Erdoğan, sermaye düzeninden büyük mü?

Mücadelenin merkezine neyi koyacağımızı elbette güncel siyasi gelişmelerden ya da toplumsal sorunların paradigmalarından bağımsız bir biçimde belirleme şansımız yok. Ancak güncel sorunların yaratmış olduğu basıncın, mücadelemizin merkezine koyduğumuz temel çelişkinin üzerini örtmesine asla izin veremeyiz. Sermaye düzeninde Erdoğan faktörünün önemli bir misyona ve etkiye sahip olduğu konusunda bir tartışma sanırız kimse için yoktur. Türkiye’nin son... View Article

Mücadelenin merkezine neyi koyacağımızı elbette güncel siyasi gelişmelerden ya da toplumsal sorunların paradigmalarından bağımsız bir biçimde belirleme şansımız yok. Ancak güncel sorunların yaratmış olduğu basıncın, mücadelemizin merkezine koyduğumuz temel çelişkinin üzerini örtmesine asla izin veremeyiz.

Sermaye düzeninde Erdoğan faktörünün önemli bir misyona ve etkiye sahip olduğu konusunda bir tartışma sanırız kimse için yoktur. Türkiye’nin son 14 yıllık gerici dönüşümünde bizzat Erdoğan’ın oynadığı rol, küçümsenmeyecek bir siyasal kuvvet olarak karşımızda. Bugün burjuva siyasetinde Erdoğan figürünün yerine konabilecek farklı bir alternatifin henüz gelişmediği de veri alınırsa doldurduğu boşluk, en genel tanımı içerisinde düzen siyaseti açısından ciddi bir ihtiyaç.

Bütün bunlarla birlikte, Erdoğan faktörünün düzen siyasetinde dönem dönem kriz başlığı haline geldiği de başka bir gerçek. Mutabakat arayışı yerine daha  çok kutuplaştırıcı bir siyasal yöntemi tarz edinen Erdoğan, tabiri caizse düzen için “yokluğu dert, varlığı ızdırap” bir somutluğa karşılık geliyor. Görülmesi gereken önemli olgulardan birisi şu: Düzen yeniden şekillendirilirken ya da 14 yıllık AKP iktidarının yerleştirmek istediği rejim gündeme gelirken, bunun, Erdoğan kişiliğinde cisimleşen “dayatma” tarzının baskın olması. Ortaya çıkan pürüz ve gerilimlerin bu anlamıyla en fazla Erdoğan’ın şahsına odaklanması ve toplumsal tepkinin bir paratoner gibi Erdoğan’da toplanması yanlış bir tasvir olmayacaktır.

Ortaya çıkan yanılsamalı durumun kaynağında bu algı vardır. Sanki sermaye düzeninde yaşanan bütün çarpıklığın, yanlışlığın ve haksızlıkların kaynağında Erdoğan var ve Erdoğan’dan kurtulmak sorunlardan kurtulmanın gerek ve yeter şartı.

Öncelikle şunun belirtilmesi gerek: AKP iktidarı ile birlikte Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu gerici dönüşüm, iç ve dış siyasi başlıklarda yaşadığı sıkışmayı “zor” başlığı ile aşmaya çalışıyor. Bu anlamıyla örneğin Kürt sorununda yaşanan çatışma, tek başına Erdoğan’a havale edilecek bir başlık değil aynı zamanda bir devlet meselesi olarak da görülmek durumundadır.

Sermaye düzeninde Erdoğan figürü yeni değil. Menderes, Demirel ve Özal, başka nitelikleriyle birlikte, benzer bir “nefret” ve “hayranlık” objesi olarak siyasi tarihin başka örnekleri… Bu isimler de, dün, memleket meselesinin merkezine konuyorlardı, ancak bugünden bakıldığında düzenin alternatif üretme konusunda hiç de çaresiz olmadığı  hatırlanacaktır.

Yazılanlardan Erdoğan “faktörünü ve sorununu” hafifletme gibi bir sonuç çıkarılmasın. Tersine, Türkiye siyasetinde Mustafa Kemal’den sonra en fazla iktidardan kalan siyasi bir aktörün oynadığı rol asla küçümsenemez. Ancak düzenin gerilim ve fay hatlarının yaratmış olduğu tepkinin Erdoğan üzerinden boşaltılmasına da izin verilmemelidir.

O yüzden yatıp kalkıp “saray ve çetesi” gibi bir siyasal söyleme sıkıştırılan pratik, Türkiye solunun belli bir bölmesinin apolitizmine de işaret etmektedir. Örneğin Kürt sorununda ne denmektedir, laiklik konusunda somut ne önerilmektedir, NATO ile ilişkilerde topluma ezberden konuşmak dışında nasıl bir dış politika önerilmektedir, yeni anayasa ve başkanlığa hayır demenin Erdoğan karşıtlığı dışında hangi gerekçelere dayandırılmaktadır, İmralı tutanaklarında ortaya çıkan fotoğraftaki solun dizayn edilmesi konusunda ne söylenmektedir, Diyanet İşleri Başkanlığı yerine ne önerilmektedir…

Türkiye solu, dogmatik ve ezberden konuşan bir üslubu terketmeden, sloganlardan ibaret bir Erdoğan karşıtlığı üzerinden siyaset yapmayı bırakmadan, ciddiye alınabilecek bir toplumsal seçenek haline gelemez. Öze dokunmadan, biçimsel bir tepkisel hareket görüntüsü veren Türkiye solunun sosyal medya ortamında yarattığı gürültünün emekçi sınıflara ulaştığını varsaymak büyük bir yanılsamadır.

O yüzden yeni bir mücadele verilmelidir. Düzeni her noktasıyla – bütün aktörleri ve siyasetiyle- karşısına alacak, Erdoğan karşıtı görünen düzen güçleriyle sırf Erdoğan karşıtı diye ortaklık arayışını elinin tersiyle itecek düzen karşıtı bir siyasal projeyi toplumun karşısına koyması gerek.

Üç gün sonra Erdoğan’dan “sıkılan” düzen, solu bir kez daha boşa düşürebilir. Bu oyuna gelmeden Türkiye solu mücadelesini “ciddiye” almalıdır.