20 yıl sonra 29 Şubat işgali...

1995-96 öğretim yılı başlarken üniversite harçlarına yapılan %400 civarı zam tepkiyle karşılanmış, harç zamlarına karşı başlayan eylemler eşit-parasız eğitim talebiyle büyümüş ve eylemlerin zirve noktası 29 Şubat 1996'da gerçekleştirilen İstanbul Üniversitesi işgali olmuştu.

Yıldönümü bir hafta önceydi.
1995-96 öğretim yılı başlarken üniversite harçlarına yapılan %400 civarı zam tepkiyle karşılanmış, harç zamlarına karşı başlayan eylemler eşit-parasız eğitim talebiyle büyümüş ve eylemlerin zirve noktası 29 Şubat 1996’da gerçekleştirilen İstanbul Üniversitesi işgali olmuştu.
Binlerce öğrencinin katıldığı bir mitingle başlayan işgal eyleminin görünür talebi harçlarını yatırmayan öğrencilerin kayıtlarının yapılmasıydı. Beyazıt Meydanı’ndaki miting öğrencilerin okula girmesi ve arkadaşlarının kayıtları yapılıncaya kadar okulu terketmeyeceklerini ilan etmeleriyle devam etmişti. Günün ilerleyen saatlerinde okulda kalan yaklaşık 500 öğrenci bir amfiye yerleştiler ve eylemlerine burada devam ettiler. Rektör Bülent Berkarda okulu tatil etmiş ve okulun etrafı polis tarafından kuşatılmıştı. Okulun içinde öğrenciler ve eylemi takip eden gazeteciler, okulun dışında polisler, gazeteciler ve öğrencilerin destekçileri 1980 sonrasının en güçlü ve etkili öğrenci eylemine ilk elden tanıklık ediyorlardı (*). İçeride karşılaşılan sorunlar yaratıcı çözümlerle aşılıyor, kantinden alınan malzemeler için para toplanıyor ve amfinin kürsüsü ilk kez bu kadar özgür kullanılıyordu.
Eylem sürecinde polisle görüşmeler eylem komitesi tarafından yürütülüyordu. Polisin talebi eylem komitesindeki bir kaç öğrencinin teslim edilmesi, diğer öğrencilerin de isimlerinin verilmesiydi.
Doğal olarak reddedildi.
İşgal eylemi, eylemcilerin inisiyatifiyle baskın bir çıkışla sonlandırıldı. Karanlığın çökmesiyle harekete geçen öğrenciler Beyazıt kampüsünün yan kapısından baskın çıkışı gerçekleştirdiler. Burada yaşanan arbede sonucunda 47 öğrenci gözaltına alındı. 5 Mart’a kadar gözaltında tutulan öğrencilerden 31’i tutuklandı.
Tutuklanan öğrenciler 4 Ocak’ta bir katliamın gerçekleştirildiği Ümraniye Cezaevi’ne götürüldüler. Parmaklıkların arkasından öğrencileri selamlayan, büyük gülümsemeleri ve ışıltılı gözleriyle “hoşgeldiniz” diyen devrimci tutsaklar en güzel haberi de veriyorlardı: “Günlerdir televizyondan sizleri izliyoruz, herkes eyleminizi konuşuyor”.
Kısacası, maksat hasıl olmuştu…
Tutuklu öğrenciler 40 yılın üzerinde bir ceza talebiyle yargılanıyorlardı. Normal koşullarda bir müddet içeride kalmaları işten bile değildi. Fakat eylemin ve taleplerin meşruluğu o kadar büyüktü ki, Türkiye’deki benzer davalarda pek rastlanmayan şekilde, ilk duruşmada tutukluluk halleri kaldırıldı ve bir yıl geçmeden davalar beraatle sonuçlandı (**).
Buraya kadar anlattığımızın işin hikayesi, Türkiye devriminin önemli yapraklarından biri. Bugün için üzerinde durulması gerekense biraz farklı. 96’dan bu yana geçen 20 yılın hem politik deneyim olarak hem solun örgütsel sürekliliği açısından hem de üniversitelerin dönüşümü açısından kapsamlı bir muhasebesinin/değerlendirilmesinin yapılması, en azından bazı soruların sorulup, bunların yanıtları üzerine düşünülmesi gerekiyor.
Bir başlangıç noktası olarak şuradan başlanabilir.
1996 öğrenci hareketinin öne çıkan odakları Üniversite Öğrencileri Platformu ve Öğrenci Koordinasyonları’ydı. Üniversite Öğrencileri Platformu içinde 13 farklı örgüt vardı ve öğrenci hareketinin devrimci kanalını temsil ediyordu. Koordinasyon üniversitelerde cepheler şeklinde ve daha gevşek bir yapıda örgütlenmekteydi, Devrimci Yol geleneğini sahiplenen bazı gençlik yapılanmaları, anti-kapitalistler ve anarşistler Koordinasyon içerisinde yer alıyorlardı. Bunların dışında bir de Emek Gençliği’nin örgütlediği Öğrenci İnisiyatifleri vardı. Göründüğü üzere ortada çok sayıda siyasi özne ve bunların örgütlediği alanlar vardı.
Soru şu: 20 yıl sonra bu siyasi öznelerin kaçı varlığını sürdürüyor? Varlığını sürdürenlerden kaçı önümüzdeki dönem güçlü bir çıkışı örgütleyebilecek sağlıklılıkta? O zaman yapılan tartışmalarda bir sihirli çubuk muamelesi yapılan modellere/tezlere ne oldu? Örneğin gençliğin bağımsız örgütlenmesi, örneğin özerk-demokratik üniversite talebi aradan geçen yıllarda sosyalizme mi güç verdiler yoksa başka yerlere mi? Güncel ve somut sorunlarla mücadeleyi öne, tarihsel ve nihai olanla ilgili mücadeleyi sonraya erteleyen tezler zaman içinde pratik olarak nasıl değişimler yarattılar?
Devamı gelebilir, sayısı arttırılabilir soruların. Örneğin, üniversitelerdeki kapsamlı dönüşüm, kamu üniversitelerinin demografik yapısındaki ve ülkedeki üniversiteler içerisindeki ağırlık değişimi sorgulanabilir. Tüm bu soruların cevaplarınınsa sadece öğrenci hareketine ve öğrenci örgütlenmesine bakarak verilmesinin sağlıklı, bırakın sağlıklıyı mümkün olmadığı açık olsa gerek. Sözkonusu zaman dilimi yirmi yılı kapsıyor ve yirmi yıl 21. asırın dünyasında ve Türkiye’sinde büyük bir zaman dilimini ifade ediyor.
Aramamız gereken de soruların birebir karşılıkları olmamalı zaten. Yöntemi, örgütlülüğü ve sürekliliği tartışmalı, savrulan aranışçılığı, hareket etmeyen analizciliği, sınıftan kaçan hareketçiliği mahkum etmeliyiz.
Çünkü, ülkemiz solunun bugün en çok bunlara ve bunlarla birlikte 20 yıl önceki devrimci coşkuya ve kararlılığa ihtiyacı var.
(*) 29 Şubat tarihinde gerçekleştirilen bir diğer eylemde Öğrenci Koordinasyonları tarafından gerçekleştirilen Meclis’te pankart açma eylemiydi. Eylemi gerçekleştirenler öğrencilerden sevgili Metin ile yıllar sonra aynı zamanda aynı yerde askerlik yaptık. Ne diyelim, hoş bir tesadüf ya da TSK’nın sicili bozukları yerleştirme programının sonucu olarak iki 29 Şubat eylemcisinin yolları kesişmiş oldu.
(**) İlk duruşmada tutuklulukların kaldırılmasıyla ilgili bir not düşmek gerekiyor. O dönem cezaevleri oldukça gergindi ve ölüm oruçlarının başlaması bekleniyordu. Eşit parasız eğitim istedikleri için tutuklanan öğrencilerin ölüm orucuna katılmaları ve ölmeleri ihtimali düzen güçleri açısından oldukça tedirgin ediciydi. Nitekim, cezaevindeki örgüt temsilcileri cezaevi yönetiminin ilgili yerlerle görüşerek tutuklu öğrencilerin bir an evvel tahliye edilmesini istediklerini bizlere aktarmışlardı. İşgalci öğrencilerin tahliyesinden bir süre sonra açlık grevleri başladı ve sonrasında ölüm orucuna dönüştürüldü. Bu süreçte hayatını kaybeden 12 devrimciyi saygıyla anıyorum.