İki Haziran, tek yol

Irmak Ildır, Haziran sonrası yol haritasına dair yazdı.

90’lı yıllarda gazetelerin manşetlerini kaplayan bir kavram vardı: “enflasyon”. Genelde bir canavar olarak resmedilen, her siyasi aktörün “baş düşman” belirlediği  bu canavarı bugünlerde akıllara getiren iktisadi anlamı değil.

Toplumda “Gezi” olarak kodlanan, sosyalist cenah açısından ise “Haziran Direnişi” olarak adlandırılan günlerin gelip çatmasıya birlikte “siyasi analizcilerin” tamamına yakını köşelerini bu konuya ayırmış durumda. Dolayısıyla ister istemez ortaya bir “Haziran enflasyonu” ortaya çıkmış durumda.

Elbette böylesi büyük bir olayın tartışılmaması ilginç olurdu. Üstelik düzen açısından dillendirden düşürülmeyen, “her türlü şerrin anası” sayılan Haziran Direnişi’nin üzerine yazılıp çizilmesi ve bir dizi sonucun çıkartılması gerekmektedir. Ancak bütün ortaya saçılan “tez enflasyonunun” yarattığı dumanı dağıtacak iki şey bulunmakta: sadeleşme ve güncele ilişkin görevler çıkartma.

Bu iki noktaya dikkat etmek ön açıcı olacak. Bununla birlikte, sadeleşmenin de nereye bağlanacağı önem kazanıyor. Burada kurulacak her bağlantı aynı zamanda tezin işlendiği yönelimi de açığa çıkartır. Bizim açımızdan bu yönü bir benzerlikle kurmak niyetimizi de açık edecektir.

***

Türkiye tarihine damgasını vuran iki Haziran’ın yarattığı etki, sonuçlarıyla beraber düşünüldüğünde çok paralel yanları bulunmaktadır. 15-16 Haziran 1970’de ayağa kalkan yüzbin işçi ile 2013’ün Haziran’ın da ayağan kalkan milyonlarca emekçi esasen düzenin biriktirdiği krizlerin sonucunda harekete geçmişlerdir. Her ikisi de düzenin tam bam teline dokunduğu için sarsıcı olmuş, bir takım yanıltıcı tartışmaların sonlanmasını sağlamıştır.

İlk Haziran Türkiye’nin sosyo-ekonomik durumunu, kapitalizmin gelişmişlik düzeyini, işçi sınıfının varlığını ve bununla birlikte öncü rolünü göstermiş,  “kapitalist olmayan yoldan kalkınma” modellerinin temelsizliğini göstermiştir. İkinci Haziran ise AKP eliyle kurulan gerici rejiminin karakterini kristalize etmiş,  bu rejiminin toplumun geniş yığınlarını susturmak bir yana tersine öfkesini bilediğini göstermiştir.

Dolayısıyla her iki deneyimde teori için bulunmaz bir “labarotuar” rolü üstlenmiştir.

Bununla birlikte tüm bu olup bitenler her iki Haziran’ın yarattığı zenginliklerin esasen bir noktada düğümlendiğini bir kez daha kanıtlamıştır. Türkiye gibi orta gelişkinlikte bulunan kapitalist bir ülkede toplumsal dinamikler ve ilişkiler karmaşık bir yapı teşkil etmekte. Bu karmaşıklık düşünüldüğünde düzenin krizlerine dönük araç yöntemleri zenginlik içerir. Dolayısıyla buna verilecek yanıt benzer bir zenginliğe işaret etmek durumundadır.

***

Bu zenginliğin yaratılacağı nokta siyaseten atılacak adımlarla bağlantılı.  Adım atmak için yere sağlam basmak, “pivot ayağını” iyi seçmek gerekir. Söz konusu Haziran’lar olursa pivot ayak güçsüz yanların üzerini örtmelidir. İlkinde program, siyaset ve örgüt üçlüsünün bulunmaması hareketin tüm zenginliğine karşın sonuçsuz kalmasına neden olmuşken, ikincisinde ise bu üçlü yapının düzeni alt üst edecek toplumsal yapı ile ilişki kuramama sorunu vardır.

Daha açık ifade etmek gerekirse birinci Haziran’ın içinde sosyalistler vardır ama “Parti” ve “iktidarın fethi” olguları yoktur. İkincisinde ise işçiler vardır ama işçi sınıfı yoktur.

Birincisinin sönüp gittiği ancak fazlasıyla “tarihsel ders” bıraktığını bilinirken, ikincisi için ise tarih son notunu vermemiştir.

Öyleyse bu noktada son notu verecek, bitip bitmediğinden bağımsız olarak,  tarihsel göreve hazırlanmak gerekiyor. Bugün işçi sınıfının içine alınmaya çalışıldığı cendere sermayenin önündeki engelleri adım adım kaldırmaya yönelirken, sınıf mücadelesinin alacağı şekil önem kazanmaktadır. Meclisten geçirilen son iş yasası ile birlikte “güvencesi” dibe vurmuş sınıfın, yeni bir yasa ile hem kıdem hakkından, hem de yasalar önündeki “korunmadan” mahrum bırakılmaya çalışılıyor.

Düzenin gericilik yoluyla kurmaya çalıştığı yapı toplumsal yaşantıyı önemli bir biçimde gererken, üzerine bu adımları atması İkinci Cumhuriyet açısından sınır tanımaz yapının içeriğini önümüze getirmektedir.

Sınır tanımayan bu yapı hiç durmadan gericileşecek ve “sömürü bayrağını” yükseltecektir.

Sınır tanımayan bu yapı, başkanlık rejimi adı altında kurduğu toplumsal yapı ile bu düzeni kurumsallaştıracak, kendi gücünü tahkim edecektir.

Öyleyse Haziran’ın toz, gaz ve barikatları arasında kendini bulanların “Bu daha başlangıç” sloganının hakkını vermesi için bu bayrağı yere çalması gerekiyor.

İki Haziran bizim için tek bir yola çıkıyor. O yolun başlangıcında ise “diktatörlük heveslilerin” heveslerini kursağında bırakmak var.

Haydi, o yolu emin adımlarla yürüyelim.