En uzun yıl ve sermayenin yönelimleri

Yazarımız Irmak Ildır Dünya ve Türkiye kapitalizminin yeni adımları ve emekçilere maliyetleri üzerine yazdı.

Herkesin dilinde aynı cümle var: “Bu yıl geçse de kurtulsak.” Gerçekten de pek çok kişi açısından 2016 yılı “en uzun yıl” oldu. Ardı ardına patlayan bombalar, operasyonlar, darbe girişimi, sınır ötesi operasyonlar ve nicesi insanları ciddi anlamda bezdirdi. Bir de tüm bunlar yetmezmiş gibi son bir haftada yaşananlar insanları bunalttı.

Bunalma halinin tepe yaptığı günlerde bazı öngörülerde bulunmak ve insanların dikkatini buraya çevirmelerini sağlamak gerçekten zor. Ancak bu öngörüler olmaksızın yol almak, geleceği planlamak ve dahası bugünü anlamak mümkün değil. Dolayısıyla “en uzun yıl” olan 2016’da ortaya çıkan ve önümüzdeki yılda kendini gösterecek bazı eğilimlere dikkat çekerek başlamak gerekiyor.

Her şeyden önce 2016 yılının zor olacağı ve sarsıntılarla dolu olacağını daha önce ifade etmiştik. Öte yandan, sadece Türkiye’ye değil daha geniş bir ölçeğe bakacak olursak göreceğimiz sermayenin 2008 krizi ardından yaşadığı “yeni konsept” sorununun daha fazla cisimleştiği görüyoruz. 2008’de Amerika’da emlak piyasalarında başlayan ve Dünya’nın birçok ülkesinde farklı görünümlere bürünerek derinleşen krizin, kapitalizm açısından “neo-liberalizmin” her şeye kadir olmadığını açığa çıkarmıştı.

Bu durumun sonucu olarak gerek emperyalist merkezlerde, gerekse de bağımlı ülkelerde çeşitli halk hareketlenmelerinin ortaya çıktığına geçtiğimiz 10 yıl içinde tanık olduk. Ancak bu hareketlenmelerin gerek siyasal istemleri, gerekse de bilinç düzeyi düzenin müdahalelerine oldukça açıktı. Durum böyle olunca, sermaye sınıfı açısından kapitalizmin krizine dönük biri sağ, diğeri sol olarak gözüken yaklaşım gelişti.

Bu iki yaklaşım öz itibariyle aynı olmasına karşın, ağırlık noktaları farklıydı. Doğal olarak ilki “sol” görünümle ortaya çıktı. Temel yaklaşımı neo-liberalizmin “serbest ticaret, serbest piyasa” şeklinde özetlenecek temeline dokunmadan eğitim, sağlık, sosyal güvenlik gibi alanlarda sosyal harcamaların yükselmesiydi. Bunun finansmanının ise “finansal” kesimden yapılacak aktarımlarla yapılması planlanıyordu.

Yunanistan ve İspanya’da daha denenmeden çöktü bu yaklaşım. Sermayenin dünyasında “reform” sözcüğü sadece kendine alan açmak içindir. Dolayısıyla bu yaklaşım sadece işçi sınıfı hareketinin önünü kesmek, onu etkisizleştirmek dışında bir işe yaramadı. Türkiye’de ise 7 Haziran seçimleri öncesi benzer bir yaklaşım geliştirildi, ancak sermayenin böyle bir “projeye” fazla ihtiyacı olmadı.

İkinci yaklaşım ise, sağ görünümle, benzer bir dönemde ortaya çıktı. Şimdi emperyalizmin merkez üssü olan ABD’de bu yaklaşım kendine deneme alanı buldu Trump’ın seçilmesiyle beraber. Özet itibariyle diğer yaklaşıma çok benzeyen, ancak “sosyal harcamalar” yerine vergi teşviki, altyapı yatırımları, yeni teknoloji uygulamaları ve yeni “gümrük oranları” devreye sokulmak isteniyor. Tüm bu süreçte, sermayenin yeniden üretimi için ihtiyaç duyulan araçlara, para politikalarına, ise neo-liberal öz ile yaklaşılacak. Dolayısıyla burjuva basınında bazı liberallerin “liberal değerler mahvoluyor” yaklaşımı asında boşa düşüyor. [1]

Çelişki sadece kendilerinin değil, aynı zamanda sermaye politikalarının.

***

Tüm bu yönelimlerin ülkemize etkisi de doğal olarak olacaktır. Uzun bir dönem boyunca ABD’deki faiz oranları ve “parasal genişleme” adı verilen yaklaşıma yaslanan AKP’nin ekonomi politikası, bugün bu dönemin değişikliğiyle beraber zora girmiş bulunuyor. Öte yandan, ABD’deki bu yaklaşımın farkında olan sermaye, yeni arayışlar içerisine giriyor.

Bu arayışların ne denli kritik olduğu bir IMF yetkilisinin yayınladığı bir yazıdan anlaşılabilir. Bu yetkiliye göre ABD’de FED’in “faiz arttırımının” gelişmekte olan ülkelerde olumsuz etkiler yaratacağını söylüyor. Özetle bu ülkelerde daha yüksek enflasyon beklenilmesi gerektiğini, sermaye akışlarının bu ülkelere azalacağını ve büyümelerinin yavaşlayacağı sonucu çıkıyor bu yazıdan. Elbette, bu ülkelerde sermaye çıkışını engelleyecek şeyin ne kadar çok ülke ile temas kurduklarının önemli olduğunu ifade ediyor.

İşte bu nedenle Türkiye sermayesinin bugün gidecek fazla yolu bulunmuyor. Gideceği yolda Türkiye ekonomisinin dışa bağımlılığı var. Dolayısıyla Türkiye kendine yeni bir “misyon” edinmedikçe durgunluğun giderilmesi olanaksız hale geliyor. Bu nedenden ötürü  “sert politika” değişikliklerinin gündeme gelmesinin aynı zamanda bir ekonomik altyapısı bulunuyor.

Bugün Rusya ile yakınlaşma, Suriye’de çözüme mahkum olma, Barzani ile “arayı iyi tutma” politikalarının bir diğer anlamı da buraya denk düşüyor. Uluslararası sermayeye, tekellere ve onun siyasal yapısına bağlı Türkiye, “saf değiştirmeye” değil, kendi eksikliklerini kapatmaya çalışıyor.

***

Sermayenin ve iktidarın tüm çabasına rağmen her şeyin bir maliyetinin olduğu açık. En azından “sermayenin” ve onun aktörlerinin inkar etmeyecekleri bir şey bu. Dolayısıyla sermaye ve iktidar buradan en az hasar çıkmaya çabalıyor. Hasarı yıkacakları yer ise her zamanki gibi açık: Emekçiler. Bu ezber, sermaye açısından ebedi bir biçimde değişmemekte.

Önlerindeki seçenekte emekçilerin haklarının tırpanlanması olduğunu daha önce belirtmiştik. Şimdi devam ediyorlar ve arttırıyorlar. Varlık fonu gibi altyapı yatırımlarının besleneceği “bütçe dışı” fonlar yaratmaya çalışıyorlar. Bu yetmezmiş gibi sosyal güvenlik harcamalarını kısmak adına “Bireysel Emeklilik Sigortasını” zorunlu hale getiriyorlar. İlk uygulama 2017 yılında 1000 kişi üstü kişinin çalıştığı iş yerlerinde ve kamuda başlayacak. Yılsonuna kadar tüm emekçileri kapsayacak ve ücretlerden yüzde 3’lük bir kesinti yapılacak. Sonucunda milyarlarca liralık bir piyasa yaratılarak finans şirketlerine kan taşınacak.

Sonucunda bunlar ilk uygulamalar. Emekçiler açısından yeni bir mücadele yılı açılırken, ülkemizi kışa döndüren karanlığı def etmek için bu yılın iyi değerlendirilmesi gerekiyor. Başta BES, işsizlik fonunun talan edilmesi gibi gündemleri karşıya almak gerekiyor. Elbette “siyasetin” belirleyiciliği unutulmadan.

2016, bizim için “uzun bir yıl” oldu.

2017 yılı ise onlar için “uzun bir yıl” haline getirmek bizim ilk işimiz olsun.

Notlar

[1] Bu yaklaşımın güzel bir örneği geçenlerde Washington Post gazetesinde yayınlandı. Özetle Trump’ın “saf Amerikan ideallerine” ve “uluslararası liberal düzene” aykırı bir dönemin ürünü olduğunu belirtiyor bir yazar. Yazara göre bu duruma “dur” demek için sivil toplum kuruluşları devreye girmeli. Ne diyelim, sadece bizim liberaller değil, emperyalist merkezlerdeki liberaller de “mayın eşeği” görevinde bulunuyorlar demek ki.