Bir Şener Şen repliği olarak HDP’cilik

Ali Ateş, sosyalistlerin Haziran Direnişi sonrası bağımsız siyasal hattını ortaya koyması yerine HDP’nin kuyruğuna takılmasının sonuçlarını değerlendiriyor.

Bir Şener Şen repliği olarak HDP’cilik

Ali Ateş

Türkiye sosyalist hareketinde HDP’ye oy veren ya da oy çağrısı yapan kesimlerde bir savunma refleksi olarak ortaya çıkan yeni bir durum var. Dokunulmazlıkların kaldırılması ile birlikte HDP’nin AKP ile anlaşmadığı tam tersine mücadele ettiğine dair bir tezin etrafında dönen bir savunma refleksi devreye girmiş bulunuyor. AKP’nin diktatoryal yönelimlerinin devreye girdiği dokunulmazlık gündeminde HDP mağdur olunca benzer sesler yeniden çıkmaya başladı.

Sanki HDP’ye oy verilmesinin eleştirisinin bam telini AKP ile anlaşma oluşturuyor diye bir zan üzerinden hareket etmektedirler. Ya da HDP’nin bugün AKP baskısına maruz kalmasından dolayı siyaseten ve haklı olarak dokunulmazlıkların kaldırılmasının karşısında yer alırken, HDP ile dayanışmanın ne kadar önemli olduğunu “bakınız gördünüz mü” diyerek yazıp çiziyorlar.

“Hani HDP ile AKP anlaşacaktı, bakınız anlaşmadı, hatta AKP faşizmi HDP’yi eziyor, gördünüz mü biz doğru çıktık” diyerek 7 Haziran ile 1 Kasım seçimlerinde HDP’ye oy çağrısı yapmanın ne kadar doğru bir tavır olduğunu söylemek istemektedirler.

Türkiye sosyalist hareketinde ortaya çıkan ve açıkça kendini aklamak için öne sürülen bu tezlerin tutar hiçbir tarafı bulunmuyor. Kaldı ki HDP söz konusu olduğunda; “HDP ile ittifakı ya da oy verilmesini savunmanın” eleştirisinde, AKP ile HDP arasındaki anlaşma meselesi sadece işin bir boyutu olarak değerlendirilmelidir.

Liberal virüs tarafından hasta edilmiş siyasal yönelimlerin Güvenpark gibi bir katliamla yüzleşmesi gerekirken dokunulmazlık saldırısına sarılması kimseyi kandırmamalı, içleri rahatlatmamalıdır.

Türkiye sosyalist hareketi, bir fırsatı kaçırmıştır. Haziran Direnişi sonrası bağımsız siyasal hattını ortaya koyup makus talihini yenebilecekken HDP’nin kuyruğuna takılmanın bugün vebalini ödemektedir.

Öncelikle HDP ve AKP arasındaki ilişkiler “artık kimse için” sır değildir. Kimse bu konuyu sümen altı etmemelidir. İmralı notları adıyla yazılan kitap amasız ve fakatsız bir kanıttır ve çözüm sürecinin bir enstrümanı olarak HDP’nin devreye sokulduğunun ispatı, bizzat devlet gözetiminde kurulduğunun ise satırlarıdır. Bugün bu anlaşma zemininin ortadan kalkması aynı zamanda HDP’nin bugün için bu misyonu yerine getirmemesi-getirememesi arasındaki çelişkiden HDP’nin aklanması çıkmaz. Başlı başına AKP rejimi ile görüşüp, pazarlık yapıp, yolunu açan bir Kürt siyasi hareketi bulunmaktadır ve bunun siyasal temsilcisi olarak HDP’nin devreye sokulduğu aşikardır.

2002 yılında AKP iktidar olmuş, “statükoyu ve asker vesayetini” ortadan kaldırmak gibi burjuva sınıf diktatörlüğünün üzerine örten bir siyasal söylem geliştirmiştir. Bu siyasal söylemin su yolunda gidenlerin başında liberaller gelmekle birlikte, asli olarak Kürt siyasi hareketi buradan kendine alan açacağını düşündüğü bir politik tutum içinde olmuştur. Gezi Direnişi’ne darbe demesi ile referandumda boykot tutumu tam da AKP’nin ekmeğine yağ süren bir politikanın somut örnekleri olarak bir kez daha hatırlanmalıdır.

İşin çelişki tarafı ise şu: AKP’nin devlet partisi haline gelmesine kadar AKP’nin ekmeğine yağ süren Kürt siyasi hareketi, bugün hendek-bombalama siyaseti ile Türkiye’de milliyetçi kutbun ortaya çıkmasına çanak tutarak yine AKP’nin iktidarda kalmasının önemli parametlerinden biri olmaya devam etmektedir. Dün yanlıştı, bugün de yanlış. Kürt siyasi hareketi önderliğinin politikasının iç siyasette karşılığı bu.

HDP ve AKP anlaşmaya çalışarak bugünlere geldi. Bu konu asla unutulmamalıdır. Ancak olmadı, evdeki hesap çarşıya uymadı. Hem devlet açısından hem Kürt siyasi Hareketi açısından Suriye’de yaşanan gelişmeler anlaşma zeminini çatışma zeminine kaydıran bir durum yarattı. Suriye’de yaşanan gelişmelerde PYD ile ABD arasındaki konuşulanlara bakınca solcuların içini ferahlatacak bir tablo açık ki bulunmamaktadır.

Bugün gelinen noktada HDP’ye bakarken tek başına AKP ile masaya oturup oturmamasını değil, başka olguları da ele almak zorundayız. Yoksa liberal virüsün sarmaladığı bakış açısıyla olayları değerlendirmek gerçekten komik olmaktadır.

HDP’ye yakınlık duymak AKP ile mesafesine bağlı olarak ele alınmaktadır. “AKP’ye uzaksa bize yakın, AKP’ye yakınsa bize uzak olur” politikası gerçek anlamıyla oportünizmdir. Ancak HDP ya da en genel anlamıyla Kürt siyasi hareketi değerlendirilecekse, konuların başında Güven Park Katliamı da gelmelidir.

Güvenpark, Güngören, Ulus, Merasim Sokak, Diyarbakır katliamları Kürt siyasi hareketi ile sosyalist hareket arasındaki çizginin kalınlaşması için yeter ve artar bile.

Buradan ama savaş ortamı, devlet baskısı, intikam eylemleri gibi kılıflara gerek yok. Halk düşmanı eylemleri solun savunması ve bu eylemin failleriyle ittifakın dillendirilmesi bize göre doğru değildir.

Fakat eylem çizgisi üzerinden sürdürülecek tartışmalardan daha önemli konu ise ideolojik ve siyasal ayrım noktalarıdır. Bugün ABD emperyalizmi ile flört, görüşme, ittifak, üs anlaşması yapan bir siyasal hareket ile sosyalist hareketin yan yana gelebilmesini savunmayı göze alabilmek için ancak ve ancak liberal olmak gerekir. Ne yazık ki Türkiye sosyalist hareketinin bir dizi bölmesinin gözleri kör olmuş durumda. Bunun çaresizlikle ilgisi olduğunu daha önce yazmıştık, yine belirtmekte fayda bulunmaktadır. Bizim baş düşmanımız kapitalist-emperyalist sistemdir ve bunun başında ABD emperyalizmi gelmektedir. ABD emperyalizmiyle ittifak yapan hareketlerle Türkiye sosyalist hareketinin yan yana durmasını kimse beklememelidir.

İşte bu yüzden mesele HDP’nin mağdur edilip edilmemesi değildir. HDP’ci olmayan sosyalist hareket faşizmin bütün adımlarının karşısında durmasını bilir. Tıpkı dokunulmazlık gündeminde, HDP ile ittifakı savunmayıp ancak dokunulmazlıkların kaldırılmasının karşısında durduğu gibi. CHP’ci de olmayan Türkiye sosyalist hareketi, AKP diktasının baskılarına karşı tutum almakta tereddüt göstermez. Tıpkı CHP Bolu İl Başkanı’nın yaşadığı şiddete karşı durmak gibi… Türkiye sosyalist hareketinin üzerinde bu açıdan kambur yoktur.

Meseleyi karmaşık hale getiren ise HDP ve CHP’ye yaklaşım ile ilgilidir. Karşı-devrimci, gerici, faşist bir tanım içine sokmuyorsak ve genel olarak Türkiye devrim cephesinin en geniş çerçevesi içinde bir zemine yaslanıyorsa bu iki siyasal parti, – devrimci demiyoruz dikkat – kafa karışıklığı da buradan çıkıyor. Yeri gelmişken örneğin Kemalizm’i faşizm ile eşleştiren Kaypakkaya’nın ciddi bir yanılgı içinde olduğunu da geçerken belirtelim. Burada Kürt siyasi hareketine bakarken bir karşı-devrimci ya da devrimci siyasal hareket görmek yerine onu ulusalcı bir hareket olarak görmek en doğrusu. Kürt siyasi hareketinin siyasal olarak nerede durduğu tam anlamıyla politik bir sorundur ve aynı zamanda Kürt sorunu da Türkiye Devrimi’nin önemli dinamiği ve meselesi olarak yerli yerinde durmaktadır. Bütün bunları anlamak ve çözümlemek ile Kürt siyasi hareketinin kuyruğuna takılmak arasındaki farktan bahsediyoruz.

Türkiye sosyalist hareketinin bir bölmesinde HDP’cilik yapmanın iki önemli argümanı bulunuyordu. Birincisi AKP’nin ya da faşizmin geriletilmesi. Sanırız bu ampirik, somut ve güncel olarak yanlışlanmıştır. HDP’nin barajı geçmiş olması AKP’nin zayıflaması anlamına gelmemiş, AKP’nin geriletilmesinin Meclis aritmetiğine indirgenmeyecek bir siyasal bakışın konusu olduğu atlanmıştır. Yoksa bugün bu düşüncenin mantıki sonucu Akşener hareketine hayırhah bakmaktır ki, Türkiye sosyalist hareketinin bir dizi bölmesi umarız bu duruma düşmez.

Çünkü mesele tek başına ve soyut olarak AKP değildir. Ortada sermaye diktatörlüğü bulunmaktadır. Buna karşı mücadele başa yazılmalı ve Leninizm’den milim sapılmaması gerekiyordu.

İkinci argüman ise AKP’nin gidiyor oluşu konusunda “beklentici romantizm” yaklaşımıdır. Yine buluttan nezle olunmuş, AKP giderken bir tekmede biz vuralım görüşü dillendirilmiş, AKP’nin gidişine müdahale etmeyenlerin geleceği olamaz gibi tezler öne sürülmüştü. O yüzden de HDP’ye oy atmanın teorisi yapılmıştı. Bu tez de bugün gelinen nokta itibariyle çökmüştür. AKP gitmemiş, 7 Haziran seçimlerine büyük anlam yüklenmiş, 1 Kasım seçimlerinde ise büyük bir ders alınmıştır. Mesele öncülük meselesidir ve Türkiye sosyalist hareketinin liberal virüsle hastalanmış kesimleri bir kez daha sınıfta kalmışlardır.

Türkiye’de sermaye sınıf iktidarı, devletin yapısı, toplumsal dinamikler, Türkiye sağının gerçekliği gibi bir dizi olgu göz ardı edilmiştir. Çünkü Leninizm’den vazgeçilmiştir, mesele bundan ibarettir. Boşuna “taş devri Leninizmi” kavramları sağda solda kullanılmadı. İlkini Nabi Yağcı söylemişti, bugün yine aynı kavram kullanılıyorsa aman dikkat ediniz… Biri trajedi oldu diğeri komedi olacaktır. “Sosyalizmi tasfiyeciliğin” kılıfı tam da bu sözlerin altında yatan zihniyetten başkası değildir.

Gericilik ve HDP mi? Bu durum nasıl yok sayılabilir ki? Kutlu doğum haftası kutlamak, demokratik İslam Kongresi toplamak, Şeyh Sait’i sahiplenmek, türbancıları milletvekili yapmak, şeriatçılarla ittifak kurmak gibi bir dizi somut olgunun sahibi bir Kürt siyasi hareketi ve gerçekliği var karşımızda. Bütün bunlar ortada iken gericiliğe prim veren HDP ile ittifak yapmak istemek, hatta Kürt siyasi hareketi ile ittifakı merkezi bültenlerine yazıp sonra da bugün laiklik için mücadele yürütmek oportünizm değilse nedir? Siyaset yapmaktan bunu anlayanlara bizim sözümüz devrimci siyaset olmaktadır.

Sosyalizm, sermaye karşıtlığıdır, kapitalizme karşı mücadeledir. TÜSİAD ile el sıkışanlara ittifak yapmayı önereceksiniz, bunun utangaç formülasyonu olarak HDP’ye oy atmaya çağrı yapacaksınız, oy çalışması yapacaksınız, bugün komünistlik konusunda ise mangalda kül bırakmayacaksınız. Olmaz. Ontolojik olarak mümkün değil.

Liberal virüs dediğimizde kızanlar, “Barış Bloku”na girilmesi gerekir diyenlerdi. Şimdi de laiklik diyerek gülünç olunmaktadır. Unutturulmak istenen gerçekler işte bunlardır.

Şimdi de “HDP mazlumluğundan”, HDP’ye karşı Meclis’ten geçen dokunulmazlıkların kaldırılmasından tutamak noktası oluşturarak “bakın gördünüz mü biz HDP’ye oy atarken AKP ile HDP arasında anlaşma olmayacak demiştik” diye sosyal medya paylaşımlarıyla işin içinde çıkmaya çalışıyorlar. Asıl konular bir kez daha halı altına süpürülmektedir.

Tam bir Şener Şen repliğidir. “Tamam, yaptım ama bir sor niye yaptım…”

HDP’ci solun düştüğü durum bundan ibarettir. Bu ülkenin devrimci, Leninist komünistleri bu tutarsızlığa prim vermemelidir. Verilmeyecek. Herkes kendi tarafına… Komünistler bu yana, liberaller öteye…

Bu siyasal çizgi, Podemos’tan, Syriza’dan ilham almaya devam ediyor hala…

Birileri de yoluna devam ediyor hala…