Bir kez daha: Üniversiteye "Haçlı Seferi"...

Harun Kara, üniversitelere dönük gerici saldırının geçmişini ve bugününü yazdı.

Bir kez daha: Üniversiteye

Harun Kara

Üniversiteye Haçlı Seferi… Belki hatırlayanlarınız vardır, bu başlık 2007 Aralık ayında çıkan Düşünce ve Eylem dergisinin kapağında yer alıyordu. YÖK koltuğuna adını daha sonrasında çok duyduğumuz Yusuf Ziya Özcan’ın getirildiği tarihlerde çıkartılmıştı bu sayı. Yalnızca Yusuf Ziya Özcan’ın YÖK başkanlığına getirilmesi değildi elbetteki tek sebebi. Ülkemizin bütününde olduğu gibi üniversitelerde de gerici-liberal bir saldırının 2007 seçimleri ile beraber güç tazeleyen AKP eliyle ikinci dalgası başlamıştı. Bu saldırı dalgasının en önemli ayaklarından biri şüphe yok ki üniversitelerdi.

Bugüne kadar Türkiye’nin gördüğü büyük kadro yapılanmalarından birine sahip olan Gülen cemaati, bu yapılanmaları besleyecek yeni “rezervler” yaratmak için özellikle YÖK’te büyük bir saldırıya kalkışmıştı. Zaten yıllardır neredeyse tüm devlet kurumlarına kök salan bu gerici yapılanma artık “Çeşitli dernek ve STK’lar” ile değil AKP iktidarından aldığı güç ile devlet okullarına, üniversitelerine, MEB’e ve YÖK’e doğrudan müdahale etme, buralarda kadrolaşma yani kısaca bizim tanımladığımız gibi bir “Haçlı Seferi”ne girişmişti.

O günlerde bu başlığı kullanmamız hayli ilgi çekmiş ve gündem konusu olmuştu. Haçlı Seferi benzetmesinin oturduğu zemin bizim açımızdan çok basit bir denklem ile açıklanabilir: Emperyalizm+gericilik+liberalizm… Bu üçlemenin açık bir saldırısı altında iken bu başlığı bulmak elbetteki çok zor olmamıştır. Ortalama bir üniversite öğrencisin zaten üniversiteye girene kadar dershanelerden, yurtlara kadar hemen hemen her yerde karşısına çıkan bu yapılanma artık açık bir şekilde YÖK başkanı atayabilecek bir hal almıştı.

Elbetteki bunun için de Yusuf Ziya Özcan gibi biri düşünülebilirdi ancak. Bu kısmı açıklamakta fayda var. Yusuf Ziya Özcan emperyalizmin simgeleştiği NATO ve AB gibi bir çok suç örgütüne projeler hazırlayan ve imza atan, emniyet ile ilgili araştırmalar yapan ve bu araştırmaları cemaat bağlantılı isimler ile ortak geliştirip polis içerisindeki cemaat yapılanmasına omuz veren biridir. Elbette ki dahası var, bugün üniversitede olan herkesin bildiği hatta unutamadığı YGS’de şifre skandallarının arkasındaki Ali Demir’e koşulsuz sahip çıkan, koltuğa oturduğu günden itibaren bir soruşturma terörü ile anılan ve daha birçok suçun altında imzası olan Yusuf Ziya Özcan bu geçmişi ve verdiği teminatlar ile beraber 12 Eylül ile birlikte gelen YÖK koltuğunu en çok hak eden kişiydi.

12 Eylül ile birlikte üniversiteleri bir baskı ortamına çeviren, üniversitenin tüm ilerici unsurlarını törpülemenin aracı olan adeta bilimsel eğitimin düşmanı haline gelen YÖK böylece bütünüyle bir gerici yapılanmaya teslim edilmişti. Ve bu isim Amerika’ya, iktidara ve sermayeye verdiği sözler ile getireceği günlerin teminatını oluşturmaktaydı.

* * *

Derginin Aralık sayısı çıkar çıkmaz İstanbul Üniversitesi başta olmak üzere bir çok üniversitede dinci gerici örgütlerin saldırısı ile karşılandı.

Bu saldırıların nedenini özellikle bugünden bakarak okumak çok zor değil. AKP, iktidara geldiği ilk günden itibaren memlekette olduğu gibi üniversitelerde de her türlü dinci gerici yapılanmanın önünü açmış, beslemiş hatta devlet içerisinde bir çok kuruma ya doğrudan yerleştirmiş ya da buralarda kök salmasına göz yummuştur.

İster Gülen cemaati, ister başka gerici yapılanmalar olsun bunların hepsi AKP iktidarı ile beraber soluk almanın ötesine geçmiş, türemek için en elverişli ortamlardan birine kavuşmuştur. Bu sebeplerden dolayı “en radikalinden, en ılımlısına” tüm dinci gerici örgütlerin Düşünce ve Eylem dergisine ve özellikle bu başlığa karşı çıkması en azından bizim açımızdan şaşırtıcı olmamış, kolayca anlaşılabilmiştir.

Aynı saldırılar yıllar boyu artarak ve boyut değişerek devam etmiştir. Aslında kısa bir süre ile ifade edebileceğimiz yakın bir tarihte, yıllarca ülkenin dört bir yanında Amerikancılığı, dinci gericiliği ve liberalizmi savunan, bunu “ılımlı İslâm” ile örtbas etmeye kalkışan bu iki gerici yapı karşı karşıya gelmiş ve 15 Temmuzda gerçekleşen darbe girişimi ile beraber bambaşka süreç ortaya çıkmıştır.

Bugüne kadar ülkemizde iyi ve güzel olan ne varsa savaş açmış olarak tanımlayabileceğimiz bu iki yapı karşı karşıya gelmiştir. Kavganın boyutu, tarafların acımasızlığı 15 Temmuz ile beraber daha da açığa çıkmıştır. Niyetim kavganın içeriğine nedenlerine dair bir yazı kalem almak değil, ayrıca Gazete Manifesto’da bugüne kadar yayınlanan diğer yazılara güvenerek bu kısmı es geçiyorum. Ancak sonuçlarına ve karşımızda çıkardığı yeni süreçlere karşı gözümüzü kapatmamız mümkün değil.

Her iktidar koltuğa oturduğu ilk günden itibaren kendi sac ayaklarını yapısallaştırır, köklerini derinleştirir. AKP de öyle yaptı, kendi sermayesini, kendi cemaatlerini ve emperyalizm ile kurulmuş yeni ilişkileri getirdi. Gülen cemaati de yıllarca buradan palazlandı ve dindar bir gençlik yaratma hülyası ile beraber özellikle eğitim alanında yapısallaştı. Öyle ki 15 Temmuz’un çok öncesinden başlayan bir tasfiye sürecinin bile yetersiz kaldığı, 15 Temmuz sonrasında sayısı binleri bulan işten çıkartmalar ve görevden uzaklaştırmalar ile nihayete vardırılmaya çalışılan bir süreç devam etmektedir.

Burada söylediğimiz yanlış anlaşılmasın tasfiye kelimesini kullanırken burada gericiler arasından gerici seçmek “taraf tutmak” gibi bir niyetimiz elbetteki yok. Dikkat çekmek istediğimiz başka bir yan var. Yıllar boyunca bizim cenaha, memlekete beraber saldıran bu iki gerici yapıdan biri ezileni diğeri kandırılanı oynamaya başladı.

Bugüne kadar sayısız hukuksuzluğun altına beraber imza atan AKP ve cemaat bugün demokrasicilik oynamakta bunun ötesinde ülkeyi kan gölüne çevirmekten de geri durmamaktadır. Ne yazık ki Türkiye’nin bugün içinde olduğu bu durum bizim açımızdan yine anlaşılabilir duruyor. Bunun nedeni ise açık, emperyalizmden, gericilikten, sermaye düzeninden ve onun temsilcilerinden başka bir şey beklenemezdi.

Sonuç olarak tablo herkes tarafından görülmektedir. Düne kadar “bu yollarda” beraber yürüyen iki gerici yapılanmadan biri diğerini tasfiye ediyor.

Darbe sonrası gerek işleyen siyasi süreçler ile, gerek OHAL süreci ile beraber kendinde sınırsız yetki bulan AKP darbe girişiminin ardından kendi darbesini gerçekleştiriyor.
AKP, Kanun Hükmünde Kararnameler ile beraber darbe girişimine bulaşanları görevden almanın arkasına sığınarak yüzlerce ilericiyi de tasfiye etmektedir.

Önümüzde günlerde bu haksız ve hukuksuz saldırının artarak süreceğinden şüphemiz bulunmuyor. Birçok alanda ilericilere karşı girişilen bu saldırı AKP’nin darbeci cemaatten farkı olmadığını göstermektedir. Bu somut bir çıktıdır.

Buradan hareketle ve diğer somut verilere baktığımızda da bazı başlıklar önümüze gelmektedir. Birbiriyle bağlantılı iki başlığa dikkat çekmek istiyorum. Birincisi şudur: Bu süreç ile beraber ciddi sayıda bir kadro boşluğu oluşmuştur. Bu bize belirli kriz dinamiklerini işaret edeceği gibi bu açığın kapatılması için girişilen ve girişilebilecek ikinci başlığa götürecektir. AKP hem kendi kadroları, hemde diğer cemaat ve tarikatlardan devşirilen kadrolar ile bu boşluğu doldurmaya çalışacaktır.

Bu tahminin gerekçelerini daha da detaylandırmaya gerek yok sanırım. AKP’nin yaptıkları yapacaklarının teminatıdır. Özellikle eğitim alanında gerçekleşen ve halen devam eden bu dönüşüm bizim için daha çetin bir sürecin habercisidir. Karamsar bir tavır olarak algılanmasın ama kavga ne kadar sertleşirse kriz dinamikleri de bir o kadar ortaya çıkar.

Devam ederken görülmesi gereken şeyler var: Ülkede kavga verilmesi gereken en büyük başlıklardan biri gericiliğe karşı mücadeledir. Bu gerici iktidara karşı amasız fakatsız bir laiklik mücadelesini başa yazmak lazım. Burada tereddüt eden kaybeder karşı safa geçer. Bu bir not olsun.

Yukarıda verdiğimiz notun can bulabileceği yegane zemin ise bugün ancak ve ancak sosyalizm mücadelesi olacaktır. Sermaye diktatörlüğünü ve emperyalizmi içine katmadığımız bir denklem, bunları dahil etmediğimiz bir kavga bugün kaybedilmeye mahkumdur.

Bu sebepten dolayı üniversite mücadelesi artık Türkiye’nin sahip olduğu siyasal konjonktür ile beraber yeni bir boyut kazanacaktır. Yeni haçlı seferine ve doğal olarak kavgaya hazır olalım.

Ve yeter ki sosyalizmin bayrağını elden düşürmeyelim!