Çocuklarımıza ve şairlere dair...

Çocuklar dünyayı alacak elimizden, ölümsüz ağaçlar dikecekler.

Çocuklarımıza ve şairlere dair...

“merhaba çocuklar, merhaba cümleten” (Nazım Hikmet)

Yıllar önce okumuştum Akgün Akova’nın, “Yıkık Bir Çocuk Bahçesi Gibiydi Yüzü” kitabını. Kitap şöyle başlıyordu; “bu kitap gerçeğin savaşı, düşün de barışı gördüğü yerlerde yazılmıştır.”  Akgün Akova’nın Bosna savaşı sırasında gördüklerini yazdığı bir kitaptır.

Kitaba adını veren hikayede yazar, çocuk mezarlığında 6 yaşındaki oğlunun mezarına şeker koyan bir anne görür. Sevdiği şekerlerden almak için evden gizlice çıkıp bakkala giderken Sırp bir asker tarafından öldürülmüştür oğlu.

Tıpkı ekmek almak için bakkala giden Berkin gibi.

AKP’nin bombalarla ve savaş çığırtganlığıyla şekillendirmeye çalıştığı ülkemizde 2006 yılında 18, 2007’de 3, 2008’de 1, 2009’da 12, 2010’da 14 çocuk öldürüldü. Roboski katliamında öldürülen 34 kişiden 22’si çocuktu.

Roboski’yi, Reyhanlı’yı daha unutamamışken Gezi’de kaybettiklerimiz hepimizin çocuğu, kardeşi, evladı oldu. Herkes bir şekilde duygularını paylaşmaya çalıştı, en çok da “o güzel insanlarla” seslendik onlara.

Berkin’e

“ürkek bir serçe gibi eğme başını.
kaldır başını ve dimdik dur.
bu senin değil, ülkemin ayıbı.
hırpalanmış yerlerinden öperim çocuk. ” dedik. (Nazım Hikmet)

Ali İsmail’e “Uyan Alim” diye seslendik hep birlikte.

Ahmet zaten kendisi söylemişti “Ne oldu lan büyük adam olamadıysak, hayallerimizi satmadık ya” diye.

Can Baba (Yücel) söylemiş hepsi için;

“kaldı işte, çayımız bardakta
çocukluğumuz sokaklarda
mutluluğumuz kursağımızda
sevdiklerimiz uzaklarda
gülüşlerimiz fotoğraflarda”

Kimini 12 yaşında 13 kurşunla uğurladık, kimini bombalarla…

En son Taksim saldırısında yaralanan 2,5 yaşında 1 gözünü kaybeden Asya’ya söylenmiş gibi değil mi;

“ameliyat odasına
alındığında bir çocuk
kapıda
ağlaşarak onu beklerler
yaşamın
kolay bozulan
bir oyun olduğunu bilen
oyuncakları” (Akgün Akova)

“ve çocuklarımız işten eve sapsarı iskelet gelir” (Nazım Hikmet)

İstatistiklere göre Dünya’da her 5 çocuktan biri çalışmak zorunda bırakılırken, bu çocuklar sağlıklı bir çevreden ve temel özgürlüklerden de mahrum kalmakta, fiziksel, sosyal, kültürel, duygusal ve eğitsel gelişime zarar veren koşullarda çalıştırılmaktadır.

Türkiye’de çalışan çocukların, çalışma nedenlerinin başında yoksulluk gelmektedir. 6-17 yaş grubundaki çalışan çocuklar içerisinde okula devam eden çocukların yüzde 39,3’ü hane halkının ekonomik faaliyetine yardımcı olmak, yüzde 24’ü hane halkı gelirine katkıda bulunmak için çalışmaktadır. Okula devam etmeyen çocuklarda ise hane halkı gelirine katkıda bulunmak için çalışanların oranı yüzde 58,7 seviyesindedir.

“çoğunuz semtine uğramaz oldu okulun
palto ayakkabı yüzünden
kiminiz limon satar balık pazarında
kiminiz Tahtakale’de çaycılık eder
biz inceleye duralım aç tavuk hesabı
tereyağındaki vitamini
kalorisini taze yumurtanın” (Rıfat Ilgaz)

İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi verilerine göre, 2013 yılında yaşamını yitiren 1235 işçinin 59’u çocuk işçidir (18’i 14 yaş ve altı, 41’i 15-17 yaş arası). 2014 yılında bu sayı 54 olarak görülmektedir.

Okula devam ederken çalışan çocukların sayısı 2006-2012 yılları arasında yüzde 64 oranında artarak, 272 binden 445 bine yükselmiş durumda. Okuyan çocukların 2006 yılında yüzde 2’si ekonomik bir faaliyette çalışırken 2012 yılında bu oran yüzde 3’e ulaştı. Bu çocuklar arasında ev işlerinde çalışanların oranı da yüzde 43’den yüzde 50 seviyesine yükseldi. Okula devam etmeyen çocukların sayısı 2 milyon 314 binden, 1 milyon 297 bine gerilerken, okula gitmeyen çocuklar arasında ekonomik faaliyetlerde çalışanların oranı yüzde 27’den yüzde 35’e yükseldi. Buna karşın ev işlerinde çalışan çocukların sayısı bu kategoride yüzde 44’den yüzde 39’a geriledi.

Geçtiğimiz günlerde UNICEF açıkladı. Dünya çapında 7 yaşından küçük 87 milyon çocuk çatışma bölgelerinde yaşıyor. 87 milyon çocuk çatışmadan başka bir şey görmeden büyüyor. Kaçmak isteyenler ise Aylan gibi …

“çocuklar ölebilir yarın,
hem de ne sıtmadan, ne kuşpalazından,
düşerek de değil kuyulara filan;
çocuklar ölebilir yarın,
çocuklar sakallı askerler gibi ölebilir yarın,
çocuklar ölebilir yarın atom bulutlarının ışığında
arkalarında bir avuç kül bile değil,
arkalarında gölgelerinden başka bir şey bırakmadan.” (Nazım Hikmet)

Çocuk işçiler, çocuk gelinler, çocuk istismarı, onları “ak”lamaya çalışanlar. Can Baba yaşasaydı okkalı bir lafı olurdu elbet.

Ama hayır…

“çocukların avuçlarında günlerimiz sıra bekler,
günlerimiz tohumlardır avuçlarında çocukların,
çocukların avuçlarında yeşerecekler.” (Nazım Hikmet)

“dünyayı çocuklara verelim
kocaman bir elma gibi verelim sıcacık bir ekmek somunu gibi
hiç değilse bir günlüğüne doysunlar
bir günlük de olsa öğrensin dünya arkadaşlığı
çocuklar dünyayı alacak elimizden
ölümsüz ağaçlar dikecekler” (Nazım Hikmet)

“O güzel insanlar, o güzel atlara binip gittiler”(Yaşar Kemal) ama biz buradayız. Çocuklarımıza ışıklı mavilikleri getirip, hep beraber “motorları maviliklere sürmek”, “güneşi zaaaaptedmek” için…

Ve hep birlikte söylemek için;

“Özgürlüğün geldiği gün, o gün ölmek yasak” (Cemal Süreya)

Hadi başlatalım artık şu “akını”…