Sol siyaset üzerine notlar...

Ülkemizin son 10 yılına baktığımızda gerek toplumsal yapıda gerekse siyasal yapıda, en genel anlamıyla, önemsiz sayılamayacak değişim ve dönüşümleri görmemiz gerekiyor. Bu sürecin bir alt üst oluşlarla değil nesnel bir süreç olarak evrimsel bir çizgi içinde geliştiğini ayrıca vurgulamak lazım. İşin saptanmasında ve net çizgilerle tarif edilmesindeki zorluk bu evrimsel yanından kaynaklanıyor. Bakan gözlerin netleşmesi... View Article

Ülkemizin son 10 yılına baktığımızda gerek toplumsal yapıda gerekse siyasal yapıda, en genel anlamıyla, önemsiz sayılamayacak değişim ve dönüşümleri görmemiz gerekiyor. Bu sürecin bir alt üst oluşlarla değil nesnel bir süreç olarak evrimsel bir çizgi içinde geliştiğini ayrıca vurgulamak lazım. İşin saptanmasında ve net çizgilerle tarif edilmesindeki zorluk bu evrimsel yanından kaynaklanıyor.

Bakan gözlerin netleşmesi ya da bu  sürecin süreklilik çizgileriyle ve kopuş noktalarıyla ele alınmasından kaynaklanan zorluklarından çıkması, topyekün ortaya çıkan sonucun bir önceki ile farklarının belirginleştirilmesiyle mümkündür. Bu açıdan, bugünün verili tablosunun bir öncekinden belirgin farklarının ortaya konulması gerekiyor.

Bugün, başta sol ve sosyalist hareket yeni bir gelecek örecekse kalkış noktalarını ya da evrimsel süreci derli toplu bir çerçeveye oturtması gerekir. Notlar halinde sıralamak ta fayda var…

AKP iktidarı Türkiye’de rejimin temel niteliklerini değiştirmiştir. İster kabul edin ister etmeyin, bugün ister AKP ile ister AKP’siz geleceği olsun ya da olmasın, düzenin, 1923 yılında kurulmuş cumhuriyetin temel paradigmaları ile farklılıkları vardır ve ondan farklılaşmış yeni bir rejimin varlığını kabul ederek işe başlamak gerekiyor. Yeni anayasa tartışmaları bu sürecin sancılı kısımlarından biri olmakla birlikte, bu karşı-devrim sürecinin sancılı tarihinin bir bağlanma noktası olarak da okunabilir. Hem süreklilik hem kopuş vardır, ancak değişim açıktır.


Süreklilik, kapitalizme devam ve emperyalizmle bağımlılıktır. Ya da piyasacılık ve işbirlikçiliktir.

Hiçbir şey yoktan var olmadığı gibi, bu süreç te yoktan var olmadı. Bunun iki boyutu bulunuyor. Biri geçmişe yönelik nedenleri diğeri ise geleceğe yönelik sonuçlarıdır. Geçmiş kısmı biliniyor; 12 Eylül askeri darbesinden sonra ülkenin gericileşmenin ve piyasalaşmanın tahakkümü altında kalması, düzenin krizine neden olan siyasal ve toplumsal istenmeyen dinamikler yaratmasıdır. Dinci gericilik ve Kürt sorunu, düzenin baş etmek zorunda kaldığı iki büyük kriz başlığı idi.

Geleceğe yönelik kısmı ise şöyle özetlenebilir; İkinci Cumhuriyet adını verdiğimiz AKP düzeni, oturma arayışlarıyla birlikte nasıl bir siyasal ve toplumsal yapı ortaya çıkaracağı sorusudur. Bu açıdan geçmişten bugüne gelen ve İkinci Cumhuriyet’e bağlanamayan siyasal dinamiklerin ve toplumsal zeminlerin tam anlamıyla kapsanamayacağını şimdiden söylemek gerekir. İşler düzen açısından istendiği gibi değildir ve kimse boş kağıda bir şeyler yazmamaktadır. Bir iddia olarak, bu kapsanma marjı, “dün değişimin aracı olan” liberalizm ile ancak doldurulabilir.

1990’ların ortalarında düzenin girdiği krizin iki başlığının dinci gericilik ve Kürt sorunu olduğunu söylemiştik. Birinci cumhuriyetin çözemediği bu iki toplumsal sorun, sermaye düzeni açısından İkinci cumhuriyetle çözülmeye çalışılmaktadır. Burada bir akıl ya da senaryodan daha çok nesnel bir gelişim ve toplumsal yapının-dinamiklerinin belirleyici olduğu varsayılmalıdır. Dinci gericilik sorunu, sermaye düzeni açısından (kapitalist sınıf, emperyalist güçler ve devlet vs. ) AKP ile aşılmış, Kürt sorunu ise aşılmaya çalışılmaktadır. Dinci gericilik kapsanmak ve tasfiye edilmek politikaları ile ele alınmış, ancak tersinden dinci gerici siyaset iktidar olarak düzenin paradigmalarını değiştirmiştir. 2007 yılından sonra yaşadığımız büyük toplumsal gerilimlerin (cumhuriyet mitingleri, cumhurbaşkanlığı seçimi, referandum, Ergenekon, balyoz vs. gibi davalar vb.) arka tarafında bu karşı devrimci değişim sürecini görmek gerekir. Eski kadrolar tasfiye edilmiş, yeni kadrolar göreve gelmiştir. Türkiye’nin siyasal paradigmaları adım adım değişmiştir.

Kürt sorunu ise düzen açısından, yine nesnel bir sorun ve dinamik etkisinden dolayı çözülmek istenmektedir. Müzakere sürecinin, düzen açısından mantığını burada aramak gerekir. Bu sürecin nereye evrilebileceği ya da Kürt siyasi hareketi açısından yüklendiği anlam başka bir konu. Bu sorun henüz bağlanmış ya da kapsanmış mıdır sorusu tartışmaya açıktır. Ciddi zorluklar vardır.

2000’li yıllarda düzenin yeni bir rejime dönüşümü, dinci gerici siyasetin iktidar olması ve devleti topyekün değiştirmesi ile şekillenmiştir. Bu süreçte, sağ ya da sol liberalizm meşruiyet kaynağı işlevi görmüş, İkinci Cumhuriyet talebi liberaller açısından karşılığını bulmuştur. Gericilik liberaller eliyle yumuşatılmış düzene bağlanmış (ılımlı islam), gericilik karşıtı mücadele de yumuşatılarak etkisiz kılınmıştır. (özgürlükçü laiklik vs.) Sürekliliğin bir boyutu budur, örneğin.

Ara parantez olarak bir dinci gerici partner olarak cemaatin yine dinci gerici AKP tarafından tasfiyesi düzenin kendi mantığı açısından iktidarını tekleştirmesi ve yerleşme çabaları olarak okunmalıdır. Burada ordu, emniyet ve istihbarat teşkilatlarıyla ittifak sözkonusu olmuştur. Ancak bu süreç sancılı bir süreç olarak devam edecektir.

Bugünü bu değişimin sonuçlarıyla ele almak gerekiyor. Bu açıdan Birinci Cumhuriyet’in nirengi noktalarıyla belirlenen değil İkinci Cumhuriyet’in çerçevesi içinde olduğumuz bilinmelidir. Düzenin merkez çizgisi daha da sağa kaymıştır. Merkez çizgi yeniden tarif edilmiş, düzenin bütün siyasal yapıları buna göre yeniden konumlanmıştır. Yeni CHP tam da budur. Sorun İkinci Cumhuriyet’in solu ile İkinci Cumhuriyet’te solculuk ayrımını net olarak ortaya koymaktır.

Birinci Cumhuriyet’e dönüş mümkün değildir. Yeni düzenin siyasal paradigmalarının zemini üzerine değişim geçiren siyasal güçler, bu düzenin temel sorunlarına dönük yeni kimlikler de üretecektir. Örneğin demokrasi (özgürlükler) ve ekonomik toplumsal sorunlar, düzenin gerçek ve maddi sorunları olarak daha fazla gündeme gelecektir. Bu sorunların ortaya çıkardığı toplumsal çelişkilerin düzene bağlanması ile düzen karşıtı bir mücadeleye bağlanması sorunu ortadadır.

Öğleyse bugünün gerçek dünyasını veri almadan, Birinci Cumhuriyet’in “korunmasına” dönük bir siyasal konumlanışın siyasette karşılığı olmayacak. Dünden bugüne gelen ilerici değerlerin temsiliyetini üstlenmek ise ayrı. Türkiye sosyalist hareketi açısından, bir politik açılım olarak, karşı devrim sürecinin karşısına çıkmak ile bugünün gerici ve piyasacı düzeninin karşısına çıkmak arasında siyasi pratik açısından fark vardır. Statükoculuk burada aranmalıdır. Bu statükoculuğun karşılığı ise düzenin “değiştiği” gerçeğini veri almaktır. Türkiye sosyalist hareketi 2000’li yılların söylemi ve yöntemi üzerinden siyasi açılım geliştiremez. Statükoculuk karşıtı “değişim” buradadır.

Ancak bu “değişim” geçmişin bütün olumlu değerlerini taşıyarak mümkündür. Örneğin yurtseverlik açılımı gibi. Ya da 12 Eylül öncesi solun yeni kuruluş döneminde liberalizme karşı verdiği mücadelenin bütün değerlerini reddi miras büyük bir likidasyona yol açar. Sosyalist hareket, bugün bakıldığında sonuna kadar haklı çıkmış, liberal sol, özgürlükçülük demogojisini ve reel sosyalizme küfrü dinci gerici siyasi harekete destekle bitirmiştir. Gerçek yüzleri açığa çıkmıştır.

Yurtseverlik, artık sosyalizm bayrağında yazılıdır. Bugün de özgürlükçülük, sosyalistlerin bayrağında daha fazla yer etmiş ve edecektir. Hatta sosyalist siyasal mücadelenin merkezi konusu haline gelecektir. Liberallerin özgürlükçülük lafzi ile “likidatörlüğü” sol cenahta geçmişte nasıl bir tahribata neden olduğu bilinmektedir. Bugün likidasyon yerine düzene bağlanma- bağlanmama sorunu merkeze konmalıdır.

Devrimciliğin karşıtı reformizmdir. Geçmişte bu sorunsalın merkezine siyasal mücadelede yöntem sorunu konurdu. Düzen içi mevzilerle ile dönüşüm mü, düzenin yıkılması ile kurtuluş mu? Bu tartışma, reformizmin tarihteki bütün örneklerde olduğu gibi düzene bağlanması ile kapanmıştır. Bu yüzden bu sorunsalın merkezine düzen karşıtı mücadele oturtulmalıdır.

Bugün, düzenin, gerici ve baskıcı karakterine karşı “demokratizm”in bir siyasal hareket olarak ortaya çıkması başka “özgürlük” taleplerinin sosyalizm bayrağına yazılması başkadır. Karıştırılan yer burasıdır. Sosyalist hareket, gericilik karşıtlığını ve anti-kapitalizmi mücadelenin merkezine yerleştirmeli, laiklik, özgürlükçülük, aydınlanmacılık ve işçi sınıfı mücadelesini yükseltmelidir.

Demokratizmin, “son kertede” düzen içi programa sahip olacağı bizim geleneğimizde nettir. Sosyalizm programı, bu açıdan düzen karşıtı bir konuma her zaman sahiptir. Demokratizmin bir siyasal hareket olarak, düzen siyasetinde nasıl konumlanacağı ise başka bir konudur ve farklılık gösterebilir. Bu konunun başka bir boyutu ise, ilki ideolojik mücadelenin diğeri siyasal mücadelenin konusu olmasıdır. Yine karıştırılan yanlardan biri de budur. Sosyal-demokrasinin, liberal demokrasinin, radikal demokrasinin, devrimci demokrasinin vb. konumları siyasal mücadelede dinamiktir. Örneğin devrimci demokrasi düzen karşıtı bir konumda iken, sosyal-demokrasi düzen içi bir siyasal harekettir. Türkiye’de gerçek bir sosyal demokrasi var mıdır tartışmasına girmeden, Türkiye’nin özgün gelişimi içinde bakarak söylersek… O yüzden demokratizm bir siyasal hareket olarak her zaman eğik ve kaygan bir düzlemde olacaktır. Statik değil dinamik bir bakış açısının geliştirilmesi gerekir.

O yüzden bugün devrimcilik ve reformizm tartışmalarında bayrağına ‘demokratizmi’ yazan hareketlerin ön sıfatlarını belirleyici nitelikler düzene bağlanma-bağlanmama ölçütü ile ölçülmelidir. Ancak bu  siyasal hareketlerin, siyasal mücadelenin sonuçları itibariyle toplumsal dinamiklerde ne gibi değişikliklere yol açtığı daha fazla önemsenmelidir. Seslenilecek zemin burasıdır.


Sosyalist hareket ile demokratizmin ilişikleri ve mücadelesinin daha karmaşık olacağı yeni bir zeminde siyasal mücadelede komünistler, sosyalizmin bağımsız hattını oluşturma konusunda asla tereddüt yaşamamalıdır. Sosyalist hareketin büyümesi, kriz koşullarında mümkündür. Böylesi bir gelecek öngörüsünde cesur bir çıkış ve atılım bizleri beklemektedir. Düzen dışı-içi sol hareketlerin konumlarını belirlenmesi ve sola çekilmesi sosyalizmin bir siyasal güç haline gelmesiyle mümkün olur.

Böylesi bir dönemde, sosyalist hareket kendi “farklılıklarını” ideolojik mücadelede ve siyasal mücadele pratiğinde belirginleştirmekten korkmamalıdır. Bu belirginleştirme, etki ve mücadele olmadan toplumsal tepkilerin düzene bağlanması daha kolay olacaktır.  “Marj” sorunu tam da burada devreye girmektedir.

Bugün İkinci Cumhuriyet adını verdiğimiz, AKP ile andığımız, sermaye düzenine karşıtlık tek başına sosyalist hareket açısından değil başka siyasal güçler açısından da söylenmektedir. Bu karşıtlığın nereye evrileceği tartışma konusudur ve nesnel bir durumdur. Biz işimizi yapmalıyız.

Düzenin krizi ve kapsama ölçeği iyi hesap edilmelidir. Düzenin, oturma çabaları ile bu oturmanın bir krizle sonuçlanmasının öngünlerinden geçiyoruz. Erken angajmanlar değil devrimci mücadelede etkin bir pratik, sürecin gelişimine göre ön açacaktır.

Son not olarak, sosyalist hareketin bugünkü ölçeği, eşitsiz gelişimin bir sıçrama noktasına denk gelebilir mi denk gelemez mi? Yakın gelecek fazlasıyla işaret vermektedir. Yakın geçmişi söylemiyorum bile; Haziran günlerini…