Güven

Toplumumuz sarsılıyor. Emperyalist-kapitalist sistemin merkezlerinde üretilen siyasal hamleler ve toplumların istemleri birbiriyle çelişirken, özellikle bu çelişkinin ürettiği istikrarsızlık coğrafyamızda güçlü sarsıntılar yaratıyor.

Toplumumuz sarsılıyor. Emperyalist-kapitalist sistemin merkezlerinde üretilen siyasal hamleler ve toplumların istemleri birbiriyle çelişirken, özellikle bu çelişkinin ürettiği istikrarsızlık coğrafyamızda güçlü sarsıntılar yaratıyor.  Öte yandan böylesi dönemlerde toplumların arayışları da hızlanırken, ülkemizin dört bir yanında bir “güven bunalımı” yaşanıyor.

Bu “güven bunalımını” anlamak için siyasal, ekonomik ve ideolojik göstergelere başvurmak ve bunalımın boyutlarını iyi anlamak gerekiyor. Örneğin son yayınlanan TÜİK verilerine göre “ekonomik güven endeksi”  aylık olarak bir artış göstermiş olsa da, geçtiğimiz yılların gerisinde kalmış durumda.

Öte yandan bu anlayışın yolunu açmak için güven arayışının iki karakterini ifade etmek gerekiyor. Bunlardan ilki yerleşik düzenin kurumlarının, figürlerinin ve tarzının sorgulanmasını ifade ederken, ikincisi ise düzenin güdümlü politikalarını doğuran “istikrarı algısını” ifade etmektedir. Dolayısıyla bu arayışın iki yönü ve iki çıktısı bulunmaktadır.

Bununla birlikte bugünkü sarsıntıların büyük oranda düzenin yeniden şekillenişinin önünü açarken, mücadele eden ve düzenden kopma eğilimi gösterenler açısından ise “geriletici” etkiler gösteriyor. Güven arayışı ve siyasetin yeniden üretimi birbirini besleyen süreçleri açığa çıkartır. Dolayısıyla bugünkü etkiler altında siyasetle ilgilenme, tavır alma ve daha ileriye giderek bağlanma aşamaları bu iki sürecin sağlıklı bir biçimde birbiriyle kuracağı bağlara bağlıdır.

“Güven” kelimesinin siyasetteki karşılığı kendi bulunduğunuz zemini yeniden üretmekle alakalıdır. Bu arayışın kimi zaman üst noktalara çıktığı ve her şeyi perdelediği dönemler ise olmuştur. Vedat Türkali’nin siyasal çıkarımlarını ve edebi tarzını bir kenara bıraktığınızda 1940’ların mücadele eden kuşağını anlatan romanının “Güven” ismini taşıması bu arayışın nedenli baskın olabileceğine ilişkin iyi bir örnektir.

***

Öyleyse güvenin nasıl sağlanacağı, sağlıklı bir zeminin nerede ve nasıl kurulacağı sorularının cevaplanması gerekiyor. Ayrı ayrı cevaplar yerine, bütünü kesen bir zemini sunmak daha toparlayıcı olacak. Öncelikli olarak toplumsal olarak tavır alma ve harekete geçme aşamalarının doğrudan bilinçli olmaktan daha çok sezgisel ve refleksiftir. Öte yandan bu gerçekliği “metafizik” bir öğe olmaktan daha çok maddi bir zemininin bulunduğu ve geçmiş birikimlerle bugünün bilgisinin bir harmanlanması olarak algılamak daha doğru olacaktır.

Güven yitimi ve yeniden kazanılması da burada başlar. Siyasette tavır alan, aldıran, güç kazanan bir eğilimin güçlenmesi, adım adım  mevzi kazanması bu yeni aşamanın bir ürünü olabilir. Örneğin Haziran Direnişi’nde ayağa kalkan milyonlarca yurttaşın, sokaklarda hiçbir eylem pratiği olmamasına karşın “direnmesi” yeni bir aşamayı göstermektedir ve birbirinden güven duyan insanların birer yansımasıdır.

Güven duymanın, bugünkü mücadelede önemli bir yer tuttuğu ve kirlenmiş bir atmosferin temizlenmesini sağlayacağı açık. Ancak bir noktada “ön kabullerin” açığa çıkması gerekiyor. Bunları ise tek tek açmakta fayda var.

Mücadele eden insan için önce “sınıfa güven” vardır. Burada yalnızca kendinden menkul bir güvenin patolojik bir halinden söz etmiyoruz. Daha açık ifade etmek gerekirse mücadele eden insanın dünyasında sınıfa güven yol almanın ve yol açmanın başında gelir. Öte yandan bu güvenin tek taraflı olmadığı, karşılıklı olacağı da açıktır. Güven veren, ne yaptığını bilen, yolu ve yordamı gösteren mücadele insanının “güvensiz” ve “güvencesiz” sınıfa güven sağlayacağı aşikârdır. Bunun örneklerini n dün Tekel’de, bugün Şişecam’da açığa çıkarıldığının, yarın ise metal işçileri arasında açığa çıkartılması gerektiğinin bilincine varmak gerekiyor.

İkinci aşamada ise “halka güven” güven vardır. İşçi sınıfından daha öte bir tanım olarak halkın farklı toplumsal katman ve kesimi içeren bir yapısının olması halkın içeriksiz ve yansız olduğunu göstermez. Farklı siyasal eğilim, ideolojik belirlenim veya güncel çıkarlara karşın, “halk” kavramının genel olarak siyasal alanda emekçi sınıfları içermesi, bunun temsiliyetinin kazanılması mücadelenin insanı için zorunludur. Buradaki karşılıklı güven ise Haziran Direnişi’nde kendini göstermiştir. “Flamalıların” flamasızlarla buluştuğu ve bütün yönlendirmelere karşın “boyun eğme” bayraklarının elden ele yayılması karşılıklı güvenin en güzel örneğini oluşturuyordu.

Üçüncü aşamada ise “memlekete güven” vardır. “Bu ülke bizim değil, bizi öldürmek isteyenlerin ülkesiyle”, “bu memleketten adam olmaz” serzenişinin yan yana durduğu güvensizlik ortamında “memlekete güven” duymanın derin bir kökü ve çok farklı ülkelerde yansımaları vardır. Bu güven kimi zaman Mülkiyelinin yürüyüşünde, kimi zaman Manuşyan’ın “suç ordusunda”, kimi zaman Naziler’in işgal ettiği Kiev’in dar sokaklarında yaşanan fırtınada, kimi zaman ise Kızıldere’de kendini göstermiştir. Bu güvenin karşılıksız olmadığı, kurtuluşun şu ya da bu merkezden değil, doğrudan memleketten geldiği ise tarihin birçok örneğinde kanıtlanmıştır.

Bu üç aşamanın hiyerarşik olmadığı, çoğu zaman iç içe geçmiş süreçler olduğu iyi bilinmelidir. Karanlığın bastığı anlarda, mücadelenin insanına güç verecek sezgi bu üç aşamanın bilgisinin edinilmesi ile mümkündür.

Öyleyse mücadelenin insanı için şunları söylemekten hiç vazgeçmeyeceğiz.

Sınıfa güven, halka güven ve memlekete güven!

Her türlü zorbalığı, diktatörlüğü ortadan kaldıracak, güveni yeniden tesis edecek irade ve güç bileklerimizin hünerinde ve aklımızın yaratıcılığındadır.