​​​‘’Demokratik’’ aklanma…

Yaşanan Amerikancı darbe sonrası siyasi partilerin tutumlarına dair değerlendirme...

​​​‘’Demokratik’’ aklanma…

Hakan Yerlikaya

Yaşanan Amerikancı darbe girişimi ile ortaya çıkan tablo, yakından izlenerek sık sık güncelleme yapılması gereken bir vaka olarak karşımızda duruyor.

Ortaya çıkan sonuçlar ile birlikte ele alınması ve genel bir çerçeve oluşturulmasına ise engel yok.

Her gün ortaya çıkan yüzlerce ifade ve bu ifadelerin çelişkilerinin, onlarca senaryoya hizmet ettiği görülmelidir. Bu ifadelerin ve senaryoların, sermaye düzeninin nasıl bir lağım çukuru olduğunu göstermesi bakımından fotoğrafının çekilmesi ve hafızalarda bir kenara yerleştirilmesi gerekmektedir.

Darbe girişiminin sonuçlarının, toplumsal ve siyasal alana yansımalarına göz atmakta fayda var.Buradaki netleşmeler, önümüzdeki dönem gerici rejimin krizinin nereye evrileceğini göstermesi bakımından daha reel sonuçlara varmamıza yarayacaktır.

Darbe girişimi sonrası, sermaye düzeninin geleceği açısından devlet bürokrasisindeki gelişmeler, yönelimler ve Sol’un pozisyonu da dahil birkaç başlığa kısaca değinmek gerekir.

Öncelikle;
AKP iktidarının, Amerikancı cemaat darbesinin başarısızlığı ile birlikte devlet kurumlarında başlattığı tutuklama, gözaltı ve tasfiyeler cumhuriyet tarihinin en büyük operasyonel süreci olarak karşımızda durmaktadır. Sermaye devlet aygıtının en önemli ayaklarının bastığı zemin hızla boşalıyor. TSK, MEB, Yargı, Akademi, MİT, Bürokrasi, Emniyet gibi kurumlarda ki boşluk acil bir yeniden yapılanmayı da dayatıyor.

AKP’nin bu kurumları yapılandırırken en başa yazacağı şey; hiç kuşkusuz kendi adına güvenle arkasını dönebileceği ve kontrolündeki bir yeniden yapılanma olacaktır. İktidarın bu yeniden yapılanma için sınırlı kaynakları olduğu açık. Fakat düzen aktörlerinin mutabakat arayışı ve normalleşmeye dair beyanları, kaynağın belli ölçülerde nerelerden sağlanabileceğine dair ipuçları veriyor.Süreç ilerledikçe daha somut örnekleri görülecektir.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 24 Temmuz’daki mitingden bir gün sonra, daha önce kaçak saraya gitmeme konusunda söylediklerini unutup, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ile birlikte Cumhurbaşkanını kaçak saray’da ziyaret etmesi, düzen siyasetindeki yeni konumlanışlar açısından bir anlam ifade etmektedir.

Gerçekleştirilen görüşme, bu görüşmenin ardından Kılıçdaroğlu’nun ”darbeye karşı ortak tavır” ve ”demokrasi kültürü” eksenli açıklamaları, Fethullah Gülen’in iadesi konusunda ABD’ye seslenmesi yakından izlenmeye devam edilmelidir.

İkincisi; Yukarıda da kısmen değinilen ve bugün düzen partilerinin ”normalleşme” ”demokrasi” kavramları ile oluşturduğu hava, bir yandan AKP’nin 14 yıllık iktidarı boyunca içeride ve dışarıda yürüttüğü gerici-işbirlikçi politikanın ortaya çıkardığı sonuçların üzerini örterken, bir yandan da bu gerici dönüşümün iki temel aktörünün yani AKP ve Cemaat’in sermaye/emperyalizmle ilişkisini silikleştirmektedir. AKP ise bu hava ile birlikte, ülkeyi getirdiği felaket tablosunda ki suçlarından aklanma olanaklarını giderek genişletmektedir.

AKP’li bakanlar ve vekiller aracılığıyla Rus uçağının düşürülmesi, Roboski katliamı ve hatta Gezi direnişinin arkasında cemaat olduğuna ilişkin açıklamalar yapılmaya başlanmıştır.Sanki ”Yine olsa yine düşürürüz” ”Varsa yoksa Uludere” ”Emri ben verdim”  ”Kahraman polisim destan yazdı” denmemiş gibi…

Çok sıkışılan anlarda ise ‘’kandırıldık’’ demek yeterli olabilmektedir.

Ne güzel değil mi? Şimdi darbeci subay ve er’lerin de ifadelerinde ‘’kandırıldık’’ demeleri durumunda ne olacak?

Gelinen nokta da AKP açısından, 14 yıllık iktidarı boyunca cemaat yapılanmasıyla birlikte işlemiş oldukları tüm suçlardan çok demokratik bir şekilde aklanma fırsatı doğmuştur.

Bu aklanmaya su taşıyan düzen partileri, aslında yerleşme sorunu yaşayan İkinci Cumhuriyet olarak tanımladığımız gerici-işbirlikçi ve piyasacı rejimin bu büyük kırılmasını, yeni bir düzleme taşımış, yeniden yapılandırmada esas olarak sermaye düzeninin sürekliliğini güvence altına almışlardır.

Örneğin; 24 Temmuz da Taksim de CHP tarafından düzenlenen miting, katılan kitlelerin niyet ve taleplerinden bağımsız bir biçimde, burjuva siyaseti üst yapısındaki ”normalleşme” ve ”demokrasi kültürünün” bir parçası olarak tarihe geçmiştir. Mitinge katılan kitlenin önemli bir bölümü, duygusal anlamda gezi direnişi anlarını hatırlamış ve haklı olarak mitingi buradan anlamlandırmaya çalışmıştır. Fakat günün sonunda evine dönen kitle’nin ardından, bu sefer AKP’nin ”demokrasi kahramanları” mehter marşlarıyla alanı doldurmuştur. Yani mitinge katılan Sol’un bir bölümünün ısrarla iddia ettiği gibi gerici-faşist paramiliter güçler alandan temizlenmemiştir. Sadece geçici olarak, alanın kullanım zamanı pay edilmiştir. Miting kararı ile beraber, OHAL koşullarında mitingin güvenliğinden ulaşımına, öncesi ve sonrası ile yandaş medya da kapladığı yere, okunan manifesto’nun darbe girişimi ve darbecilere yaptığı vurgular dışında ülkenin geldiği duruma ilişkin geçmişten bugüne gericiliğin, emperyalizmin ve AKP’nin rolüne değinmemesi, sonuçları itibariyle daha önce değindiğimiz ”mutabakat” veya ”normalleşme” arayışına anlık ama önemli bir fotoğraf karesi sunmuştur.

Türkiye’nin laik, ilerici birikiminin önemli sayılabilecek bir bölümü, düzen partilerinin ”normalleşme” ve ”demokrasi kültürünün” kenar süsü olarak değerlendirilmişlerdir.

Sosyalistlerin bir bölümü de bu fotoğrafa düzen açısından bakıldığında meşruiyet katmıştır.

Son olarak; Sosyalist hareketin durumuna değinmekte fayda var. Ülke önemli bir kırılma döneminde bunda herkes ortak bir fikre sahip. Fakat bu kırılma yada bundan sonraki olası kırılmaların, Sol’un alanını belli ölçülerde daraltacağını ama bununla beraber İkinci Cumhuriyet’in üreteceği yeni krizlerde yeni olanakların da ortaya çıkacağını söyleyebiliriz. Bu olanakların ortaya çıktığı koşullarda, savrulma halinde olmamak gerekir. Düzen güçlerinin, beslendikleri rejimin aynı zamanda teminatı olduklarına dair fotoğrafların verildiği bir dönemde, sol bu fotoğrafların kenar süsü haline getirilmemeli, bu fotoğrafın içerisinde olmamalıdır.

Sol, siyasal ve ideolojik konumlanışını, sorumluluklarını ve görevlerini böylesi bir apolitik yaklaşıma teslim etmemelidir.

Evet, meydanlar gericilere ve faşistlere bırakılmamalıdır. Fakat gericiliğin sadece meydanlardan değil, yaşamın tüm alanlarından gerçek anlamda tamamen temizlenmesinin koşulu, iktidar kavgasını göğüsleyebilecek bağımsız bir güç olarak sahneye çıkmakla mümkün olacaktır.

Kendi verili siyasal ve toplumsal gücünün farkında olmadan, ideolojik/örgütsel omurgasını sağlama almadan güncel siyaset merkezli ”hareket” ile devinenler açısından ciddi bir dağılma haline kapı aralanması kaçınılmazdır. Bu yaklaşımın hakim olduğu özneler, giderek siyasal bir özne olmaktan uzaklaşmaya ve sermaye düzeni içindeki güç dengeleri arasında savrulup durmaya daha açık hale geleceklerdir.

Daha açık bir şekilde ifade edecek olursak; Böylesi dönemlerde omurgası zayıf olanların, düzen aktörlerinin her dokunuşunda bir hacıyatmaz misali oraya buraya yatması kaçınılmazdır.

Bakmayın adının hacıyatmaz olduğuna…

Dış itkiye direnç oluşturacak bir kuvveti/omurgayı içinde barındırmadığından gelen etkiye dayanamamaktadır.

Türkiye Sosyalist Hareketi, büyük kırılmaların yaşandığı bir dönemde, bugüne kadar başaramadıkları adına doğrularından, ilkelerinden ve tarihsel görevlerinden uzaklaşıp düzen içi reformist bir eksene yerleşerek değil, aksine başaramadıklarının üstesinden gelmek üzere sermaye diktatörlüğünün karşısında bir ekseni, düzen dışı bir seçeneği yaratmaya dört elle sarılmalı ve asla hacıyatmaz olmamalıdır.