Bir sanal dünya

Bildiğiniz üzere ülkemiz gelecek mücadelesi vermek yerine geçmişi özlemle anmaya daha eğilimlidir. Bu eğilim, geçmişte yapılan bayram ziyaretlerinden tutun da tekrar Mustafa Kemal gibi bir karakterin bekleniyor olmasına kadar geniş bir yelpazede kendine yer buluyor. Böyle bir durumda da akla şu soru geliyor: Madem ki geçmişe bu kadar özlem duyuluyor, geçmişi bugüne taşıyabilmek için kim... View Article

Bildiğiniz üzere ülkemiz gelecek mücadelesi vermek yerine geçmişi özlemle anmaya daha eğilimlidir. Bu eğilim, geçmişte yapılan bayram ziyaretlerinden tutun da tekrar Mustafa Kemal gibi bir karakterin bekleniyor olmasına kadar geniş bir yelpazede kendine yer buluyor. Böyle bir durumda da akla şu soru geliyor: Madem ki geçmişe bu kadar özlem duyuluyor, geçmişi bugüne taşıyabilmek için kim adım atıyor? Ya da atılıyor mu? Ya da bugün kapitalizmin, emperyalizmin, gericiliğin tüm vahşiliklerini yaşadığımızı söyleyip, bir gün “insanlık bitti” ertesi gün “insanlık ölmedi” gibi yaklaşımlar geliştiriyorsak, ileriye yönelik tasavvur ne üzerinden şekilleniyor?

Bu sorunun basit ve sade nedenleri olabilir: Kapitalizmin düsturu olan “her koyun kendi bacağından asılır” söyleminin somutlanması ile ortaya çıkan yalnızlık ve bu yalnızlık ile başlayan “an”lık yaşam, “an”lık refleksler… ve sonucunda insani duyguların yitip gitmesi, mücadelenin “güç”, “cesaret” gibi kavramlara indirgenmesi…

Jose Saramago’nun Ölümlü Nesneler kitabının Nesneler adlı öyküsünde tam da böylesi bir toplumda yaşayan bireyi anlatır. İnsanların dahi nesne haline getirildiği bir toplumu anlatan öykünün sonunda isyan başlar ve “İnsanlar bir daha asla nesnelerin yerine konmayacak.” denilir. Yok olan şehri tekrar baştan sona inşa etmenin sözü verilir.

İşte tam da bu noktada sosyal medyanın hayatımızdaki rolü, kullanımına göre insanı nesneleşmeye kadar itebilecek bir aracı akla getirmek mümkün.

Sosyal medya hayatımıza girdiğinden beridir yalnızlığımızı onunla kapatmaya çalışıyoruz. Reflekslerimizi, tepkilerimizi o sanal dünyada vermeye, duygularımızı birkaç cümle ile yazmaya çalışıyoruz.

En önemlisi de sosyal medyanın bir ego tatmini haline gelmesi ve bu tatmin olma durumunun gerçek hayatta karşılığının olmaması. Herkesin kendi sanal dünyasını yaratmasından bahsediyoruz.

Düşünün ki, “yöneticisi” olduğunuz dünyanızda ne kadar çok şiir paylaşırsanız o kadar şair, ne kadar haber paylaşırsanız o kadar politik, ne kadar müzik paylaşırsanız o kadar müzisyen, ne kadar Mustafa Kemal fotoğrafı paylaşırsanız o kadar Kemalist, ne kadar katliamları, ölümleri lanetleyebilirseniz “vicdanlılığınızdan” ötürü o kadar “insan” oluyorsunuz. Elbette dünya sanal olduğu için verilecek örneklerin sınırı da yok. Öfkenizi, sevincinizi, utancınızı, gülümsemenizi, tepkinizi, devrimci yumruğunuzu, aşkınızı, mücadelenizi gerçek dünyadan koparan bir sanal dünya…

Tehlike ise, sanal dünya ve gerçek dünya arasındaki uçurumun giderek derinleşmesi. Abartarak söylersek, sanal dünyanın gerçek dünyaya hakim olmasına izin verilmesi. Bunun en somut göstergesi ise “sanal baskı”. Mesela “takipçi” sayınız çoksa günün yaşanan önemli olayı hakkında “zaman tüneli”nizde yorum yapmak zorundasınızdır. Yoksa “takipçi” sayınız azalacaktır. Ama yalnızlaştırılan bir dönemde kimse “arkadaşlar”ını kaybetmek istemez. Zaten asıl mesele de kaç kişinin sizi “takip ettiği”dir. Bu sayı arttıkça siz iyi bir “yönetici”sinizdir ve herkes yaptıklarınızı “beğenir”. Ne kadar “beğeni” alırsanız da o kadar cesur “paylaşım”lar yaparsınız… Ama bunların hepsi “an”lıktır.

Zaman tüneli, sohbet, yönetici, arkadaş, paylaşım… Gerçek hayatta olamayan şeyler üzerine kurulu bir dünya.

“An”lık yaşayabildiğiniz bu dünya ister istemez gerçek hayatla kesişmeye başlıyor. Ama etkisizliğe mahkum olan yine gerçekler oluyor. Haberlerin başlıkları okunup geçiliyor, görüntüler izlenmeden alkış tutuluyor, müzikler dinlenmeden beğeniliyor, yazılar okunmadan yapılan alıntılarla geçiştiriliyor, eylemler yumruk sembolü yapılarak destekleniyor… Birkaç saniye sonra ise tüm bu hisler yok olup gidiyor. Hızlı cevaplar, tepkiler verip hızlı yorulmalar başlıyor. Ve gün sanal dünyanızda göstermiş olduğunuz birbirinden farklı duyguların karmaşıklığı ile son buluyor. Ertesi gün zaman tünelinizde yepyeni bir sayfa açılacaktır nasılsa!

Peki ya dokunmak? Dünyaya geldiğinizde size dokunan tenden sonra ölüm döşeğinde elinizi tutacak birisinin olması özlemi…

Tam da bunun için, insanlığın en güzel paylaşımları yapmasını sağlamak için gerçek olanda mücadele edilmeli, hesap sorulmalı.

Cesaret mi? Sanal dünyanızdaki yönetici kimliğinizi bir kenara bırakın ve yavaş yavaş öze dönerek gerçek dünyanın gerçek insanı olun. Gerçekte görecekleriniz ise baştan sona geleceği kurmak için inşa etmeniz gereken ve bolca emek isteyen yangın yerine dönmüş bir ülke…

Not: Yapılan eleştiriler sosyal medyanın varlığına değil, kullanımına dairdir.