“Barış” dendiğinde pusulası şaşanlara hatırlatma: Mahmut Dikerdem

Yazarımız Umut Kuruç, Türkiye Barış Derneği'nin kurucu Genel Başkanı Mahmut Dikerdem'i andığı yazısında emperyalizme ve sermaye egemenliğine karşı mücadelenin önemine vurgu yaptı.

“‘Yenilenme’ye ayak uydurma humması sizi demokrasinin erdemlerini sayıp dökmeye, demokratik rejime bağlılığınızı vurgulamaya, kurulu düzenin bekçileri olan siyasal partilere güvence vermeye ve onlarla ‘ulusal mutabakat’ aramaya iteliyor. (…) Çoğulcu demokrasi adına 40 yıldır egemen sınıfların dayattığı diktayı, baskı ve işkence rejimini yaşayanlar bunlar ve önceki kuşaklar değil mi? Diye kendime soruyor ve bugün hidayete nasıl erdiğinizi doğrusu merak ediyorum. ‘Dünya değişiyor, biz de değiştik, artık aranıza alabilirsiniz’ biçimindeki mesaj size yarar sağlayacak mı bilmem ama topluma zarar vereceğinden eminim. Çünkü emekçi yığınların önünde duran son umut bilimsel sosyalizmdir.”
(Mahmut Dikerdem, Tüm Korotiçlere Açık Mektup, 1990)*

Ülkemiz AKP tarafından emperyalizmin bölgemizde kurduğu savaşın göbeğine son sürat sürükleniyor.

5 yıldır cihatçı yobaz çeteleri besleyip büyüten, ülke sınırlarından Suriye’ye ihraç ederek Suriye halkının katliamından sorumlu olan AKP iktidarı kana doymak bilmiyor. IŞİD bahanesiyle ÖSO’nun yanına bir de TSK’yı katarak Rakka’ya inme hayalleriyle Cerablus’a giriyor. Bu da yetmiyor, Erdoğan Irak’ın Başbakanı’na “Sen benim muhatabım değilsin, karatımda değilsin, kalitemde değilsin. Biz (Musul’da) bildiğimizi okuyacağız.” diyerek daha fazla savaş çığırtkanlığına girişiyor.

Öte yandan bu resmin, her gün onlarca yoksul emekçi gencin öldüğü, ülkemizin dört bir yanında bombaların patladığı, insanların katledildiği diğer yüzünü yaşıyoruz hep birlikte.

Emperyalizmin Ortadoğu’da yeni haritaları hedeflediği siyasetin vurucu güçlerinin, tarihte farklı varyasyonları bulunan gerici örgütlenmeler olduğunu artık tekrar etmeye gerek var mı bilinmez. Ancak bunlar, sadece vurucu güç olmakla kalmıyor, gerektiğinde mayın eşeği olarak da işlevlendiriliyor. El Kaide gibi, Taliban gibi, Hamas gibi, IŞİD ve benzerleri gibi…

Bütün bunlar olurken, 3 Ekim 1993’te kaybettiğimiz Türkiye Barış Derneği’nin kurucu Genel Başkanı emekli büyükelçi Mahmut Dikerdem’i hatırlıyor muyuz?

1977 yılında “Doğu Akdeniz ve Ortadoğu bölgesinde yaşayan halklar arasında gerginliği arttırmak için emperyalizmin giriştiği oyunlar tehlikeli boyutlara ulaşmıştır (…) Adaletli ve kalıcı bir barışa varmak için sömürü düzenine ve savaş kışkırtıcılarına, emperyalizme ve faşizme karşı savaşım vermek zorunluluğu vardır” diyen Dikerdem, çok basit bir doğruyu da dile getiriyordu: Sömürü ve savaş emperyalizm denen canavar ananın ikiz çocukları gibidir.

Yani, hamasi bir “barış” söylemi ve “mücadelesi” değildir yürütülecek olan. Bunun çok ötesidir; emperyalizm ve sermayeyle tam boy kavgadır.

Emperyalizmin 1960’larda, 70’lerde, 80’lerde Türkiye’de, 1979’da Afganistan’dan başlayarak bölgede besleyip büyüttüğü, bugün başta Ortadoğu olmak üzere emekçi halkların başına bela ettiği gericilikle kavga demektir barış mücadelesi.

Yani, emperyalizmin üslerine ve askerlerine gerici çetelerle mücadele adına kucak açmak, onun topunu, füzesini, silahını kuşanmak değildir özgürlük ve barış mücadelesi. Ya da bu ittifakı bir “devrim” süreci olarak görmek de değildir halklar için barış istemek.

Kafalar bu kadar karışmışken, Mahmut Dikerdem’i daha sık anmalı ve anlamalı galiba. Bakın, 1978 yılında ne diyordu Dikerdem:

“ABD Başkanı’nın Avrupa’da ve Ortadoğu’da bir istikrarsızlık durumu yaratacağı belli olan girişimlerine ısrarla direnmek barış güçlerinin güncel ödevlerinin başında gelmektedir (…) Emperyalist hesapların, oyunların odaklaştığı Filistin, Lübnan, İran, Kıbrıs halklarının emperyalizmin çıkarlarına feda edildiği bir bölgede ve dönemde yaşamaktayız. Ülkemize de dayatılmak istenen Amerikan Barışı’nın (Pax Americana) neye mal olacağını anlatmak barış güçlerine düşmektedir.”

O gün olduğu gibi bugün de bunu atlamak, yok saymak, tarih önünde hesap vermeyi de getirecektir, unutmamalı.

Türkiye Barış Derneği’nin kurucusu, genel başkanı Mahmut Dikerdem barış mücadelesini böyle kurdu, büyüttü ve yürüttü…

12 Eylül cuntasının mahkemelerinde de genetik kodlarına anti-komünizmin işlediği Dışişleri Bakanlığı’nda büyükelçi olarak da böyle direndi.

Emperyalizme ve sermaye egemenliğine karşı yürütülmeyen barış mücadelesi olmayacağını sürekli hatırlatan Mahmut Dikerdem, vasiyeti üzerine 1993’ün Ekim ayında Söğütlüçeşme’den maden işçilerinin omuzlarında sonsuzluğa uğurlandı.

İlkelerinden ödün vermeden, kendini halkına ve en başta da Türkiye işçi sınıfına sorumlu hissederek, bunun için mücadele ederek onurlu bir aydın olarak yaşadı Dikerdem. Bugün aydın olma iddiası taşıyanlar üzerlerine alınırlar mı bilemem…

“Ben öyle bir yere girdim ki, orada işçi sınıfının güvenini kazandım. Benim hayatımın en büyük ödülüdür. İşçi sınıfı beni çok kısa zamanda ayakta alkışlayacak kadar güvendi (…) Bir de o ilk gece şeyde yattığım zaman, hayatımın taçlanmasıdır dediğim Selimiye’de. Budur işte.” (M. Dikerdem 1986)
*1989 yılında Türkiye’yi ziyaret eden ve Gorbaçov’un danışmanı olan SSCB Milletvekili, Ogonyok Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Vitali Korotiç’e atıfla yazılmıştır.