Eksik bir şey mi var?

Zor günlerden geçiyoruz. Ardı ardına bombalar patlıyor ülkenin metropollerinde.

Zor günlerden geçiyoruz.

Ardı ardına bombalar patlıyor ülkenin metropollerinde. Dışarı çıkıldığında mutlaka gidilen, arkadaşlarla buluşulan, miting yapılan, geceden gündüze uzanan gezmelere sahiplik yapan alanlar korkunun yarattığı bir basınçla yalnızlaştırılmış, tenhalaştırılmış durumda. Öyle bir tuhaflık oluştu ki, insanlar haftasonu tatiline girerken iş arkadaşlarına “pazartesi sağ salim görüşmek üzere” diyebiliyorlar. Ülkenin güneydoğusundaki bazı mahallelerdeyse insanlar herhangi bir yere gidemiyorlar bile! Bir kıskacın içindeki bu mahallelerde, kimyasal silahların kullanıldığının da iddia edildiği, kuralsız bir savaş yaşanıyor.

Ülkemizin dört bir yanında insanlar ölüyor. Türkler ölüyor, Kürtler ölüyor, ülkeyi ziyarete gelmiş turistler ölüyor. Oysa normal koşullarda bir ülkede onlarca, yüzlerce insan ölmez. Hayatın zaten pek normal akmadığı ülkemizde bu ölümler ülkemizin iyice anormalleştiğini ilan ediyor. Ve bir yandan da bu anormalliği bir normalleşme olarak görmemiz, olağan olanın bu olduğunu kabul etmemiz vazediliyor.

Tüm bu tablonun bir sıkışmaya işaret ettiği açık. Tablonun bir tarafı AKP iktidarı açısından baskıyı, şiddeti ve şantajı merkeze koyan gündelik çözümleri, Kürt siyasi hareketi açısından belki de varlığını devam ettirme sorununu gösteriyor. Gözardı edilmemesi gereken noktaysa tablonun bundan ibaret olmadığı, bu sıkışmanın ilerideki bir çözülmenin/çözmenin zemini olduğu/olabileceğidir. Nitekim, Ortadoğu’daki çok uluslu parametreler, bölge ülkelerin ve bölge dışındaki ülkelerin dinamikleri ve bunların pratiğe yansıları ülkemizde yaşanan sıkışmanın ya da başka bir deyişle bombalarla dizaynın bir araç olarak kullanıldığını fazlasıyla göstermiştir.

Bugün için farklı olan durum 10-20 yıl önce benzer denklemlerin içinde yer alan öznelerin bir kısmının siyasi-ideolojik biçimlenişinin/pozisyonunun değişmesinde ve bir bütün olarak paradigma değişiminde aranmalıdır. Önümüzdeki günler bu anlamda bugünün sıkışmasını ve karmaşıklığını sarihleştirecektir.

Can sıkıcı olansa hem bir önceki cümlede bahsettiğimiz sarihleşmenin hem de bugün yaşadığımız sıkışmanın tarafları/dinamikleri arasında solu ve dolayısıyla işçi sınıfı merkezli siyaseti sayamıyor oluşumuzdur. Ölümleri yaratanlar açısından bakıldığında AKP’yi, TAK’ı, IŞİD’i ve hepsinin kesişim kümesi olarak emperyalizmi biliyoruz. Fakat tüm bunlar nesnel olarak aynı sınıfın tarafındalar. Başka bir deyişle, bugün ülkemizi kan denizine çeviren, ülkemiz halklarını korkuyla terbiye etmeye çalışan tüm özneler pratik olarak sömürü düzenine hizmet ediyorlar. Tarihsel olarak bu düzenin asıl muhatapları olanlarsa tüm olanlar karşısında etkisiz, müdahale olanakları kısıtlı bir pozisyondalar.

Öyleyse, bu durumu, etkisizliğin, çıkış yaratamamanın öznel ve nesnel nedenlerini karşı karşıya bulunduğumuz son tablonun gösterdikleriyle birlikte ve üç yıldan az bir zaman önce bu ülkenin en büyük halk hareketini yaşadığı gerçeğini unutmadan ele almalıyız.

Görünen odur ki, buradaki en önemli noktalardan biri solun ve işçi sınıfının Kürt sorunuyla ilişkisi bağlamında oluşmaktadır. Bu başlıkta onyıllardır dayanışma, destek, himayesine girme, bünyesine dahil olma gibi biçimlerle tarif edebileceğimiz bağlam, Kürt siyasi hareketinin siyasi-ideolojik kimlik değişimi ve bölgedeki kurumsallaşma çabalarıyla birlikte tekrar ele alınmak durumundadır.

Bağlamın şimdiye kadarki kısmının nesnel ve anlaşılır tarafları vardır. Kürt halkının politik olarak kendini ifade etmeye başlamasında ve Kürt siyasi hareketinin ana akımının çıkışında 1960’lı yılların TİP’ini ve 1970’li yılların devrimci demokrasisini görürüz. Dolayısıyla, ortada sol bir hareket vardır. Bu hareket 1980 sonrası solun siyasi ve fiziki olarak en etkisiz olduğu dönemlerde yükselmiş ve solun ’80 sonrası hiç ulaşamadığı kitleselliğe/toplumsallığa ulaşabilmiştir. Düzenin PKK’ye karşı giriştiği savaşın tüm Kürt ulusuna karşı bir savaşa dönüşmesi, Kürt halkının sistemli olarak göçe zorlanması, yok edilmeye çalışılması ve buna karşı direngen bir tutumun gelişmesi de söz konusu bağlamı kuvvetlendirmiştir. PKK’nin 1990’lı yıllarda, Sovyetler Birliği’nin çözülüşüne paralel olarak, sosyalizmle arasına mesafe koymaya başlaması, kendi deyimleriyle “emperyalistler arasındaki çelişkilere oynamaya” başlaması, bölgedeki farklı ülkelerde farklı isimlerle örgütlenmelere başlaması/hız vermesi, Öcalan’ın yakalanması, “Demokratik cumhuriyet” tezleri, parlamento ve yerel yönetim deneyimleriyse başka bir yönelimin adımları olmuştur. Tüm bu adımların izahı ya da adımları meşrulaştırma ifadesi “reel politiker tutum”, “reel politiker tutum”un solun bir bölümündeki yansısı da Kürt siyasi hareketinin attığı her adımın mazur görülmesi oldu. Kürt siyasi hareketinin sınıfsal bakışı gündemine bile almaması, aşiretlerle organik ilişki kurması, emperyalist politikaların bir parçası haline gelmesi, Türkiye’deki kendi gündemi dışındaki hiçbir gündeme dahil olmaması, gericileşmeye verdiği primler “sonuçta bu bir ulusal hareket” ve “sonuçta bu bir reel politiker tutum” gerekçelerinin girdabında göz ardı edildi.

Yani, bugün gelinen noktayı, canlı bombaların günlük siyaset enstrümanı haline dönüştüğü, halkların ülkenin batısında ve doğusunda katledildiği noktayı doğuran siyasi pozisyon alış, Kürt siyasi hareketi cephesinden, yıllara yayılan bir yönelimin sonucu olmuştur ve solun bir kısmı da bu durumun parçasıdır. Bu noktada bir ek yapmak gerekiyor. Kürt siyasi hareketi ve sol hareket arasındaki ilişkinin hem tarihsel hem pratik hem de pragmatik gerekçeleri vardır. Kürt siyasi hareketi soldan iki nedenle vazgeçemez. 1) Ülke siyasetinde, niceliksel büyüklük açısından, sahibi olmayan tek alan sola ait olandır ve 2) Kürt siyasi hareketi varolan meşruluğunu, beğensin ya da beğenmesin, sola borçludur. Kürt siyasi hareketinin son dönemde zorladığı ve dile getirdiği solla birlik gündemleri de buralara oturmaktadır. Oysa asıl ihtiyaç böylesi bir yapaylık değil, emek eksenli ve sömürü düzeni karşıtı bir mücadeledir.

Yani, önümüzdeki dönemde hem solun gerçek bir özne haline gelmesi hem de Kürt ve Türk halklarının ortak kurtuluşu için sınıfsal bir ayrışma ve bunun politik uzanımları hedeflenmek durumundadır.

Yani, ortada eksik bir şey vardır ve bu eksik sözkonusu sınıfsal ayrışmadır.

Yukarıda yazılanlar bize dairdir ve özel bir tercihtir. Bugün ülkemizde yaşanan kanlı tablonun asıl sorumlularını tekrar hatırlatmak da tercih edilebilirdi. Fakat, en çok ihtiyaç duyduğumuz şey bu tablonun oluşmamasını sağlayacak güce erişebilmemiz ve bunun için de solu büyütecek dinamikleri doğru denklemlerle yeniden kurabilmemiz.

Eksik bir şey var ve o da biziz.

Yarın 21 Mart. Newroz yeni bir hayatı simgeler.

2016 Newroz’u Türk ve Kürt halklarının kurtuluşunun başlangıcı olsun…