15'lerin katlinden Diyanet'in fetvasına...

Kadın mücadelesine sadece gericilikle mücadele sorunu olarak değil, sınıfsal bir sorun olarak bakılması gerektiğini ifade eden köşe yazısı

Rivayet muhtelif…
Nereli olduğu, hangi ırktan olduğu kesin değil. Kimisine göre Türk, kimisine göre Rus, kimisine göre Rus Yahudisi.
İsminin ne olduğu kesin değil. Semra diyen de var Meryem diyen de, Maria diyen de var Semiramis de…
O motora binip binmediği bile net olarak bilinmiyor. Bazı kaynaklar “hiç bindirilmedi” diyor, bazıları “geri getirildiğini”…
Kesin olan bir şey var. Ne diyordu Nâzım:
“iki motörde iki sınıf çarpışıyor
-biz onlar!”
Kesin olan tüm rivayetlerin ötesinde mevzu bahis kişinin “biz”den olduğudur!
Mevzu bahis kişi Karadeniz’de katledilen yoldaşlarımızdan Mustafa Suphi’nin eşidir.
Meryem’in ya da Maria’nın ya da Semra’nın akıbetiyle ilgili olarak aktarılan en somut bilgi, Suphi’leri Trabzon’da karşılamak ve onlara katılmak maksadıyla Trabzon’a gelen genç Abdulkadir’in anlattıklarıdır. Hamit Erdem’in Bir Yaşam Bir Ölüm kitabındaki aktarım şöyledir:

“Kadının hangi evde olduğunu haber almak üzere uğraştım. Fakat hiçbir taraftan malumat alamadım. Önce Kahya’nın (Suphilerin katlinde birinci derecede görev alan Trabzon Müdafaa-i Milliye reisinin sağkolu kayıkçılar kahyası Yahya) evinde olduğunu, sonra Nemlizade Ragıp Bey’in evinde olduğunu söylediler. Bazı üç dört defa olmak üzere evlerinin kapılarından geçiyordum. İhtimal rast getirir veya pencereden bakarken görüp nerede olduğunu haber alırım diye uğraştım. Fakat hiçbir taraftan haber almadım. Bilahare epey zaman geçtikten sonra kadının Kahya tarafından Rizelilere hediye edildiğini ve orada bir zevk arasında öldürdüklerini haber aldım.”

Mustafa Suphi’yi ve yoldaşlarını Karadeniz’de katledenler, Suphi’nin eşine daha beterini yaşatıyorlar.

****

Geride bıraktığımız günlerde Erbil’de yapılan bir konferansta IŞİD’in elinden kaçan Yezidi kızları yaşadıklarını anlattılar.

“Bana sahip olmak isteyen bir kişiye önce karşı koymaya çalıştım. Arkadaşlarımın yanından ayrılmak istemedim. Ama beni döverek götürdü. Her gün döverek tecavüz ettiler.”

“Beş yaşındaki bir kızı da 50 yaşındaki bir adamın götürdüğünü kendi gözlerimle gördüm. O küçücük kızı götürdüler ona ne yaptılar hiçbirimiz bilmiyoruz. Verilen yemeklerin içine bir şeyler karıştırdıkları için uyukluyorduk sürekli. Onlar da bize istediklerini rahatlıkla yapabiliyorlardı.”

“Üç aylık esaret hayatım boyunca sürekli tecavüze uğradım. Hamile kadınlara ilaç vererek düşük yapmalarına sebep oldular. Suçsuz günahsız insanlar zulmettiler. Acı çekmemiz onların hoşuna gidiyordu.”

Daha fazlası var ve daha fazlasının olduğunu herkes biliyor.

*****

Diyanet’in son fetvası özellikle sosyal medyada bayağı yer buldu kendine. Deniyordu ki:

“Babanın kendi öz kızını öperken şehvet duyması durumunda nikahının ne olacağı konusunda görüş ayrılığı vardır. Bazı mezheplere göre, babanın şehvetle kızını öpmesi ya da şehvetle ona sarılmasının nikaha bir etkisi yoktur (bkz. İbn Rüşd, Bidayetü’l-Müctehid, Mısır 1975, II, 33; İbn Kudame, el-Muğni, VII, 486; İbn Cüzey, el-Kavaninü’l-Fıkhiyye, 138). Hanefilere göre ise; babanın, kızını şehvetle öpmesi, kızına şehvetle sarılması durumunda, kızın annesi bu babaya haram olur. Ancak bu tür sonuç doğuracak tutmanın, teni tenine değerek olması, ya da altının sıcaklığını iletecek kadar ince bir örtüden olması gerekir. Kalın elbisesinden tutarak, ya da vücuduna bakıp düşünerek şehvet duymak, bu tür bir haramlık oluşturmaz. Ayrıca kızın, 9 yaşından büyük olması gerekir. Şehvet duymanın işareti, erkeğin organında bir uyanma, uyanıksa uyanışının artması, kadının da kalbinin heyecanla çarpmasıdır (Merğinani, el-Hidaye, I, 192; Mevsıli, el-İhtiyar, III, 109).”

Tabi, buraya gelinceye kadar söylenen çok şey olmuştu.

“Altı yaşındaki çocuk evlenebilir”, “kızlar 7 yaşını geçince kendimizi sakınıyoruz”, “kocama arkadaşımı tavsiye ettim”, ….vs. vs.

*****

Yukarıda birbirinden bağımsız olarak sıralanan üç kısım önümüzdeki dönem yürütülecek mücadelenin en hayati noktalarından birini işaret etmek içindir. Bu üç kısımda karşımıza çıkan basit haliyle bir erkek zorbalığı değildir. Karşımızda oldukça güçlü ve yerleşik egemen ideoloji ve bunun güncel yaşamdaki yansımaları vardır.
Dinin toplumsal yaşamdaki etkisi, kadının pozisyonunun dine göre belirlenmesi, tüm bunlara eşlik eden savaşçı/ganimetçi bir yapı ve güçlü olana biat bu güçlü ve yerleşik yapıyı tarif eden unsurlardır.

Bu kavgada bu ülkenin kadınlarına çok görev düşmektedir ve fazlasını yapacaklarından kuşkumuz yoktur. İlerici Kadınlar Derneği’ni yeniden kurma iradesini gösterenler Maria yoldaşlarını da, Ezidi kadınlarını da, Kürt kadınlarını da yalnız ve sahipsiz bırakmayacaklardır.

Ama bu yetmeyecektir. Çünkü söz konusu kavga tek başına kadınların kavgası değil, adlı adınca, sınıf kavgasıdır. Yukarıdakine benzer örnekler insanlığın binlerce yıllık kazanımlarının yok edilmesi, bilimsel düşüncenin çöpe atılması, köleliğin tekrar hortlatılmasıdır. Emekçi sınıfların aklının öte dünya vaatleriyle karartılmasıdır.

Osmanlı övgüleri, din güzellemeleri kocaman yalanların üzerini örtmekte, toplumsal gerileme ve gericileşmeye herkes alıştırılmak istenmektedir. Artık ne dediğini bilmeyen “meczuplar” yoktur, ne dediğini çok iyi bilen ve toplumun da dediği gibi olmasını isteyenler vardır.

Önümüzdeki dönem bu tür saçmalıklara karşı aydınlanma ve laiklik kavgasını büyütmek ve derinleştirmek zamanıdır.
Aydınlanma ve laiklik sınıf kavgasıdır…