Cerablus operasyonuna dair bir değerlendirme

Kamil Tekerek, Cerablus operasyonunu ve Ortadoğu'daki son durumu değerlendirdi.

Suriye ve Ortadoğu denkleminde bazı sadeleşmeler olan günlere doğru yol aldığımızı tespit ederek başlamak gerekiyor.

Doğal olarak Türkiye’nin son Cerablus operasyonu ile birlikte, bazı eski değerlendirmeleri güncellemek, önümüzdeki günlere ise bu güncelleme üzerinden yaklaşmak gerekiyor.

Geriye sararak bir hatırlatma yapalım isterseniz. 2014 yılında ortaya çıkartılan bir ortam dinleme kaydı vardı. Dört kişi Türkiye’nin Suriye’ye operasyon yapıp yapamayacağını tartışıyordu. İçlerinden bir tanesi dört adam gönderip sekiz füze attırıp Türkiye’yi Suriye’ye askeri operasyona sokabileceğinden bahsediyordu. Kimler olduğunu hatırlayalım: Dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Dışişleri Bakanı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu ve Genelkurmay İkinci Başkanı Yaşar Güler.

Şimdi bu dört kişi devletin ve siyasetin farklı noktalarında hayatlarına devam ediyorlar. Örneği vermemizin sebebi ise geçtiğimi gün başlayan Cerablus operasyonu ile ilgili. Sınır ötesine geçilmeden önce Karkamış’a düşen bombalar Hakan Fidan’ın adamları tarafından atılmış olabilir. Halkımız da “bak sen Suriye’den ülkemize bombalar atılıyor en iyisi askerimiz operasyon yapsın” diye düşünmüş de olabilir.

Tüm bunlar konusunda rivayet muhtelif ancak Cerablus operasyonu ile birlikte ortaya çıkan bir gerçeği dikkate almadan yukarıda bahsettiğimiz örneği de, bugünü de anlamlandırmak pek mümkün değil. O da Türkiye’nin emperyalizm (özelde ABD) ile ilişkilerini ve bu tür süreçlerdeki rollerini ortaya koymamızın gerekliliği. Bunu yapmadığınız zaman ABD Dışişleri Bakanlığı’nın yayını olan Foreign Policy isimli dergide yazan tezlerin Türkiye’deki temsilcisine dönüşmeniz mümkündür.

Bu noktada Cerablus’u ve biraz öncesini aşağıda ifade ettiğimiz on madde çevresinde toparlamaya çalışalım:

1) Cerablus’ta başlayan operasyon, TSK’nın desteği ve cihatçıların Cerablus’u alma görüntüleri arkasında doğrudan ABD’nin olduğu, ABD tarafından desteklenen operasyondur. Bu durum son iki gündür farklı ve yüksek düzeydeki kaynaklar tarafından ortaya konulmuştur. Dolayısıyla ortada ABD’ye rağmen yapılmış bir harekat yoktur. Türkiye devleti ve AKP iktidarı açısından ABD’ye rağmen bölgeye girilmesinin düşünüldüğü bazı zamanlar olmuştur. Ancak, ülkemizde burjuva düzenin hiçbir temsilcisi ya da bileşeni bunu aklının ucundan geçirse bile kendi başına harekete geçemez.

2) Rusya bu operasyonu görmüş ve yapması gereken açıklamayı yapmıştır. Şam ile işbirliğine gidilmesi teklifi ve Suriye devletinin egemenlik sahası açıklaması böylesi süreçlerde ilk dile getirilmesi gereken başlıklar olarak yerini almıştır. Bunun dışında Türkiye’nin son dönem Rusya ile yaptığı görüşmelerden çıkan sonucun “Avrasya cephesinin yeni partneri Türkiye” düşüncesi ile Rusya’yı arkasına alan Türkiye’nin bölgede bu operasyonlara yeltendiğine dair olan bakış temelsizdir. Bölgede yer alan güçler ve bunlar arasındaki uzlaşma çatışma döngüleri devam etmekte ancak emperyalist güçler yeni açılım geliştirirken büyük bir zorlanma ile karşılaşmamaktadır. Hatta devamında yakın vadede Rusya ile ABD’nin daha uyumlu bir çizgi izlemeleri mümkündür.

3) Joe Biden’in Türkiye’ye gelişi ile operasyonun aynı gün olması tesadüf değildir. Cephede ortaklık yapanların masada haydi haydi ortaklık yapacağı gün içerisinde ve gerek Binali Yıldırım’ın, gerekse Biden’in yaptığı açıklamalar ile görülmüştür. ABD aynı zamanda operasyonel durumdan istifade ederek darbe sürecinde yıpranan ilişkileri tamir etme fırsatını ele geçirmiş ve bunu çok iyi kullanmıştır.

4) AKP iktidarının kendi başına böylesi bir kararı alma ve devamını getirme şansı olmadığı için geleceği şekillendirme şansı da yoktur. Yaklaşık iki buçuk yıldır, “PYD Fırat’ın batısına geçerse büyük savaş çıkartırız” tezi garip bir hal almıştır. Çünkü PYD aslında Fırat’ın batısına geçmiş, Cerablus operasyonu sonrasında da ABD’nin talimatıyla tekrar geri çekilmeye başlamıştır. Bölgede PYD, emperyalizmin ittifaklar zincirinde yeni bir halka olarak yer almaya başlarken, Türkiye’nin ve Barzani’nin ittifak durumu güncellenmiştir. Eğer emperyalizmle işbirliğinden yana olsaydık tüm bu yazdıklarımızı pozitif gelişmeler olarak görmemiz gerekirdi. Ancak son operasyon ile birlikte Türkiye’nin boynundaki emperyalist boyunduruk bir kere daha güçlü bir şekilde sıkılmıştır. Buna sebep olanların iste ABD’ye sahte bir şekilde kafa tutma görüntüsü veren düzen partileri ve özelde AKP olduğu açıktır.

Bu durum tespit edilmeden Ortadoğu’daki siyasi gelişmeleri yorumlamak mümkün olmuyor. O zaman Ortadoğu’ya bataklık diyor ve Türkiye’nin oraya neden girmemesi gerektiğine dair bazı şeyler uydurmak zorunda kalıyorsunuz.

5) Ortadoğu’da emperyalist bir kaos olduğunu savunarak, Tayyip Erdoğan’ın bundan istifade etmeye çalıştığını ve Cerablus operasyonunun arka planının buna dayandığını savunmak abestir. Bu zaten aynı zamanda ABD dış politikasının, desteklediği ülkeleri hizaya getirmek için ortaya attığı ve dünya üzerinde tartıştırdığı düşünceler, bunun sonucunda ortaya çıkan yanılsamalardır. Dolayısıyla darbe günlerinde başkomutanlık mertebesine yükseldiği söylenen Tayyip Erdoğan Cerablus ile başlayan süreçte mevkiini Joe Biden’e terk etmiştir. Esas görülmesi gereken budur.

6) Türkiye’nin sınır ötesi operasyona Kürtlere karşı başladığını ve buradan devam edeceğini, sınır ötesinde TSK ile YPG’nin savaşacağını düşünenler eğer içten içe böyle bir şeyi istemiyorlarsa büyük ihtimalle onları da bir yanılgı bekliyor. Objektif olarak Suriye’de bir Kürt bölgesinin oluşumunun sekteye uğraması ile Fırat’ın doğusundaki gelişmeleri hesaba katan bir yaklaşım içinde olunması gerekir. Son tahlilde PYD’nin de ve AKP’nin de, ABD’nin Suriye ve Irak üzerinden oluşturduğu yeni bir dengenin içerisinde yer almaktan başka bir şansları bulunmamaktadır.

7) Son süreçte Fırat’ın doğusundaki gelişmeleri iki başlıkta toparlamak mümkün görünüyor. Birincisi, Barzani ve KDP merkezli devletleşme hamlesi. İkincisi ise geçtiğimiz hafta Haseke’de Suriye ordusuna bağlı güçler ile YPG’nin çatışması. Irak’ta peşmerge güçlerinin artık dikkate değer bir seviyeye yükseldiğini, Barzani’nin devlet başkanı edalarındaki bölge turlarını dikkate almak gerekiyor. ABD’nin, Irak Kürdistanı üzerinden devletleşmenin önünü açmış olması muhtemel görünüyor. Bununla birlikte KYB’nin içinden çeşitli unsurların KDP’ye ve Şengal gibi askeri açıdan kritik bir bölgenin peşmerge saflarına geçmesi son birkaç haftadaki kritik gelişmler olarak ön plana çıkıyor. Bunun üzerine Barzani’nin Musul operasyonuna hazırlanıyor olması bölgedeki dengeleri değiştirme potansiyeli taşıyor.

Haseke’deki çatışmayı ise çok boyutlu görmek gerekmektedir. İlk başta hiçbir sebep yokken Suriye ordusuna bağlı güçlerin YPG’ye saldırmış olduğu propaganda edildi. Birkaç gün ise sonra bunun tam tersinin olduğu ortaya çıktı. Cerablus operasyonu öncesinde Haseke’nin YPG’ye bırakılması, ABD’nin YPG’yi hafiften hafiften Suriye ordusunun üzerine itmesi, Suriye uçakları ile yanıt verince ABD uçaklarının karşılık vermekle tehdit etmesi Fırat’ın doğusu ile ilgili önemli gelişmeler olarak görülmeli. Bundan istifade eden ABD’nin Haseke’nin 120 Km. Kuzeydoğusunda Rimelan kentinde askeri bir üs açma konusunda yol aldığı açık. Hatırlanacağı üzere ABD’nin bir diğer askeri üssü Kobane’nin güneyinde bulunuyor.

8) AKP iktidarının IŞİD’e ve diğer cihatçılara yaptığı yardım ve yataklık bugün Suriye’de atılacak adımlara da yataklık ediyor. Herkesin bildiği bu gerçeği yadsıması ise işin saçma olan tarafı. Ancak ortada emperyalizme karşı büyük bir mücadele hattı olmayınca doğal olarak IŞİD sanki bir hayalet gibi nerede istenirse orada meydana çıkıyor. Yaklaşık bir yıldır bombalarla şekillendirilen Türkiye siyaseti önümüzdeki günlerde böylesi manipülasyonlara gebe bir yan taşıyor.

9) Bölgedeki Kürt kartının ağırlıklı olarak ABD’nin eline geçmesi ile birlikte, Tükiye içinde de Kürt meselesi yeni bir evreye girebilir. Ancak burada toptancı bakıştan kaçmak gerekiyor. Bununla birlikte bazı yanlış değerlendirmeler de karşımıza çıkmıyor değil. Örneğin, PKK’nin şiddeti yükselttikten sonra barış çağrısı yapmasını sürecin doğal sonucu olarak gören çevrelerin yanılgısı, PKK’nin gördüğünü göremiyor olmaları. O da barış çağrısının genelde devlet cenahından daha büyük bir karşı hamle geleceği zamanlarda ön almak için yapılıyor olduğu. Emperyalizm ile savaşmadan gerçek bir barışa ulaşmak mümkün olmadığı için ortaya konulan müzakereler, barış süreçleri vb… başlıkların son tahlilde savaşları bitiremeyeceğini ve dönemsel dengeler üzerine kurulacaklarını tespit etmek gerekiyor.

Ek olarak, Kürt ulusalcılığını bekleyen büyük kriz dinamikleri işlemeye başlamıştır. PKK’nin demokratik özerklik ve Rojava’daki kanton modeli ile Barzani’nin ulus devlet modeli arasındaki ayrım, bir noktadan sonra büyük çatlakları beraberinde getirecektir. Reel politika bundan iki yıl önce Rojava’da oluşan boşluklara yerleşmeyi meşru kılıyordu, şimdi ise Barzani aynı boşlukların üzerine önce Irak’ta devamında Fırat’ın doğusunda Kürt devleti ile oturmaya çalışacaktır. Ancak Kürt ulusalcılığının dört parçada Kürdistan’ı birleştirerek devletleşme hamlesi başka bir bahara ertelenmek durumunda görünmektedir. Daha doğrusu Kürt sorununda ABD’nin aldığı inisiyatif Kürt ulusalcılığını da siyasi ve ideolojik olarak belirleyecektir.

10) Son olarak AKP iktidarı bölgedeki durumdan nemalanmaya çalışmaya devam edecek, emperyalizm ile işbirliği ve söylemlerindeki örtüşme (örn: Suriye toprak bütünlüğü, etnik grupların temsil edilmesi, Esad’lı geçiş olabilir vb…) artacaktır. Bunlarda şaşılacak bir yan olmadığını, Tayyip Erdoğan’ın “kardeşim Esad” günlerine dönebileceğini artık çocuklar bile görmektedir. Burada ülkemizdeki egemen güçlerin tamamen bağımsız bir hatta bu işleri yaptıklarını ve Ortadoğu’da yeni ittifaklar kurduklarını gösteren gelişmeler yaşanmamaktadır.