"Arap Baharı"ndan "Darbe"ye, Tunus'tan Türkiye'ye

H.Murat Yurttaş yazdı: "Arap Baharı"ndan "Darbe"ye, Tunus'tan Türkiye'ye

Tunuslu Muhammed Buazizi bir seyyar satıcıydı. 17 Aralık 2010’da zabıtalar tarafından el konulan mallarını geri almak için valiye gitti. Vali kendisiyle görüşmeyi reddedince bir bidon benzin aldı, valilik binasının önünde “hayatımı kazanmamı nasıl bekliyorsunuz” diye bağırarak benzini üzerine döktü ve kendini ateşe verdi.

18 gün sonra hayatını kaybetti. 24 yıldır iktidarda olan Zeynel Abidin Bin Ali ise onun ölümünden sonra 10 gün dayanabildi. Suudi Arabistan’a sığındı.

Sonradan ABD Dışişleri Bakanlığı’nın dergisi Foreign Policy tarafından “Arap Baharı” olarak adlandırılmaya başlayan süreç böyle başlamıştı. Suudi Arabistan gibi bir kaç istisna dışında tüm Arap dünyasına yayılan, Mısır’da Hüsnü Mübarek, Libya’da Muammer Kaddafi ve Yemen’de Ali Abdullah Salih’in iktidar indirilmesiyle devam edecek bir süreçti.

* * *

Aradan geçen 5,5 yıldan uzun sürede bugün Suriye’de, Yemen’de ve Libya’da savaşlar sürüyor.

2010’nun sonunda 1848 Devrimleri ile kıyaslanan Arap dünyasındaki isyanlar aradan bir yıl geçmişken ABD gazetesi Washington Post’un başlattığı akımla şimdilerde “Arap Kışı” oluverdi.

Tunus’ta ve Mısır’da İslamcılar ancak bir yıl iktidarda kalabildi. Tunus’ta Ennahda seçimlere gitmeyi kabul ederken Mısır’da Müslüman Kardeşler oldukça kanlı bir şekilde iktidardan devrildi. Müslüman Kardeşler’in arkasından Tunus’tan Ennahda ve Türkiye’den AKP dışında ağlayan olmadı ve bugün Müslüman Kardeşler artık bir terör örgütü.

* * *

Bir parantez açalım. “Arap Baharı”nın ne anlama geldiği, emperyalizmin “bahar” planlarının ne olduğunun anlaşılması için Bahreyn’e bakmak yeterli. İsyanın ilk gününden itibaren yok sayılan ve daha sonra Suudi Arabistan öncülüğünde Körfez ülkeleri koalisyonu tarafından işgal edilen Bahreyn’in “Arap Baharı”nda ABD ve Avrupa’da yankı bulmamasının sebebi açık ki ayaklananların Şii olmasıydı. Bahreyn, Irak ile birlikte nüfusunun çoğunluğunu Şii Arapların oluşturduğu iki ülkeden biridir.

“Arap Baharı”, emperyalizmin Ortadoğu haritasını şekillendirmesi için siyasal İslam’ın araçsallaştırılması idi. Somut olarak bir Şii hilali veya ekseninin, yani İran’dan Lübnan’a kadar Şii yönetimlerinin oluşmasıyla Türkiye ile Ortadoğu ve Kuzey Afrika’daki Sünni devletler arasındaki bağın kopartılması ve İran tarafından kuzeyden ve doğudan bölgenin kuşatılması tehdidine karşı anlamına gelecekti.

Bu konuyu ilk gündeme getirenin 2004’te Ürdün Kralı II. Abdullah olduğunu hatırlatalım. Kral, ABD’li NBC kanalına, Irak’ta yapılacak seçimlerde Şiilerin iktidara gelmesinin bölgeyi istikrarsızlaştıracağını söylüyordu.

* * *

Devam edelim.

Ortadoğu’da İslam’ın bunca şiddet üretmesi en önemli tartışma konularından birisi. Sadece 2016 yılında öne çıkan bazı olayları aktaralım.

  • Mısır’da Ocak ayının başında İslam teoloğu İslam el Buhairi dini değerlere hakaret ettiği için 1 yıllık bir hapis cezasına çarptırılması üzerine daha önce Cumhurbaşkanı Sisi’nin başlattığı İslam’da reform talepleri bir kez daha yükseldi. El Ezher Üniversitesi’nin Müslüman Kardeşler etkisinde kaldığıyla başlayan suçlamalar Sünni İslam dünyasının en önde gelen dini eğitim kurumunun bir terörist örgütlenme olduğuna kadar vardırıldı. Eski Kültür Bakanı Gaber Asfour, El Ezher için sonun geldiğini dahi söyledi.
  • Kuveyt Üniversitesi’nden Dr. Ibtihal el Hatib okullardan dini eğitimin kaldırılmasını ve yerine dinler tarihi, ahlak ve insan hakları dersleri konmasını istedi.
  • 27 Ocak’ta Fas Kralı tarafından düzenlenen ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından da desteklenen bir organizasyonun sonunda “Marakeş Deklarasyonu” yayınlandı. Deklarasyon, radikal din yorumlarına karşı mücadele edenleri tatmin etmese ve dini referanslara dayansa da, söylem düzeyinde de olsa dini azınlıkları da kapsayan yeni bir yurttaşlık tanımı, dini eğitimin şiddet içeriğinden arındırılması ve dinsel nefret söylemiyle mücadele edilmesi çağrısında bulunuyordu.
  • Mayıs ayında El Ezher Üniversitesi’nin eski başkanlarından Osama El Abd, Mısır’da İslam İşleri Yüksek Konseyi toplantısında Mısır Cumhurbaşkanı Sisi’nin yaptığı konuşmanın bir benzerini yaparak İslam’da reform yapılması gerektiğini söyledi.
  • Kuveyt televizyonlarında din adamlarının IŞİD ile aynı ideolojik çerçeveye sahip oldukları, aynı şeyleri istedikleri, dinin artık toplumsal yaşamdan çıkartılıp kişisel yaşamla sınırlandırılması rahatlıkla tartışılıyor.

Bu Arap dünyasındaki din tartışmasının örnekleri. Hala cihatçı şeyhlerin katliam fetvaları yok mu? Elbette var. Ama Arap dünyasındaki din tartışmasının geldiği noktayı göstermesi açısından önemlidir. Bugün için Türkiye’de bunların tartışılabilir olmadığı da değerlendirilmelidir.

* * *

Bu arada iki konuyu daha hatırlayalım.

Suriye’de savaşan cihatçı çetelerden ve ABD’nin “eğit-donat” programına da dahil edilmiş olan Mutasım Tugayları’nın lideri Mustafa Sejri, bir ABD gazetesine, ABD’nin kendilerini yalnız bıraktığını, vaat ettikleri ücretleri ödemedikleri gibi silah ihtiyaçlarını da karşılamadığını söyleyerek Rusya’nın kendilerine IŞİD ve Nusra Cephesi’ne (artık Şam Fetih Cephesi) karşı savaşmaları halinde destek olacaklarını açıkladı. Taraf değiştirmelerin başlaması beklenmemeli ama dillendirilmesi önemli.

Son dönemde ABD’yi eleştiren açıklamalar Bahreyn’den de geliyor. Bahreyn medyası, ABD’nin son dönemde Şii muhalefet ile büyükelçi düzeyinde görüşmesini, Bahreyn’in muhaliflere karşı olan tutumunu eleştirmesinieleştirirken İran’ın ülkeyi ele geçirmesine izin verdiklerini iddia ediyor. ABD İran ile anlaştı diye Sünni dostlarını elbette unutmaz ama bazı eski dostlarının yeterince esnek olmamasına da aldırır mı?

* * *

Irak ve Suriye’de “İslam Devleti” tüm dünyayı tehdit ederken El Kaide ve Müslüman Kardeşler uzantısı diğer cihatçı çeteler de pek “umut” vaat etmiyor.

ABD’nin Beşşar Esad’ın hemen olmasa da sonuçta mutlaka gideceği bir formüle razı olabileceği yönünde sinyaller verdiği söylenebilir. ABD, yenilgisini ilan anlamına gelecek şekilde Esad’ın kalmasına evet demeyecek bunu biliyoruz ama ara formüllerle anlaşmak Rusya için de makul değil mi?

Dahası ABD İran ile bir anlaşma yaptı. Bu anlaşmanın etkileri önümüzdeki yıldan itibaren daha fazla hissedilecek. İran halkı bu anlaşmayı onayladığını son seçimde bir kez daha gösterdi. Elbette İran’da da hala tartışılıyor, karşı çıkanları var.

* * *

Bunların üzerine yabancı düşmanlığı, sığınmacılar sorunu gibi başlıkları da ekleyebiliriz.

Emperyalizmin bölgede barış olsun, ilericiler iktidara gelsin, bilim ve akıl egemen olsun gibi “kaygılarının” olmadığı tartışmasız.

Ancak karıştırdıkları arı kovanından çıkan IŞİD ve diğer selefi cihatçı çeteleri de bölgeye müdahale için kullanmanın da sınırına geldiler. Şii-Sünni çatışmasında Sünni güçlerinin yeterli gelmediği de açık. Yemen’de Suudi Arabistan Şiilere toprak kaybeder noktaya gelirken, Güney Yemen El Kaide ve IŞİD kontrolünde.

Emperyalizm Ortadoğu’da “kontrolü dışındaki” terör örgütlerinin örneğin Irak ve Suriye’de Sünni Baasçılara budanarak devletleşmesine izin verebilir mi?Dahası artık başkalarının değil kendi hayatları söz konusu. Son bir yıl içerisinde iki ayda bir her seferinde onlarca insan öldü Avrupa kentlerinde. Emperyalizmin başka bir çıkış bulmak istediği anlaşılmaktadır. Irak’ta ve Suriye’de Kürt kartının sıcak tutulması buna da işaret sayılabilir.

* * *

Peki Türkiye bugüne kadar ne yapıyordu?

10.000 kişilik ordusu olan Katar’da 5.000 kişilik bir üs kurmak istiyordu.

Suriye’de cihatçı arkadaşlarına 15 Temmuz ile akamete uğrayan büyük bir destek sunuyordu.

Sonra “normalleşme” geldi. İsrail, Rusya ile başlayan adımlarda şimdi Suriye dahi konuşuluyor.

Suriye politikasının mimarı Ahmet Davutoğlu gitti. “Füzeleri attıracak” MİT Müsteşarı Hakan Fidan gitti gidiyor. Sızdırılan o günkü konuşmada masanın etrafında olanlardan bir tek Yaşar Güler, o da artık Genelkurmay’da değil Jandarma Genel Komutanı olarak bir yer tutuyor.

Türkiye’nin Rusya-Çin-İran hattına yanaşacağı tezleri havada uçuşuyor. Ama bunca yıllık bir NATO ülkesi NATO’dan çıkar veya çıkartılır mı? Ya da Sünni İslam halifeliğine soyunan bir Türkiye’yi Rusya, Çin ve İran ne yapar?

Sonra 15 Temmuz geldi. Askerlerin sınır içerisinde hareket kabiliyeti ortadan kaldırılmışken sınır ötesinde hareket etmeleri mümkün olur mu?

Bunların yanı sıra, Suudi Arabistan’ın ise yakın dönemde sessiz bir “darbe” yaşadığını, tarihsel düşmanlığının da etkisiyle Müslüman Kardeşler’in ortadan kaldırılmasında en önde olduğunu ve ABD’nin bölgede İsrail ile birlikte en sadık müttefiki olduğunu unutmamak gerek. 15 Temmuz darbe girişiminin ardından Birleşik Arap Emirlikleri’nin finansör olduğunun sık sık yazıldığını da.

Yeni Şafak gibi gazetelerde her gün yazılanlar ile mangalda kül bırakılmıyor ama Türkiye’nin bu Sünni İslamcılıkla elinde sadece Katar ve Bahreyn ile Ortadoğu ve Afrika’daki selefi cihatçılığın kalacağı açık.

* * *

Türkiye’de 15 Temmuz sonrasında oluşan boşlukta herkes bir yer edinmek istiyor. Herkes tuttuğu yerden çekiştiriyor. Bunun kısa sürede bitmesi beklenmemeli. En güçlü olanın en çok şey isteyeceği, en çok çekiştireceği, en çoğunu almak isteyeceği bir süreç devam edecek. Ama biraz daha sakinleşildiğinde Gülencileri diğer dinci örgütlenmelerden ayıran herhangi bir şey olmadığı da suyun yüzeyinde kalacak.

Unutmayalım, Siyasal İslam bugüne kadar kendi ideolojisini İkinci Cumhuriyet’in yerleşmesini ve toplumsal mutabakatı sağlayacak bir bütünlüğe kavuşturamadı. Gülencilerin darbe girişimi de dünyadaki gidişat da Siyasal İslam’ın ve İkinci Cumhuriyet’in işini daha da zorlaştıracak.

Siyasal İslam dünyada eskisi gibi devam edemiyor Türkiye’de de etmeyecek.