Vaatler ülkesinde işçi olmak

Sınıf mücadelesinin kararlı, fiili-meşru bir mücadele hattı tutturan ve her kazanımı bir diğerine aktaran unsurlarının mücadelede ön plana çıkması gerekiyor. Böylesi bir çıkış, dar geçitten bizi çıkarabilir.

İşçiliği nasıl tanımlarsınız? Tek başına bir iş için emek harcamak ve bir eser ortaya çıkartmak mıdır işçilik? Yoksa kanunlarda geçen tanımıyla bakıldığında iki tarafında bulunduğu ve ortada bir iş akdiyle bağlanmış bir iş ilişkisinin “emek veren” parçasını mı oluşturmaktadır işçi olmak?

“Vaatler ülkesi” 1970’lerin ortasında çekilen ve çekildiği dönemde sükse yapan bir Andrzej Wajda filmi. Filmin “başarısı” başka bir yazının konusu, ancak filmin odaklandığı çağ olan 19.yüzyılda gelişmekte olan sermaye sınıfının kâr hırsı ve buna karşı emekçilerin dayanılmaz sömürü koşullarına katlanması bugün dahi değişmeyen bir gerçek. Bununla birlikte filmin adı, konusundan ve filmin konuyu işleme biçiminden daha önemli.

Çağımızın bir adlandırması olsaydı, “vaatler çağı” bu dönemi en iyi açıklayan adlandırma olacaktı. Öyle ki; özel olarak geniş kesimlere bir şey veremeyen sermaye düzeni, ikna araçlarının devreye sokarak çağımızda geniş kesimlerin onayını alabilmektedir. Bunun bir parçası olarak Türkiye’de de “yapısal” sorunların yumağından kurtulamayan sermaye düzeni, bir “vaatler ülkesi” yaratarak geleceksiz ve güvencesiz bir biçimde yaşamak zorunda bırakılan emekçilerin onayını almaya çalışıyor.

Bu onay alma-verme işleminin özel bir görüntüsünü oluşturan seçim sathında, bugünlerde “vaatler ülkesine” yakışır söylevler duyuyoruz. Bölüşüm sorunun yaygınlaştığı, reel ücretlerin baskılandığı, yaşam koşullarının günden güne zorlaştığı ve çalışma şartlarının dayanılmaz hale geldiği ülkemizde bu durumun sorumluları, iktidar partisi olan AKP, yeni vaatlerle ortaya çıkıyorlar.

“Kamuda taşerona son vereceğiz….”

“Asgari ücret 1300 TL olacak…”

Benzerlerini ve daha fazlalarını belki diğer partilerden de duyuyoruz. Öte yandan, kamuda taşeronluğa karşı büyük bir kavga veren karayolu emekçilerine dönük “taşeron aldatmacısı” ise gün gibi ortada duruyor. Kadroya geçme uğruna mücadele ile kazanılan haklardan vazgeçilmesi öneriliyor karayolu emekçilerine. Kazanılmış bir mücadele, vaatlerin parçası haline dönüştürülüyor.

Bu can sıkıcı dar geçitten bir çıkış yolu var mı? Elbette var ve bu sorunun yanıtı kadar açık. Sınıf mücadelesinin kararlı, fiili-meşru bir mücadele hattı tutturan ve her kazanımı bir diğerine aktaran unsurlarının mücadelede ön plana çıkması gerekiyor. Böylesi bir çıkış, dar geçitten bizi çıkarabilir.

*********

Bu noktada ön plana çıkacakların kimler olacağına ilişkin bir tespiti yapmak gerekiyor. Bu tespiti sermaye düzeninin “stratejik yönelimleriyle” birlikte yapılması tespiti daha anlaşılır hale getirecek. Bir başka deyişle bugün Türkiye’de kapitalizmin özel önem verdiği, sermayenin biriktiği ve dolayısıyla kâr istencinin yüksek olduğu sektörlere bakmak gerekiyor.

ABD’li akademisyen Beverly Silver’ın Yordam Kitap’tan çıkan “Emeğin Gücü” adlı çalışmasında tartışmaya açtığı bir tez var. Bu tezi şöyle özetlemek mümkün: sermaye düzeninin lokomotifi olan sektörlerde sınıf mücadelesinin şiddeti aynı şekilde yüksek oluyor. Bu tezin sorunlu yanlarını bir kenara bırakırsak kapitalist düzenin tunç yasalarından biri gerçekten de devreye giriyor. Ne kadar yoğunlaşma varsa o kadar sömürü vardır ve ne kadar sömürü varsa o denli ciddi sınıf mücadelesi potansiyeli bulunmaktadır.

Türkiye’de kapitalizmin gelişme dinamiklerine bakıldığında son 10 yılda üç sektörün öne çıktığını görüyoruz: metal, inşaat, finans. Bu üçlüye özel olarak turizm, madencilik ve bazı özel sektörleri de eklemek gerekebilir. Bu üçlünün ilk ikisinde ise son yıllarda ciddi bir sınıf hareketinin birikmekte olduğunu görüyoruz.

Bu birikme bugün yeni bir eşiğin ucunda durmaktadır. Bu sektörlerle birlikte cam işçileri gibi çok özel kesimleri de düşündüğümüzde vaatler ülkesinde işçi olmanın nasıl bir tavır almayı gerektirdiğini bize çok güzel bir şekilde gösteriyor.

“Vaatler ülkesinde” işçi olmak, sermayenin yasalarına karşı fiili-meşru mücadele demektir.

“Vaatler ülkesinde” işçi olmak, Bursa’da metal, Halkalı’da inşaat, Topkapı’da cam işçisinin yaptıklarını yapmak demektir.

“Vaatler ülkesinde” işçi olmak, sarı, yandaş ve güdümlü sendikalara karşı sınıf sendikacılığının bayrağını yükseltmektir.

İşte bu bayrak ve sınıfın tavrı başta DİSK olmak üzere, sınıf hareketinin tüm parçalarında kendini göstererek yeni bir silkinişe imza atacaktır.