Bir "bozuk plak" olarak Bülent Uluer

Dev-Genç'in eski liderlerinden Bülent Uluer'in geçtiğimiz günlerde Al Jazeera Türk'ten İrfan Bozan ile bir röportaj yaptı.

Bir

Dev-Genç’in eski liderlerinden Bülent Uluer’in geçtiğimiz günlerde Al Jazeera Türk’ten İrfan Bozan ile bir röportaj yaptı.

Uluer, “Siyahların sorunu sınıfsal değildir, kadınların sorunu sınıfsal değildir, cinsel tercihlerini muhtelif şekilde kullananların tercihi sınıfsal değildir. Her şeyi sınıfa indirdiğiniz zaman hakikaten çok daralırsınız.” diyerek işçi sınıfını unutup herkesin kimlik siyasetine yoğunlaşması gerektiğini vaaz ederken solun bir kesimini de “devlet ve onun egemen ideolojisi Kemalizm ile bağını arttırdı” suçlamasını sürdürdü.

Uluer 20 yıl sonra aynı şeyleri söylüyor

Röportaj, bir yandan 1995 yılı Aralık ayındaki Mehmet Ali Birand’ın 32. Gün programında yapılan meşhur Doğu Perinçek, Ertuğrul Kürkçü ve Bülent Uluer’nde bulunduğu tartışmada İşçi Partisi’ne karşı bir ay kadar sonra kurulacak Özgürlük ve Dayanışma Partisi’ni kastederek sarf ettiği “Bir devlet partisinin fraksiyonları olacak bir de bizim partimiz olacak” sözlerini akıllara getiriyor. Uluer’in aradan geçen 20 yıldan uzun sürede yeni bir şey söylemiyor ve bir “bozuk plak” olarak aynı şeyleri tekrarlamayı sürdürüyor.

Tarih Uluer’in hatırladığı gibi mi?

Bülent Uluer, “Türkiye’de sol neden bir iktidar alternatifi olamıyor?” sorusuna verdiği cevapta tarihi de baştan yazıyor. “Neden Yunanistan’da, İspanya’da, Fransa’da, Almanya’da sol başarı elde edebiliyor, ya da iyi muhalefet olabiliyor da burada olmuyor. Bu ülkelerin hepsinde cuntalara, faşizme karşı direnme gelenekleri var.” gibi 12 Mart ve 12 Eylül sonrasında, esas olarak kendisininki de dahil, Türkiye solunun mücadelesini görmezden gelmeyi tercih ediyor.

Dahası, “Syriza faşizme, cuntaya direnme geleneği olan bir hareket, tesadüfi bir hareket değil.” derken 2004 yılında kurulan ve 2012 yılında partileşen Syriza’yı 1974 yılında sona eren Yunanistan’daki son cuntayla mücadele ettiğini söyleyerek tarihi unuttuğunu gösteriyor.

“Sınıf daraltır kimlik politikalarına yoğunlaşılmalı”

Sosyalizm ideolojisinin, sınıfın ideolojisi olduğunu ve egemenlere karşı en alttakilerin savunulması gerektiğini söyleyen Uluer, laf lafı açınca ise bu sözünü unutup kimlik siyasetine batıyor. Uluer, Türkiye’de sosyal demokratlar, radikal demokratlar ve sosyalistler için reçeteyi “Türkiye’de herkes kimlik politikaları üzerine yoğunlaşmak mecburiyetinde.” diye vererek başlarken kimlik politikaları içinse “İktidar getirmeyebilir ama çok başarılı bir muhalefet olmanız sağlanabilir. Her şeyi iktidar olmak için yaptığınız taktirde yalan söylemek durumunda kalabilirsiniz.” gibi bir anlam ifade etmeyen sözler söylüyor.

Uluer, sınıftan kaçışını “Kimlik ve sınıfı birbirinden ayırmayalım, kimlik ile de sınıf politikaları ile de beraber yürüme şansımız vardır. Şunu bilmek gerekir ki, toplumda her şey sınıfsal değildir. Siyahların sorunu sınıfsal değildir, kadınların sorunu sınıfsal değildir, cinsel tercihlerini muhtelif şekilde kullananların tercihi sınıfsal değildir. Her şeyi sınıfa indirdiğiniz zaman hakikaten çok daralırsınız. Diğer insanların haklarını da heba edersiniz.” diye sürdürüyor.

“Sosyalistler iktidar olmayı hedeflemekten vazgeçsin, dinle barışsın”

Bülent Uluer, “Solun, hemen kazanma, iktidar olma iddiasından da vazgeçmesi gerekiyor. Biz topluma bir proje sunalım, toplumun içinde yaşayarak, onlarla beraber proje üretelim. Biz bir proje üretip, ‘bakın, size ne güzel reçete hazırladık, gelin yapalım’ dememeliyiz.” diyerek sosyalizmi iktidar perspektifi olmayan düzen için “evcilleşmiş” bir hale sokmayı ise bir fikirmiş gibi sunuyor.

 

“Sosyal demokrasinin dahi olmadığı bir yerde solun gelişebilmesi çok zor.” gibi yine hiçbir şey açıklamayan ve düzen içi seçenekleri işaret eden Bülent Uluer, sosyalist sola çıkış yollarından biri olarak Müslümanlık ve din konusunda bilgisini geliştirmek olarak gösteriyor. Uluer’in iddiası bunlar bilinmezse Kastamonu’da hiçbir şey anlatılmayacağı, köy kahvelerinde kimsenin solu dinlemeyeceği.

“Solda hayırlı ve gerçek bir bölünme yaşanıyor”

Sosyalist solun sorununu, devletle olan bağını tamamen kesmemek olarak gösteren Uluer, Kürt sorunu gibi sorunlara gelindiğinde geriye doğru gidildiğini iddia ediyor.

Solda devletle bağ ve Kürt sorunu üzerinden bir bölünmenin yaşandığını iddia eden ve bunun hayırlı ve gerçek olduğunu da öne süren Uluer, taraflarının kim olduğunu açıkça söylemese de “Öbür taraf devletle ve onun egemen ideolojisi Kemalizm ile bağını artırdı, diğer tarafsa bu bağını asgariye indirdi, tamamen koptuğunu söylemek zor ama kopma yoluna girdi. Biz bu günlerde bunu yaşıyoruz. Bu hızla da derinleşecek.” diyerek kendi hayallerini de gerçekmiş gibi sunmayı ihmal etmiyor.

 

Kemalizm ile gölge boksu

Uluer röportajın devamı boyunca Kemalizmle gölge boksu yaparken “Türkiye’deki siyasetin geleneği ittihatçılıkla başlamıştır. Bunun öncesi de Jön Türkler hareketi ile başlamıştır. Türkiye’deki siyaset de ittihatçıların kaputundan çıkmıştır. Bu sadece sol için de geçerli değil, bu sağ için de geçerlidir. İtilafçılar da, İttihatçılar kadar ittihatçıdırlar. Mehmet Akif de ittihatçıdır, Mustafa Suphi de ittihatçıdır.” diyerek liberalizmin tarih masalını da sürdürüyor.

Uluer, röportajda, Türkiye’de sosyalist hareketin büyüyememesinin en önemli nedeninin “Kemalizmle bağlantısını koparamaması” olduğunu söylerken “Bir solcu; Marks’ı, Engels’i, Lenin’i tabii ki bilecek ama, Gazali’yi, İbn-i Rüşd’ü de bilecek. Eğer bunları bilmiyorsanız, bu toplumda büyük bir kesimle bağlantı kuramazsınız” diye konuşuyor.

Uluer’den CHP’ye “kurtuluş reçetesi”

Uluer, CHP’ye de yol göstermeye çalışarak “CHP sosyal demokrat bile olmamış bir harekettir. Yani, bizim bir Willy Brandt’ımız, bir Mitterrand’ımız olmadı. Ecevit de buna dahil. Ecevit’in sosyal demokrasi terimini kullanmak istememesinin nedeni, sosyal demokrasinin enternasyonale bağlı olduğunu ve Marksizm kökenli olduğunu bilmesindendir.” diyor.

Bülent Uluer, “CHP’nin muhafazakâr politikacılara alan açarak kendisine mesafeli duran mütedeyyin kitlelerle barışma adımı mı?” sorusuna cevaben CHP’ye “O barışmanın böyle olacağını zannetmiyorum. Sağdaki bir takım insanları bünyenize alarak barışmayı sağlayamazsınız. Barışacaksanız, mütedeyyin insanlar üzerinde kullandığınız kelimelere, toplumla kurduğunuz irtibatta ki dilinize, davranış biçiminize dikkat etmeniz lazım.” diye eleştiri getiriyor.

Öte yandan bir süre sonra, “Eski Diyarbakır Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu CHP’de milletvekili, Milli Görüş Hareketi’nin önemli isimlerinden Mehmet Bekaroğlu CHP’den davet aldı, partili oldu. Bu çabaları nasıl okumak lazım?” sorusuna ise “Çabalar var, haksızlık etmemek lazım ama bir yere kadar geliyorlar. Bir yere kadar geldikten sonra o söylediklerini tamamen reddeden başka bir yere gidiyorlar. Gelip gelip geri gidiyorlar. Tabanlarından ürküyorlar. Oysa bundan ürkmemek lazım. Kemal Kılıçdaroğlu, Dersim katliamını kabul etmiyor.” diyerek kendisiyle çelişiyor.

Uluer “bozuk plak” mı “mesih” mi?

Bülent Uluer, röportajında Türkiye’de liberalizmin uydurduğu ve radikal demokrasiye bağlanan tarih ve siyaset tezlerini aklına geldiği gibi sıralıyor. Sınıfın yerine kimlikleri koyan Bülent Uluer 20 yıl önce 32. Gün programından bu yana aynı şeylerin söylenmesine rağmen bir arpa boyu yol alınamamasına dair bir şeyler söyleme ihtiyacı ise duymuyor.

Türkiye’de sosyalizmin güncelliğinden korkan aynı tezlerin tekrar tekrar servis edilmesi ise ancak kabak tadı veriyor.