ANALİZ | Suriye’de akan kanın Türkiye’deki ekonomi politiği

Her yıl 50 bin yeni şirketin açıldığı Türkiye'de, sayılarının az olduğu düşünülse de, Suriyeli firmalar yabancılar tarafından açılan şirketlerin dörtte birinden fazlasını oluştururken, Suriye'yle ticaret hacmi savaş öncesinin üzerine çıkıyor.

ANALİZ | Suriye’de akan kanın Türkiye’deki ekonomi politiği

Diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de mülteciler, yerel halkın işini elinden alan, kamusal kaynakları sömüren, terör ve suç oranının artması korkusunu besleyen tam anlamıyla bir külfet olarak görülse de, sermaye düzeninin ürettiği bu tepkilerin sığınmacı ve mülteciler arasındaki sınıf farkına göre değiştiğini de göz ardı etmemek gerekiyor.

Konumuz “girişimci” Suriyeliler.

Türkiye’nin “esnek” iş dünyasının bu “girişimci” Suriyelilerle ilişkilerdeki gerginliği azaltma konusunda etkili olduğunu söylemek mümkün.

Her yıl 50 bin yeni şirketin açıldığı bir ekonomide sayılarının az olduğu düşünülse de, Suriyeli firmalar yabancılar tarafından açılan şirketlerin dörtte birinden fazlasını oluşturuyor.

Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) verilerine göre, Suriyeli ortaklı kurulan şirket sayısı 2010’da 30, 2011’de 81, 2012’de 165, 2013’te 489, 2014’te 1,257 ve 2015’te 1,599 ve Ocak 2016’dan bugüne kadar da 227 olarak tespit ediliyor.

İşçi sınıfı açısından değişen bir şey yok

Geçtiğimiz dört yıl içinde binlerce işçi çalıştıran, 4 bin kayıtlı vergi mükellefi şirket kurulurken, gayri resmi girişimlerin bu sayıyı arttırdığı biliniyor.

Suriyeli şirketler geniş bir sektörel çeşitlilik göstermekle birlikte, daha çok restoran, inşaat, ticaret, tekstil, emlak, seyahat, taşımacılık ve gıda endüstrisine yönelirken, 400 bin Suriyeliyi kayıt dışı çalıştırdıkları tespit ediliyor.

Hacettepe Üniversitesi ve Uluslararası Çalışma Örgütü’ne (ILO) göre bu işçilerin çoğu asgari ücretten daha az ücret alırken hiçbir sosyal güvenceleri bulunmuyor.

Ocak 2016’da Resmi Gazetede yabancı şirketlerde iş gücünün yüzde 10’u ile sınırlandırılmak koşuluyla Suriyeli mültecilere çalışma izni verileceğinin duyurulduğunu da ekleyelim.

Kayıtlı buysa, kayıt dışı ne kadar?

4 bin civarında Suriyeli şirketin ödenmiş sermayesi 2015 yılında 220 milyon dolara ulaşırken, bu miktara kayıt dışı şirketler ile ekonomiye doğrudan “yatırım” olarak giren emlak alışverişlerin, paravan şirketler aracılığıyla gerçekleştirilen ticari işlemlerin dâhil olmadığını söyleyelim.

Suriye Ticaret Bürosu da 2011’den beri Suriye’den, başta ülkenin güney bölgeleri olmak üzere, Türkiye’ye 10 milyar Suriye lirasından fazla para aktığını belirtiyor. Bu miktar 800 milyar dolarlık bir ekonomi içinde az bir miktar olarak nitelendirilse de, Suriye’ye yakın bölgelerde ve İstanbul’un “Küçük Suriye”sinde olduğu gibi, büyük şehirlerdeki Suriyeli “iş çevrelerinde” etkisi oldukça belirgin.

Türkiye Ekonomi Politikaları Araştırma Vakfı’nın (TEPAV) Ekim 2015’teki araştırmasına göre 400 bin Suriyeli nüfusla, Türkiye’deki en fazla Suriyeli şirketin bulunduğu bölge İstanbul olsa da, bu şirketlerin oransal etkisinin Suriye’ye yakın bölgelerde daha fazla olduğu biliniyor.

Suriye’yle ticaret hacmi güneyde savaş öncesinin üzerinde

Hatay’da 2010’da Suriyeli şirketlerin, yeni kurulan şirketler içerisindeki oranı yüzde 1’in altındayken, 2014’te bu oran yüzde 10.4’ü buluyor.

Kilis’te 2010’da Suriyeli ortaklı hiçbir şirket bulunmazken, 2014’te yeni kurulan şirketlerin yüzde 34’ünün Suriyeli ortaklı olduğu görülüyor.

Bu oran Mersin’de yüzde 15.7 olarak tespit ediliyor.

Gaziantep’te ise 2010’da üç olan Suriyeli şirket sayısı, 2014’te 222’ye çıkarak, toplamın yüzde 17’sini oluşturuyor. Bu sayı 2015’te 600’ün üzerine çıkarken, Gaziantep Ticaret Odası bu şirketlerin tüm hizmetlerden yaralanmasını sağlamak üzere “Suriye Masası” kuruyor.

TEPAV’a göre Suriye sınırı yakınındaki şirketlerin yoğunluğu ile Suriye’deki kriz, Türkiye’nin Suriye ile ticaretini belirgin bir biçimde değiştirirken, ticaret hacmi 2010 yılı verilerindeki 2 milyar doları bugün yakalıyor.

Ancak, ticaretin bileşimi ve kaynağı değişerek üretim malzemesi ve dayanıklı tüketim maddelerinden, temel ihtiyaç malzemeleri, gıda, inşaat ve tıbbi malzemeye doğru bir kayma oluyor.

Bu arada, İstanbul başta olmak üzere batıdaki sanayileşmiş bölgelerin Suriye ile ticareti yüzde 80 oranında azalırken, Gaziantep, Mersin, Hatay ve bölgedeki diğer illerle Suriye arasındaki ticaret hacmi 2010’daki seviyenin çok üzerine çıkıyor.

Sermaye için her zaman “kazan-kazan”

Savaş içerisinde bulunan bir ülke olarak Suriye’nin bankacılık sistemindeki aksaklıklar bir yana, söz konusu bu şirketlerin ticarette nakit akışını tercih ettiğini de belirtelim. Nakit paranın “güvenilir” kuryeler aracılığıyla taşınıyor olması ise kayıt dışılığına ek olarak, gerek kaynağına, gerekse hangi cepleri dolaştığına dair soru işaretlerini de beraberinde getiriyor.

Öte yandan “güvenli” kuryelerin Türkiye ve Suriye arasında büyük miktarlarda parayla mekik dokuyabiliyor olması ise bu ticaretin kimlerle yapıldığına da işaret ediyor.

Söz konusu şirketler arasında inşaat ve hidro-elektrik santraller gibi alanlar da dâhil olmak üzere, enerji sektörüne girenlerin varlığını da göz önünde bulundurursak, savaşla yerle bir olmuş Suriye’yi bekleyen seçeneklerden birinin ne olduğunu görmek mümkün.

4 Şubat 2016’da Londra’da yapılan Suriye’ye Destek Konferansı’nın ana gündemleri arasında Türkiye, Ürdün, Mısır, Lübnan gibi ülkelerdeki bu şirketlere destek başlığının olduğu da düşünülürse, emperyalist kapitalist sistemin savaşı bu yönüyle de bir “kazan-kazan” stratejisine çevirme çabasını görmek gerekir.

Emperyalizmin ve işbirlikçi ülke iktidarlarının beslediği yobaz çeteler eliyle saldırdığı Suriye’de 5 yıldır süren ve bugün artık bir paylaşım savaşı haline gelen savaşta ölü sayısı 500 bini aşarken yukarıda sözünü ettiğimiz “girişimciler” dışında 3.5 milyon Suriyeli başka ülkelerde bir yaşam arıyor. Ülkedeki tarihin ve kültürün insanlığın karşı karşıya kaldığı en büyük barbarlıkla yok edildiğini de ekleyelim…

Sermaye açısından ise, savaş da kendi “barışı” da “kazan-kazan” durumunu değiştirmiyor. Bu da akan kanın ekonomi politiği olsa gerek…