İktidardan talep edilebilecek tek şey

Bu iktidar şimdi önümüze yeni Anayasayı getirecek, “demokrasi, barış diyordunuz aydınlar, bakın sizin için maddeler koyduk, bu anayasayı kabul edin”, “sizin de taleplerinizin bir bölümü bu metinde var”, “barış mı istiyorsunuz o halde buna evet deyin” diyecektir.

Geçen hafta Türkiye’nin farklı şehirlerindeki farklı üniversitelerindenbilim insanları memleketin doğusunda devam eden ölümlere, sokağa çıkma yasaklarına karşı ses çıkarmak için bir bildiri yayımladılar. Aydınlar aylardır ülkede yaşanan çatışmalara karşı aydın olmanın getirdiği bir sorumlulukla bu konuya dikkat çekmeye çalıştılar ve bildiriyi tam anlamıyla sahiplenelim ya da sahiplenmeyelim, yaşadıkları, vatandaşı oldukları ülkenin siyasal iktidarından bu konuda taleplerde bulundular.

1128 kişi ile başlayan ve 2000 kişiyi bulan imzacı sayısı Erdoğan’ı ve AKP’yi rahatsız etmiş olacak ki, Erdoğan’ın yaptığı basın açıklamasında akademisyenler, devletin katliam ve kıyım yaptığını söyledikleri, uluslararası heyetlerin yaşananları takip etmesini istedikleri için mandacı, sözde bilim insanı hainler oldular.

Erdoğan’ın bu açıklamasından sonra, sosyal medyada akademisyenlere cadı avı başlatıldı. Hocaların fotoğrafları “vatan hainleri” diye sosyal medyada ifşa edildi. Sedat Peker’in “Kanlarını döküp, bu kanlarıyla duş alacağız” tehditleriyle ülkü ocakları devreye sokuldu. Daha küçük illerde, ülkü ocaklarından kişiler tarafından hocaların üniversitedeki odaları işaretlendi, sosyal medyadan ölüm tehditleri savruldu hatta bazılarının odaları basılmak istendi. Hukuk camiasındaysa akademisyenlere karşı başlatılan karalama kampanyasına, Feyzioğlu en başta bir hukukçu ve daha sonrasında da Türkiye Barolar Birliği’nin başkanı olarak karşı durması gerekirken, Sedat Peker’in açıklamasını görünce heyecanlanıp aydınları “mütareke döneminin işgal altındaki sözde aydınlarının kalıntılarına” benzetmekte gecikmedi.

Yandaş medya ise bu güruha coşkuyla katıldı. Mesela Yeni Şafak gazetesinde bile bir haftadır bu konuyu yazmayan tek bir köşe yazarı kalmadı. Kimi, akademisyenleri cahil, güneydoğuya gitmeden oturduğu yerden bildiri yayınlayan kişiler olarak lanse edip bildiriyi akademik sefalet olarak nitelendirdi (Yasin Aktay, Siyaset, terör ve akademik sefalet). Kimi, kendisini okuyamamış, “itibarlı yurttaş olarak görülmeyen” ama memleket “aşkıyla” dolu olan kişilerden biri, bildiriyi yazanları ise halktan kopuk,elitistkişiler olarak göstermeye çalıştı (İsmail Kılıçarslan, Karşı Bildiri). Kimi hocaları müneccim sanıp, Sultanahmet patlamasının sırrını çözmelerini talep etti (Nedret Ersanel, 1128 akademisyenden hangisi Sultanahmet’in sırrını çözebilir?). Kimi ise, bildiriyi entelektüel terör olarak nitelendirip öğrencilere, 1128’in derslerine girmeyin çağrısında bulundu (İbrahim Karagül, 1128: Öğrenciler! Onların derslerine girmeyin!)

Erdoğan’ın bu gündemi ortaya atmasının nelerin üzerini kapadığı, halktaki ayrışmayı nasıl körüklediği, bu karalama kampanyasının düşünce, ifade ve bilimsel özgürlüğün ihlali olduğu üzerine yazılar yazıldı, yazılmaya da devem edecektir. Bunları bir tarafa bırakarak bir noktaya vurgu yapmakta yarar var.

AKP iktidarı boyunca Türkiye’de en az 477 çocuk, 499 sivil ve 750 asker öldü, ölmeye devam ediyor. İktidarın elindeki kan sırf bununla da sınırlı kalmıyor. Suriye’deki savaşı körükleyen AKP, Suriyeli birçok insanın da öldürülmesinin müsebbibi. AKP dönemi boyunca gerçekleşen katliam ve saldırılar saymakla bitmiyor, ancak bu katliam ve saldırıların çoğunun failleri yargılanabilmiş hatta bulunabilmiş değil. İktidar, halkı kendi arasında düşmanlaştırarak ülkeyi yönetmeye çalışıyor. Yıllardır öyle ya da böyle birlikte yaşayan insanlar birbirlerinin ölülerine bile sevinir hale getirildiler. Önümüzde bütün bunları bile isteye gerçekleştiren bir iktidar var.

Bu iktidar şimdi önümüze yeni Anayasayı getirecek, “demokrasi, barış diyordunuz aydınlar, bakın sizin için maddeler koyduk, bu anayasayı kabul edin”, “sizin de taleplerinizin bir bölümü bu metinde var”, “barış mı istiyorsunuz o halde buna evet deyin” diyecektir. Ne yazık ki buna “evet” diyecekler de bu imzacılar arasından az da olsa çıkacaktır. Sözüm buna tav olmayacaklara, gerçekten ülkede barıştan ve eşitlikten yana bir yaşam isteyenlere.

Bu durumu bile isteye gerçekleştirdiklerini düşündüğümüzde, emin olalım ki bu iktidardan talepte bulunmak hiçbir fayda getirmez. Kardeşçe, barış içinde yaşanılacak bir ülke; çatışmayı körükleyen, halkların birbirlerine düşman edilmesinin önünü açan söylemleri dilinden düşürmeyen bir iktidardan gelemez.

Kardeşçe, barış içinde, aydınlık bir ülkede yaşam özlemi ise hepimizinki, o halde aydınlara düşen sorumluluk böyle bir ülkeyi yaratmak için, insanın insana düşman edildiği, halkların bir arada yaşamasının zorlaştırıldığı, her gün getirilen piyasacı yasalarla emekçilerin daha fazla sömürüldüğü ve sermayeye daha bağımlı hale getirildiği bir yaşamdan kurtulmak için üretmek ve mücadele etmektir. Bu mücadelede iktidardan talep edilecek tek şey ise, defolup gitmeleri olacaktır. Bu talebi gerçekleştirebilecek olanların ise kimler olduğu bellidir.