Derin Demir yazdı: Bir gericinin kaleminden portresi… Hasan Karakaya

Bir gericinin kaleminden portresi…

Derin Demir yazdı: Bir gericinin kaleminden portresi… Hasan Karakaya

“Ülke bölünsün istiyorum;

Yandaş, yalaka ve yavşaklar bir tarafta,

Onurlu, şerefli, üreten emekçi insanlar bir tarafta…”

Yukarıdaki sözler Can Yücel’e ait. Küfürlü konuşmaları, hazır cevaplılığı, şarabı, Datça’sı… gelir aklımıza. Ama hepimiz hakkını teslim ederiz ki Can Yücel yaptığı çevirilerle, yazdığı şiirlerle birçok şey bırakmıştır ardından. Onurlu, şerefli ve üreten emekçi insanlardır sevdiği, uğruna mücadele ettiği. Çünkü ilerici, aydınlanmacıdır. Ülkesinin bölünmesini istemesi de dil, din, ırk uğruna değil, yandaşı, yalakayı memlekete yakıştıramadığı içindir. Bugün ölüm yıldönümü olan onurlu bir gazete emekçisi Metin Göktepe’lerin yaşaması içindi ülkenin bölünme isteği. İnsanlığın yaşayabilmesi için… İşte bundandır değeri, varsın sarhoş olsun…

Ama bu yazı Can Yücel ya da Metin Göktepe için yazılmadı. Hemen hemen her yazısında küfür eden, nefret söylemi içeren Yeni Akit Gazetesi Genel Yayın Koordinatörü Hasan Karakaya için yazıldı.

Hasan Karakaya’nın uzun bir gazetecilik geçmişi var. Barış Gazetesi, Yenigün Gazetesi, Başkent, Milli Gazete, Türkiye Gazetesi ve 1995 yılından beri Akit Gazetesi’nde çalıştı.

Yazdığı yazılarla hiç gündemden düşmeyen Karakaya, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Suudi Arabistan ziyaretini takip ederken Medine’de kaldığı otelde geçirdiği kalp krizi (siz onu, Medine’de erkeklerin kaldığı bir otelde alınmış cinsel uyarıcı hap diye de okuyabilirsiniz, önemi yok) sonucu 31 Aralık 2015 tarihinde öldü.

Neden gündemimize bu kadar girdiğini aşağıda okuyacaksınız. Bu tetikçinin nasıl öldüğü ise bizi ilgilendirmemekle beraber asıl ölümünden sonra yapılan açıklamalara dikkat çekmek de gerekecektir…

Ama öncelikle Türkan Saylan’ın ölümünden sonra yazdığı yazıya gelen tepkilere karşı bir sözünü hatırlatarak başlayalım:

Türkan Saylan’la ilgili yazımdan dolayı; eleştiri sınırlarını aşan ve hatta hakaret kavramını bile sollayıp “ağız dolusu küfürler savuran edepsizler, şunu çok iyi bilsinler: Ölülerin arkasından konuşulmaz” diye bir kural yok… Bu konuda dini bir hüküm de yok!..
Hüküm, ölülerle ilgili değil, ölülerinizle ilgilidir!..

Yani, emir; ölülerinizin arkasından konuşmayın şeklindedir!.. 

Sizin anlayacağınız; ölüler ayrıdır, ölüleriniz ayrı!.

O yüzden gönül rahatlığıyla yazabiliriz. Doğru; ölülerimiz ayrı…

Kısaca bu gerici tetikçiyi biraz hatırlamakta fayda var

2008 yılında Tayyip Erdoğan’ın krizin patladığı ilk günlerdeki “Türkiye’yi teğet geçecek” yorumuna dair dönemin Vakit Gazetesi yazarı Karakaya, “hükümet krize karşı önlem alıyor” diyerek devam ediyor ve “ortada kriz yokken var diye ‘terör’ yaratanlar halkın korkup az tüketmesine ve dolayısıyla mal satamayan tüccarın mecburen işçi çıkarmasına yol açıyor” demişti.

2010 yılının Temmuz ayında yazdığı yazıda şu ifadeler geçiyordu:

“Aziz Nesin denilen adam, “Türkiye lâik değil!… Şeytan Ayetleri kitabını gerekirse yasal olmayan yollardan mutlaka yayınlayacağım!” diyerek, “devlete kafa tutan” bir ateist değil miydi?. Ve, “devlete isyan” edercesine, yayınlamamış mıydı o “yazı serisi”ni Aydınlık’ta?”

2012 yılında Uludere Katliamı’na dair skandal bir yazıya imza atan yine Karakaya idi. 34 kişinin öldürüldüğü Uludere Katliamı’ndan sonra yazılan yazı şöyle:

“Uludere’ye hemen her gün ve hemen her fırsatta ‘ağıt’ yakanlar, ‘PKK’nın ekmeğine yağ’ sürmektedir…

Açık ve net söylüyorum

Uludere için akıtılan ‘gözyaşı’,

PKK için ‘cansuyu’dur!..

Ben bunu bilir, bunu söylerim!..”

Yazı burada bitmiyor. Yıllarca Kamu İktisadi Teşekkülleri (KİT) hakkında söylenen “devletin sırtındaki kambur” demagojisini hatırlatan Yeni Akit yazarı, tiyatrolar için de “kambur, bit, kene, sülük” gibi küfürler ediyor. Ayrıca, devlet tiyatrosu oyuncularının “yatarak” para kazandığını iddia ederek, “Bu ‘kene’ler, 40 yıldır ‘milletin kanını emiyor’muş” diye yazısını sonlandırıyor.

“Akil insan” arası…

Zamanında çokça söylediğimiz ve karşısında durduğumuz AKP’nin akil insanlarına en tipik örnek Karakaya idi. Hasan Karakaya, 3 Nisan 2013 tarihinde AKP hükümeti tarafından açıklanan ve “barış sürecini yönetecek” olan 63 kişilik akil insanlar listesine Ege bölgesinden girmişti. Akil İnsanlar Komisyonu’na girmesinin ardından komisyon hakkında daha önce yazdıklarından dolayı pişman olduğunu açıklamayı ihmal etmedi.

Karakaya akil insan olmadan önce, 25 Mart’ta Yeni Akit’te “Akil adam” diye pazarlanmak istenen “Sakil adam”lar!” başlıklı yazısında şu ifadelere yer vermişti:

“Şimdi bu adamlar ‘Akil Adamlar Komisyonu’nda yer alacak ve “PKK’nın sınır dışına çekilme sürecini sekteye uğratacak sorunlar yaşanmaması için gözlemci olacak, çekilmeyi sekteye uğratacak sorunlar yaşanmaması için çalışacak” öyle mi?.. Korkarız ki Süreci, başkaları değil, bu adamlar sekteye uğratırlar!.. Onlarda “akıl” olsaydı “PKK’nın çıkarları”nı değil, “Türkiye’nin çıkarları”nı düşünürler ve ona göre tavır koyarlardı. “Medyanın üfürdüğü ve pazarlamaya çalıştığı isimler”le ilgili çağrımız odur ki “Kuzu kurda, ciğer kediye, tavuk tilkiye emanet edilmesin!”

 Tahrir’den Taksim’e…

Karakaya’nın 2013 yılında gerçekleşen Mursi protestolarına dair yazdığı yazı ise ilk sırada yerini koyuyor. Biz yorumsuz bırakıyoruz:

“Neymiş, Mursi’nin halk desteği yüzde 70’lere ulaşmış” ama yine da “Mursi istifa etmeli”ymiş!..
Gel de çıldırma!..
Adamın halk desteği yüzde 70…
Ama “istifa” etmeliymiş!.
Orası, “Tahrir” değil de, sanki “Taksim” meydanı… Çünkü Taksim’deki “embesiller” de aynı sloganı atıyorlardı
“Taaayip istifa!”
Ulan “salak oğlu salak”lar
Tayyip Erdoğan veya Mursi, ya da Brezilya Devlet Başkanı Dilma Rousseff istifa edince kim gelecek yerine?..
Ya “asker” gelecek,
Ya da “ara hükümet” kurulacak…
POLİS BENİ DÖVDÜ!

Şu hâle bakın
Adam “yüzde 70 oy” almış ama ona “İstifa et” diyorlar…
Verecek tek bir cevap var, “Erkeksen, maçan sıkıyorsa, yüzde 70 oy sen al, sen iktidar ol!”
Değilse, kes sesini!..
Hem “Demokrasi” diyeceksin, hem “Demokratik tepki hakkımı kullanıyorum” diyeceksin, hem de polise taş ve molotof atarken yüzünü “maske” ile gizleyeceksin!..
Ulan “köpek oğlu köpek!”, Ulan pezevenk!.., Ulan kaltak!..
“Demokratik hak”ların “taş”larla, “mo-lotof”larla, “tabanca” ve “bıçak”larla istendiği nerede görülmüş?.
Hem saldırıyorsun, hem de “Anneee!.. Polis beni dövdü” diye ciyaklıyorsun!..
Polis niye dövdü seni?..
Nerede dövdü?..
“Çay bahçesi”nden dönerken mi dövdü, yoksa “kütüphane” veya “piknik”ten dönerken mi?..
Ulan, yolda yürüyen adamı polis niye dövsün, niye tazyikli su sıksın?.
Senin ne “b.k” işin vardı orada?..

15 Temmuz 2013 tarihli yazısında ise Ali İsmail Korkmaz’ın ölümü için şu satırları yazacaktı:

“Ne malûm dövülerek öldürüldüğü,
Belki, kafasını taşlara çarpmıştır!..
Belki de koşarken dengesini kaybedip kafasını duvara çarpmıştır!
Ya da, ne bileyim, merdivenden düşmüştür!”

2014 yılında Soma’daki iş cinayetini protesto eden vatandaşa tekme atan Başbakanlık Müşaviri Yusuf Yerkel’i tebrik etti.

“Son derece “sakin” ve son derece “beyefendi” bir delikanlı olan Yusuf da, eğer iddia edildiği gibi, bu provokatörü “tekmeledi” ise, gerekeni yapmıştır!..

Tekmelerine sağlık!..

Dedim ya

“Nush” ve “tekdir” uslanmayan bu tür “provokatör”lere, bazen böyle “kötek” gerekir!..

Tekrar söylüyorum

Yusuf’un “tekme”lerine sağlık!..”

2015 yılında Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun gezilerinde uçaklarına yalnızca hükümete yakın gazetecilerin alınmasına yapılan eleştirilere yanıt veren Hasan Karakaya’nın “Siz Evren’in uçağındayken, biz Evren’in mahkemelerinde yargılanıyorduk!” başlıklı yazısından ilgili bölüm şöyle:

“Her devirde, her uçağa” binen gazeteciler, bugün, TUR’un müdavimi gazetecileri “mürettebat” diye aşağılamaya çalışıyorlar… Bunlar; aslında var ya; o uçağa binebilmek için, adeta “ağızlarının suyu”nu akıtıyorlar, “Bir TUR da ben binebilsem” diye can atıyorlar!..

Kendilerine tavsiyem şu:

“O uçağa bir TUR da siz binmek istiyorsanız, bir an önce Eski Türkiye’den kurtulun, Yeni Türkiye’ye ayak uydurun!”

Haa, şunu da bilin:

Hem “Paralel’in kucağında” oturmaktan “haz” alacaksınız, hem de “TUR uçağı”na binmeyi hayal edeceksiniz!..

Bu kesinlikle olmaz!..

İnin kucaktan, Binin uçağa!..”

2015 yılının Mart ayında, İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda yer alan yöneticilerin ve sanatçıların “Türkiye’yi yeni bir kaos ortamına sürüklemeye çalıştıklarını” belirtti:

“Açık ve net;

İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda “devrimci kodaman”lara, “homoseksüel”lere,“lezbiyen”lere ve her türlü “Sol-Sosyalist ideoloji”ye kucak açılmış, kollanmış, korunmuş ama, “bizden” denilen yöneticiler, yine “bizden” olan sanatçılara kapılarını kapatmış, onları yok saymış, bir anlamda “manevi işkence” uygulamıştır!..

….

Mevzu açılmışken, “aktüel bir gelişme”den söz edelim…

Malûm; bir-iki gün önce, “eylem esnasında öldürülen Berkin Elvan”üzerinden yeni bir “Gezi Kalkışması” başlatılmak ve Türkiye, yine bir “kaos ortamı”na sürüklenmek istendi!..

Bu “kampanya”nın başrollerinde de “malûm sanatçılar” vardı…

Ekranlarda, “ışıktan yoksun yüzleri”yle çektikleri “video”lar yayınlandı…

Bize soruyorlardı:

“Rahat uyuyor musunuz?.. Huzurunuz yerinde mi?”

Sonra, “çağrı”da bulunuyorlardı:

“Hayatı durdurun!”

Kimlerdi bunlar?..

Erdoğan’ın deyimiyle, “millete tepeden bakanlar, elitistler, jakobenler ve milletin hükümetine parmak sallayanlar”dı!.”

 2015 Nisan ayında, Papa’ya da laf etmeyi ihmal etmedi:

“Uzun lâfın kısası;

1915 yılında “Türkler” ile “Ermeniler” arasında geçen olay bir “soykırım”değil, tam anlamıyla “karşılıklı çatışma”dır!.. Bu çatışmada da, sadece “Ermeniler” değil, “Türkler” ve “Kürtler” de ölmüştür!..

Buna “20. yüzyılın ilk soykırımı” diyen Papa, acaba; “Fransa’nın Cezayir’de katlettiği 1 milyon 700 bin Müslüman” için ne diyecektir?!?..

Hadi, “erkekçe” çık ortaya;

Ona da “soykırım” de!..

Ama, diyemez!..

Çünkü Vatikan’da, mumla arasan “erkek” bulamazsın!.. Çünkü Vatikan ve hatta kiliselerin çoğu “Homoseksüel”lerle doludur!.. “Çocuklara tecavüz eden homoseksüeller”le!..

Açık ve net söyleyeyim;

Papa Franciscus’un bu çıkışı, kesinlikle “Homo’ların rezilliklerini ve Vatikan Holding’in rant kaynaklarını örtbas çabası”ndan başka bir şey değildir!..

….

Gerek “Vatikan” için, gerek “kilise”ler için, şöyle demek mümkün; “Taciz ve tecavüz bankası!”…

Kiliselerden ve Vatikan’dan “din adamları” değil, “tecavüzcüler” yetişmiş!..

Yoksa, “Taciz ve tecavüz” olaylarına adı karışan Papa 16. Benediktus, istifa etmek zorunda kalmazdı…

….

Papa Franciscus da, bir “din adamı” değil, hem “holding patronu”dur, hem de “siyasetçi”dir!.. Din adamı olsaydı; kalkıp da “soykırım” gibi, “siyasi meseleler”le uğraşmaz, bunu “tarihçi”lere bırakırdı!..

Evet, “ din adamı” olsaydı; “Vatikan ve kiliselerdeki tecavüz gibi alçaklık ve ahlâksızlıklar”la mücadele ederdi!..

Öyle ya; “Din, ahlâktır.”

2015 yılının Temmuz ayında düzenlenen Onur Yürüyüşü de Karakaya’dan nasibini aldı:

“Önce, “iğneyi” kendimize batıralım ki, başkasına “çuvaldız” batırmaya hakkımız olsun!.. Bazı “entel-dantel” ve de “radikal” Müslümanlar, niye “savrulma” yaşıyor, anlayamadım…

Mesele, şu LGBTİ yürüyüşü!..

“LGBTİ”nin anlamını bilmeyenler, taşıdıkları “rengârenk” flâmalara bakınca, onların “barış çocuğu” filân olduğunu sanıyor!..

Oysa onlar, “sapıklar ve sapkınlar güruhu”nun “hastalıklı birey”leridir!..

….

“Tüfek icat olup da, mertlik bozulmadan önce” yaşayan atalarımız, bu“gay”lere “ibne” derlerdi!..

Bu sapıklıkları deşifre olunca, bu defa onlara “Gay” denilmeye başlandı ki, herhalde yakında “Üçüncü Cins” demeye başlarlar!..

Ne derlerse desinler;

Nihayetinde “hastalıklı”dırlar,

“Sapık ve sapkın”dırlar!..

….

Bu insanlar “rahatsız”dır, “psikolojik ve tıbbi desteğe” ihtiyaçları vardır. Devlet bu konuda sosyal devlet olarak üstüne düşeni yapmalıdır!..

Bu yürüyüşün bir tek amacı vardır: Cinsel sapıklık eğilimlerini meşrulaştırmaya çalışmak!..

Şu mübarek Ramazan günlerinde “sapık eğilimleri meşrulaştırıcı” bir eylem yapmak, üstüne üstlük “Müslümanın inancına saldıran bir slogan” atıp, pankart taşımak, düpedüz “orospuluk”tur!..

Kadınının da, erkeğinin de yaptığı, tek kelimeyle “orospuluk”tur!..

Biliyorum, diyecekler ki;

“Biz zaten orospuyuz!.. Biz, zaten fahişelik yapıyoruz!”

Haklısınız… Siz sadece “hasta” değil, aynı zamanda “seks”ten para kazanan “sapık orospular”sınız!..

Eğer, sadece “tedaviye muhtaç bir hasta” olsaydınız, sizi bir “insan” olarak görür ve elimden bir şey gelmese bile, size acır, “merhamet” beslerdim!..

Ama size;

“İnsan” gözüyle bakamıyorum…

Siz “sapık”sınız!..

Tedavi kabul etmez bir sapık!..

Öyle bir “sapık”sınız ki;

Hayvandan da aşağı bir mahlûkat sürüsü”ne hiç anlayışlı olunur, hiç sahip çıkılır mı?..

Tükürürüm böyle “demokrasi”nin, böyle “hoşgörü”nün içine!..

Onlar ayaküstü düzüşecekler ve ben onlara anlayış göstereceğim öyle mi?..”

10 Ekim 2015’te gerçekleşen Ankara Katliamı için Karakaya durumu provokasyona çevirmekten geri durmadı. “Maçanız sıkıyorsa; bu sözleri, gidin Amerika’da söyleyin!” başlıklı yazısında 10 Ekim Katliamı için şu sözleri sarf etti:

“Sorulması gereken soru çok!..

Meselâ, “97 kişinin öldüğü” mitingin “tertip komitesi”ne sormak lazım:

“Miting Sıhhiye Meydanı’nda iken, milleti Ankara Tren Garı’nın önünde niye topladınız?.. Tren Garı’nın önünden Sıhhiye Meydanı’na kadar yürüyüş yapmak zorunda mıydınız?”

Sıhhiye Meydanı’nda bütün “tedbir”ler alınmıştı… Miting meydanı bariyerlerle çevrilmiş, gelenler “X-Ray cihazı”ndan geçiyordu.

Tren Garı önünde ise;

Ne X-Ray cihazı vardı, ne de bariyer!.. Miting tertip komitesi, bunu bildiği için mi milleti Gar önünde toplayıp, böyle bir “katliam”a zemin hazırladı?!?..”

Sormaya devam edelim:

97 kişinin öldüğü katliamda; uluslararası güç odakları, istihbarat örgütlerive “taşeron” olarak kullanılan “PKK, DHKP-C” veya “DAİŞ” kadar, “miting tertip komitesi” de suçlu değil midir?..

97 kişi, bir “şov” uğruna hayatlarını kaybetmiş değiller midir?..

Bu durumda;

Asıl “hesap sorulması” gereken kişi ve kuruluşlar HDP, DİSK, TMMOB, KESK veya diğer kuruluşlar değil midir?..

Miting tertip komitesi bir anlamda “bile bile lâdes” yapmış değil midir?..”

1 Kasım 2015 seçimleri ise yine şaşırtmadı. “Millete ‘koyun’ diyenler, aldılar mı cevaplarını?” başlıklı yazının bir kısmı şöyle:

“Millete ‘koyun’ dersen! Bu millet, böyledir işte.

“Göbeğini kaşıyan adam” derler, sesini çıkarmaz!.. “Göbeği kıllı, boyu kısa” derler, sabreder, tahammül eder!.. “Makarnacı” derler, “cahil” derler; Yine tahammül eder!..

Ama, “tahammül”ün de bir sınırı vardır değil mi?..

1 Kasım’dan önce; bu ülkenin insanlarını sürekli aşağılayıp;

“Koyun, koyun!” dediler,

Millet de, “koydu” işte!..

Yanlış anlamayın;

Azgın azınlığa “tavır koydu!””

Yeni Türkiye’nin “Değerli”si…

Bu kadar hatırlatma sanırım hepimize fazla gelmiştir. Anlaşılan o ki Yeni Türkiye’nin medyası, CHP’si, Genelkurmayı’na yetmemiş. Karakaya’nın cenazesinde tüm devlet erkanı hazır bulunmuş, haber kanallarının neredeyse tümü canlı yayın yapmayı ihmal etmemiştir.

Hasan Karakaya bugün Türkiye’de gericiliğin iç dünyasını bütün çıplaklığıyla yansıtabilmiş biriydi. Aslında Yeni Türkiye’nin ne olduğu, nasıl olacağını tüm çıplaklığı ile yazıyordu. Dolayısıyla her uçağa bindiklerinde Erdoğan’ın yanında oturması, AKP tarafından “akil” sıfatını alması boşa değildir.

Ancak; her yazısında cumhuriyet düşmanlığı yapan, Müslüman ve Türklerden ötesini yok sayan, kadın, işçi, öğrenci düşmanı bu tetikçi için yıllardır “cumhuriyetçi” kimliği kullanarak solu meşgul eden CHP’nin Yeni Türkiye’nin taşlarını düzenli bir şekilde döşediği ne zaman görülecektir?

Genelkurmay mı? Ergenekon sürecinde “darbeciler yargılanıyor, işte demokrasi bu” diyenler bunu açıklamaktan mahrum kalmasınlar…