Boyalı dünyaya karşı yükselen sese kulak verin

Irmak Ildır, sınıf mücadelesinde, unutulmaması gereken üç kritik başlık üzerine hatırlatma yaptı.

Boyalı basın kavramına alışığızdır. Pek ciddi olmayan, sabun köpüğü tarzında habercilik anlayışıyla “ticari haberciliğin” sözlük karşılığı haline gelen “boyalı basın” kavramı, aynı zamanda geniş kitlelerin mevcut yönetici anlayışına uygun bir biçimde “bilgilendirilmesi” anlamına da gelmektedir. Bu medya faaliyeti adeta bir “beşinci kol” işlevi görerek geniş kesimlerin iknası için görev üstlenir. Ancak bu basının üzerindeki boyayı kazıdığınızda geriye bir şey kalmaz.

Bugün ülkemizin ve Dünya’nın içinde bulunduğu durum için de böylesi bir benzerlik kurulabilir. Bir yanda yükselen gökdelenleri, devasa altyapı yatırımları, lüks harcamaları ve “saltanatı” ile pek çok insana çekici gelen bir düzen yaşanırken, diğer yanda ise çok yüksek bir borçlanma, bağımlılık, eşitsizlik ve adaletsizlik yaşanıyor.

Bunlar iyi bilinen gerçekler. Ancak bu gerçekler insanların ses yükseltmesine neden olmak bir yana, bu gerçekliği daha da fazla kabullenmesine neden oluyor. Öte yandan tüm ağırlığıyla üzerimize çöken düzenin mekanizmalarının çarpıklığı bazı örneklerde tüm çıplaklığıyla karşımıza dikiliyor. Bu çarpıklıklara karşı yükselen sesler, itirazlar çoğu zaman birbirinden yalıtık, anlık tepkilerden öteye geçemiyor.

Bununla birlikte bazı anlar kırılma noktalarına tekabül ediyor. Boyalı dünyanın sıvasının döküldüğü, tüm çatlakların açığa çıktığı kırılma anlarında sağlam durmak ve iyi konum almak gerekiyor. Bugünlerde ardı ardına gelen “direniş haberleri” boyalı dünyanın çirkin yüzüne karşı yükselen seslerdir. Bu sesler düzenin fay kırıklarının nerede olduğuna ilişkin olağanüstü veriler sunuyor.

Bu verilerin ilkini ünlü bir kozmetik firmasında sendikalı oldukları için işten atılan işçiler verdi. Hikâyeleri oldukça “klasik bir döngüyü” içeren bu işçilerin durumunu özel kılan şeylerin başında sermaye sınıfının yaratmaya çalıştığı ideolojinin ve onun kavram setinin hayat karşısında nasıl un ufak olduğu gerçeğidir.

Kapitalizmin tekeller aracığıyla inşa etmeye çalıştığı neo-liberal düzende, bu tekellerin her birine düşen pay; birçok kişinin sıkça kullandığı ama gerçeklikle ciddi bir mesafesi bulunan kavramların “olağanlaştırılması” bulunuyor.  Somutlamak gerekirse; sermayenin sıkça kullandığı “sürdürebilirlik”, “sosyal sorumluluk”, “çalışanların ödüllendirilmesi” gibi kavramların tamamı özünde kendini yeniden üretebilecek ve “azalan kârlarını arttıracak” adımlar bulunmaktadır.

Böylesi bir dünyada sendikaya, işçinin örgütlenmesine ve hak talep etmesine yer yoktur. Talep edildiği anda, “en değerli çalışan” ödülüne sahip bir işçi bile kendini kapı önünde bulabilir.

İşte burada ilk “tunç yasa” devreye girer: Emperyalist tekellerin kurduğu bir sosyal düzende eşitsizlik mutlaktır ve hiçbir tekel “sosyal sorumluluk” sahibi olamaz.

***

İkinci veriyi ise Zonguldaklı maden işçileri sundu. Daha önce cemaate ait olan ve AKP’nin madenin yönetimine kayyum ataması sonucu 4 ay boyunca maaşlarını alamayan işçiler sonunda isyan etti. Önce madenden çıkmayan, daha sonra da açlık grevine başlayan maden işçilerinin tutumu da giderek netleşiyor.

Benzerlerini onlarca kez gördüğümüz ve ekonomik taleplerin karşılanması sonucunda biten eylemlilik dalgaları önemli bir mekanizmaya sahiptir. Örneğini Zonguldak’ta gördüğümüz siyasal alandan beslenen eylemlilikler işçilerin daha önceki siyasal görüşlerinin değişmesine, nesnel olarak konumlarının farklılaşmasına neden olur.

Elbette işçilerin örgütlü hale gelmesi, sınıf mücadelesine katılması ve bu doğrultuda siyasallaşmaları ayrı bir şey, nesnel olarak konumlarını değiştirmeleri farklı bir şeydir. Çoğunluğu sağ ideolojinin akımları tarafından “esir alınmış” Türkiye işçi sınıfı, siyasal alanda iktidarla karşı karşıya geldiğinde bu ideolojik akımları da sorgular hale gelir.

Zonguldaklı işçiler henüz bu eşikten adımlarını atmadılar. Ancak mücadele keskinleşip, sermaye düzeni ile karşı karşıya geliş arttıkça bu eşiğin atlanması çok daha mümkün hale gelir. Tıpkı Tekel’de, Seka’da ve metal işçilerinin bir kısmında yaşadığımız gibi. Elbette her bir direnişin dinamiği farklı ve sonuçları başkadır.

Dolayısıyla ikinci “tunç yasa” devreye bu biçimiyle girer. İşçi sınıfının mücadelesi aynı zamanda onların kendi mevcutlarıyla da olan bir mücadeledir. Bu mücadelenin gerçek sonuçları iktidarla karşı karşıya geliş içinde saklıdır.

***

Üçüncü veriyi ise bugünlerde şantiyelerdeki hareketlilik sunuyor. İnşaat işçilerinin kötü şartlar altında, düşük ücret ve güvencesiz bir biçimde çalışması inşaat işçisi için büyük sorun yaratıyor. Geçici çalışma koşulların yaygın, taşeronlaştırmanın devasa boyutları olduğu bir sektörde mücadele geleneği doğal olarak zayıf bir biçimde seyrederken, inşaat işçilerinin hareketliliği kapitalist bir toplumsal yapıda sınıf mücadelesinin de hangi dinamikler altında işlediğini açığa çıkartıyor.

Cezayir şantiyelerinde ve İstanbul’da bulunan işyerlerinde inşaat işçilerinin ekonomik ve sosyal talepleri grev dalgasına dönüşürken,  aynı zamanda bu sektördeki işçilerin daha keskin bir tavır almasına neden oluyor. Dolayısıyla inşaat işçisi bir birinden kopuk olsa da sert bir yanıt üretebiliyor.

Üstelik bu yanıtı farklı bir örgütlülük biçimiyle ortaya koyuyor.  İnşaat İşçileri Derneği bu alanda “öncü” bir tarzı yaratırken, sonuç alıcı oluşu onu ön plana çıkartıyor. Şimdi sırada ise bu örgütlülüğü kalıcı ve yaygın hale getirme görevi inşaat işçisinin önüne çıkmaktadır.

Dolayısıyla üçüncü tunç yasa da burada devreye girmektedir. Kapitalizmin bir ülkede kârlılık oranları yüksek sektördeki yoğunlaşması aynı zamanda o sektörde işçi sınıfı mücadelesinin de daha sert hale gelmesine neden oluyor.

Kâr varsa sömürü, sömürü varsa olgunlaşmamış tepkiler vardır. Bu tepkilerin kalıcı hale gelmesi, onların örgütlü ve süreklileşmiş yapılar kurması ile mümkündür.

***

Yukarıda özetlenmeye çalışılan üç örnekte esasen gerçeğin en yalın hali bulunmaktadır. Ülkenin yeniden yapılanma sürecinden geçtiği, başkanlık anayasası ile sermaye düzeni olan İkinci Cumhuriyet’in önündeki engellerin kaldırılmaya çalışıldığı bir dönemeçte, bu düzenin temsilcilerinin hazır kıta ayakta beklemesi günün beklenen sonucudur.

Öte yandan bu beklenen sonucu değiştirecek olan şey; boyalı dünyanın boyalarını dökmekten geçiyor.

Boyaların döküldüğü yerde ortaya çıkan seslere ise kulak vermek gerekiyor ve yukarıdaki üç yasanın sonuçlarını akıldan çıkartmamak lazım:

Sermaye düzenine mutlak karşıtlık, siyasal mücadele ve örgütlülük…

İşte bu üç yasanın sonucu hazır kıta olanları darmadağın edecektir.