Anayasa Mahkemesi’nden cezaevinde ölen mahkum kararı

Anayasa Mahkemesi, kanser hastası babası cezaevinde ölen kişinin başvurusuyla ilgili, "insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı hakkının ihlal edildiğine" karar vererek, müracaatçıya 25 bin lira manevi tazminat ödenmesini kararlaştırdı.

Anayasa Mahkemesi’nden cezaevinde ölen mahkum kararı

Anayasa Mahkemesi, kanser hastası babası cezaevinde ölen kişinin başvurusuyla ilgili, “insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı hakkının ihlal edildiğine” karar vererek, müracaatçıya 25 bin lira manevi tazminat ödenmesini kararlaştırdı.

Darp suçundan hüküm giyen 74 yaşındaki akciğer kanseri hastası A.K, hastalığı nedeniyle cezasının ertelenmesi talebinde bulundu. Talebi, Adli Tıp Kurumunca verilen rapor doğrultusunda reddedilen A.K, raporun verilmesinden yaklaşık 2 ay sonra cezaevinde hayatını kaybetti.

Mahkumun oğlu, hasta babasının cezaevinde ölmesi ve raporu veren Adli Tıp görevlileri hakkındaki soruşturmada, kovuşturmaya yer olmadığının kararlaştırılması nedeniyle yaşam hakkı, işkence ve eziyet yasağının ihlal edildiğini gerekçe göstererek Anayasa Mahkemesine bireysel başvuruda bulundu.

Başvuruyu inceleyen Anayasa Mahkemesi İkinci Bölümü, “insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağı hakkının ihlal edildiğine” karar vererek, müracaatçıya 25 bin lira manevi tazminat ödenmesine hükmetti. Anayasa Mahkemesinin kararında, A.K’ya cezaevine girmeden 5 ay önce kanser tanısı konduğu, mahkumun kemoterapi ve radyoterapi tedavisi görmeye başladığı ve bu durumun cezaevine girdiği tarihte idareye bildirildiği belirtildi.

Kararda, mahkumun hastalığının ciddi boyuta ulaştığı ve bu durumun zaman ilerledikçe daha da kötüye gittiğinin açık olduğu aktarılarak, cezaevi idaresine sunulan raporun da A.K’nın ciddi solunum sıkıntısı yaşadığını ortaya koyduğu ifade edildi.

A.K’nın ölmeden önceki son günlerinde günlük ihtiyaçlarını görmekte ne kadar zorlandığı, kendisine bu konuda cezaevi idaresince nasıl bir imkan tanındığı, destek sağlandığı ve ailesinden birinin kendisine refakat edip etmediği konusunda da bir bilgi bulunmadığı kaydedilen kararda, başvurucunun, babasının ailesinden ayrı, yalnız öldüğünden şikayet ettiği dikkate alındığında bu imkanın en azından yeterli şekilde kendisine tanınmadığı vurgulandı.

Mahkumun, kanser hastalığının tedavisi için sık aralıklarla bu konuda uzman hastanelere gönderildiği, ancak yatarak tedavi gördüğüne dair bir kayıt bulunmadığına işaret edilen kararda, “Dolayısıyla A.K’nın zamanının tamamını cezaevinde geçirmek durumunda kaldığı anlaşılmaktadır. A.K ile ilgilenen cezaevi yetkililerinin hayatının sonuna gelmiş bir hasta ile ilgilenebilecek uzmanlıklarının olup olmadığı veya kendisinin gerçek anlamda manevi, psikolojik veya sosyal destek alıp almadığı konusunda da bir bilgi bulunmamaktadır. Sonuç olarak, hastalığı ilerledikçe A.K’nın cezaevi ortamında kalmakta zorlanması kaçınılmazdır. Bu konuda yetkili makamların, kesin tarihi belirlenmemekle, bir noktada A.K. hakkında ciddi tedbirler almaları gerektiğinin kabul edilmesi gerekir” ifadeleri kullanıldı.

Kararda, 5275 sayılı kanunun, bir hükümlünün cezasının infazının sağlık nedenleriyle ertelenebileceğini öngördüğü, anayasa gereği de Cumhurbaşkanı nezdinde sürekli hastalık nedeniyle af talebinde bulunabilme imkanı tanındığı belirtilerek, bu durumdakilerin özel affı için hazırlanan genelge de bulunduğu anımsatıldı.

A.K’nın cezaevine girdiği andan itibaren özel af süreci kapsamında yürütülen işlemlerin de incelendiği kararda, yakınlarının A.K’nın cezaevine girdiği tarihten itibaren hastalığı dikkate alınarak infaz şeklinin yeniden ele alınması talebinde bulundukları, hastalığın cezaevi idaresince ilk andan itibaren bilindiği kaydedildi.

Kararda, ilgili kanun ve genelgede öngörülen infazın ertelenmesi için gereken usullerin birbirine benzer olduğu ve sağlık durumunun tespitine yönelik raporların hazırlanması hızı açısından esaslı bir fark bulunmadığına işaret edildi.

Cezaevi idaresinin, yapılan başvurudan sonra kısa sürede süreci başlattığı aktarılan kararda, şunlar kaydedildi: “Konu hakkındaki genelgede belirtilen hususlar esas alındığında nihai kararın alınabilmesi için yapılan sevk işlemlerinin, hazırlanan raporlar, talep yazılarındaki eksiklikler, gecikmeler nedeniyle A.K’nın ve A.K’nın sağlık durumunu tespit için düzenlenen bilgi ve belgelerin tam teşekküllü devlet hastanesi ile adli tıp kurumu arasında gidip gelmek zorunda kaldığı, buna rağmen mahkumun vefat ettiği sürece kadar geçen yaklaşık 7 ayda tamamlanamadığı görülmektedir. Buna, bu süreçte yer alan kurumların hangisinin veya hangilerinin neden olduğunun tespitinin bir önemi bulunmamaktadır. Önemli olan husus, bürokratik işlemlerin doğru ve zamanında yürütülememesi nedeniyle A.K. açısından çok kritik kararın verilememiş olmasıdır. A.K’nın cezaevine girdiği ve infazın ertelenmesi olarak vasıflandırılabilecek talebinin cezaevi idaresine ve adli tıp kurumuna iletildiği anda uzman sağlık kuruluşlarınca tanısı konulmuş, tedavisine devam edilen, belli bir aşama ilerlemiş ve kısa süre içinde hayatını tehlike altına sokabilecek akciğer kanseri hastası olduğunun bilinmesi ve kendisinin de 74 yaşında olmasının bu sürecin hızlı yürütülmesinin önemini daha da artırdığının kabul edilmesi gerekir.”

Kararda, ölümcül hastalığa yakalanan A.K’nın sağlık durumunun vefatından önce cezaevi koşullarına uygun olmayan hale gelmesine rağmen, ailesinden ayrı cezaevinde öldüğü bildirilerek, “A.K’nın vefatından 2 gün önce hastaneye acil sevk edilmiş olması, son günlerinde çektiği sıkıntıların daha da fazlalaştığının bir göstergesi olarak dikkate alınabilecektir. Buna rağmen, başvurucuya sevk edildiği hastanede yatarak tedavi görmesi imkanının da tanınmadığı görülmektedir. Sonuç olarak A.K’nın kanser hastalığının ve özgürlükten yoksun kalmanın kaçınılmaz ve doğal sonucu olan sıkıntıdan fazla bir sıkıntıya ve buna bağlı insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir muameleye maruz kaldığının kabul edilmesi gerekmektedir” ifadelerine yer verildi.