Hakan Yerlikaya yazdı: Başkanlık, alışkanlık ve sol

Hakan Yerlikaya solun geçmişteki yanlışlarından sıyrılarak "başkanlık anayasası"na karşı mücadeleye odaklanması gerektiğini anlatıyor.

Hakan Yerlikaya yazdı: Başkanlık, alışkanlık ve sol

Halkımız açısından, 20 Mayıs itibariyle TBMM’de ortaya çıkan fotoğrafa bakıldığında, ülkemizin diktatörlüğe bir adım daha yaklaştığı ve artık yapılacak fazla birşey kalmadığı düşünebilir.

Bu düşünce maddi bir temele yaslanmaktadır ve gerçektir.

2013 Haziranı’ndan sonra Türkiye’de siyaset yeniden “burjuvazinin ahırına” çekilmiş ve buraya sıkıştırılmıştır.

Uzunca bir süredir onay mercine dönüşmüş bu hükümsüz ‘ahır’ın halk üzerindeki etkisi düşünüldüğünde bahsi geçen maddi temelin oluşmasına büyük katkı sunduğu görülmelidir.

Tarihsel bir ayaklanmanın öznesi olmuş milyonların, yaşamına örgütsüz bir halk olarak devam etmesi de doğal olarak yukarıda bahsedilen düşüncenin yeniden bilince çıkmasına neden olmuştur.

Bunlara bir de bombalarla biçimlendirilen ülke siyaseti eklendiğinde, zaten örgütsüz olan bir halk açısından bu düşüncenin tersinin ortaya çıkması da beklenemez…

Asıl değinmek istediğimiz ise, krizlerle yol almaya çalışan gerici rejimin önüne çıkan kriz başlıklarına, etkili müdahalelerde bulunması, bu müdahalelerde başarılı olamasa da ölçeğini büyüterek yolunu açmaya devam etmesi gereken ‘sosyalist sol’un alışkanlıkları, durumu ve görevleri…

Sol, toplumsal ve siyasal alanda öne çıkabileceği ve gerici rejimin emekçi halkımızla bir kez daha açık bir hesaplaşma yaşayabileceği döneme hazırlıklı girmeli…

Ancak öncelikle bazı alışkanlık ve ezberlerde bir kenara bırakılmalı.

‘Türkiye solu’nda bağımsız hat vurgusu yapan ama aynı zamanda düzen içi “güçlerle” dans etme arayışında olan yaklaşım ortadan kalkmalıdır. Dün her ikisini aynı anda yaparken, gelinmiş olunan noktada düzen partilerine dair yazıp çizmenin bir anlamı ve inandırıcılığı kalmamaktadır.

Diğer yandan Erdoğan’ın ve AKP’nin ipinin çekildiği tezlerini sıralayıp, bunları sık sık güncellemek zorunda kalan yaklaşım da artık son bulmalıdır. Görülmesi gerekir ki, şu aşamada Emperyalizm ve Türkiye sermaye sınıfının ihtiyaçları ve bu ihtiyaçların selâmeti açısından ortadaki Erdoğan ve AKP gerçekliği kolayca ip çekilemeyeceğini göstermektedir.

Her iki yaklaşımın da bir salınım açısının iki uç noktasını temsil ettiği söylenebilir.

‘Sol’un terketmesi gereken bir başka alışkanlık ise yukarıda değinilen iki yaklaşımla ilişkili olarak şudur;

Eşit ve özgür bir sınıfsal düzen için iktidar kavgası veriyorsanız “düzen partilerinin” geçmişten bugüne, geldiğimiz noktaya ilişkin siyasal tutumlarının ortaya çıkaracağı sonuçları az çok öngörmeniz buna göre bağımsız sosyalist hattınızı güçlendirecek bir siyasal mücadele stratejisi belirlemeniz gerekir.

Ortaya çıkan “yeni” durum karşısında kimi zaman şaşkınlık halinin de eşlik ettiği ve meclis “muhalefetinin” kastedildiği “Tamam anlaşıldı. Meclis ile olmayacak bizde şunu yapalım” benzeri bir yaklaşımla düzen dışı bir seçeneğe alan açılacağını beklemek çelişkili bir durum ortaya çıkarmaktadır.

Düzen güçlerinden medet ummak bu çelişkinin kaynağıdır.

Tartışmasız “meclis muhalefeti” olarak tanımlanan her iki partinin de vebali büyüktür. İkinci Cumhuriyet rejiminin yerleşme arayışında yaşadığı önemli sıkışmaları bu partilerin attığı can simitleri ile aştığı unutulmamalı.

İçinden geçmekte olduğumuz gerici rejim değişikliği süreci boyunca CHP ve HDP’nin izlediği pragmatik, ilkesiz ve söz konusu rejim değişikliğinin ülkede ve bölgede ortaya çıkaracağı “olanaklara” endeksli siyaseti, AKP açısından çok kritik bir eşiğin daha aşılmasını kolaylaştırmıştır.

Fakat bu konuda hangi parti daha suçlu yada sorumlu tartışması, bir noktadan sonra sol açısından yersizdir ve önemi de yoktur.

Sosyalistlerin yeni bir düzen ve iktidar hedefi vardır. Bu yolu açacak devrim stratejisi doğrultusunda, krizlerle yol almaya çalışan ikinci cumhuriyet rejiminin gedik açılabilecek noktalarına yığınak yapmaya odaklanılmalıdır.

Başkanlık anayasasına doğru gidilirken, hükmü kalmamış bir parlamentoda dokunulmazlıkların kaldırılması ile aşılan eşik, sol açısından temel parametre olarak değerlendirilmemelidir.

Sol, önemle üzerinde durulması gereken bir görevle karşı karşıya olduğunu görmeli ve bu görevin gereği için hızla emekçi halkımıza dayatılan “Başkanlık Anayasasına” karşı mücadele büyütülmelidir.

Gerçek direniş ve hesaplaşma ancak ve ancak bu mücadelenin üzerine herhangi bir düzen aktörünün gölgesi düşürülmeden, başarılı bir şekilde örgütlenmesinden, yaygınlaşmasından ve yeni bir cumhuriyet hedefiyle emekçilerin laik cumhuriyeti mücadelesine dönüştürülmesinden geçecektir…

Bu mücadelenin zemini ise “Başkanlık Anayasasına hayır” ekseninde vücut bulacaktır.