor, Ankara’da ya da Sur’da patlayan bombaların farklı “ulusal çıkarları” temsil ettiği düşünülebiliyorsa, bu geçmişte sınıf mücadelesinin süngüsünün düşürülmesinden kaynaklanmaktadır. Bu süngüyü geçmişte düşürenlerin, bugün başka formlarda kendini var etmesi, “küflenmiş yenilikleri” aranış diye pazarlaması ne yazık ki yukarıda söz edilen zeminin yeniden üretilmesi anlamına gelmektedir.

***

Sömürü düzeninin bugün farklı alanlardaki yeniden üretimi bütünlüklü ve derinlikli bir tabloyu inşa ediyor. Bir yanda yaşanan çatışmalar farklı güçlerin düzen arayışını ifade ederken, siyasette yaşanan sıkışmalar ise egemenlerin kendi üslubunca çözülmeye çalışılıyor.

Bu çözüm de halka yer yoktur. Bu çözümün kendisinde ayak oyunlarına, “zora” dayalı süreçlere ve toplumun teslim alınması vardır. Çözümün işlemediği noktalarda ise her türlü incelikli olmayan yöntem devreye girer. Bu yöntemler kâh kimi yerde karşımıza fütursuz bir gericilik olarak, kâh azgın bir sömürü olarak çıkar. Çıkışsızlık ve kısır döngü ise burada başlar.

Öyleyse akıllara “zoru zor bozar” düşüncesi gelebilir. Bir noktaya kadar bu düşünce haklıdır. Ancak, bir noktaya kadar!

Bu düşünceye sınır çeken, tarihsel ve güncel meşruluktur. Fiili-meşru mücadele yasallığı aşarken, toplumun beklentilerine karşılık düşmesi gerekir. Dolayısıyla mücadelenin, ayak diremenin ve boyun eğmemenin belirli bir “estetiği” ve “etiği” vardır. Daha açık ifade etmek gerekirse, mücadele etmek büyük sorumluluk ister.

Fiili-meşru mücadelenin önüne geçen, tarihsel ve güncel istemleri bir sonraki aşamaya taşıyamayan her mücadele tarzı karanlıkta koşanlar için yolu kaybetmek manasına gelir. “Zoru bozacak zor” kendi sorumluluğunu yarattığı gibi yaratıcı olmakla ve hedefi ilerletmekle mümkündür. Üstelik yenilse bile, arkasında bırakacağı birikim ve deneyim hiç azımsanamaz.

Bugünkü tabloda yeni bir mücadele hattının inşası, karanlığın içinden geçen ülkemizde bir zorunluluktur. Bu zorunluluğun inşa edileceği alan, nefes alacağı ve toprağa kök salacağı nokta azmi, kararlılığı, doğrultuyu ve iddiayı içermektedir. Bunu yapacak taşıyıcıların, siyasetsiz kalamayanların, ellerindeki büyük sorumluluk başka türlü taşınamaz.

Karanlıkta kaybolanlara yolu bulduracak, güç verecek ve doğrultusunu bildirecek şey; kutup yıldızının kendisidir. Kutup yıldızını kaybedenler, sorumluluklarını da yitirirler.

Bizim için böylesi bir şey geçerli değil; çünkü bizim kutup yıldızımız yönü tayin etmektedir. Bizim tek “tayin” budur ve zamanla daha fazla insanı aydınlatacağına dair bilincimiz açıktır.

Karanlıkta kaybolanlara ise meşalemiz yardımcı olacaktır.