Seçimlerden öte: ‘Ne Yapmalı’ya dair sesli düşünceler

Seçimlerden öte: ‘Ne Yapmalı’ya dair sesli düşünceler

Seçimlerden öte: ‘Ne Yapmalı’ya dair sesli düşünceler

Gökhan Cömert

1 Kasım seçiminin 7 Haziran seçiminin “tekrarı” olacağı konusunda herkes hemfikir… Yine, 1 Kasım seçim “sonucunun” 7 Haziran seçiminin sonucuna üç aşağı beş yukarı yakın olacağı, en kuvvetli ihtimal olarak görünüyor. Durum bu kadar öngörülebilir olunca hiç değilse, en azından bu seçimlerde parlamentoya dair aritmetik hesaplardan kurtulmuş olduk ve seçimlerin anlamıyla, ülkenin seçimden sonra hangi yörüngeye oturacağıyla ve solun ne yapması gerektiğiyle ilgili geçmişe nazaran daha gerçekçi, siyasi tartışmalar yapılabiliyor.

Adını koyalım artık; laik ve özgürlükçü tabanı olan Haziran ayaklanmasının talepleri, güçlü bir siyasi iradeye evrilememiş, 7 Haziran seçimi öncesinden başlayıp 7 Haziran’da zirve yapan şekliyle düzen içine çekilmiştir. (Böyle bir irade olma hedefiyle yola koyulan Birleşik Haziran Hareketi ise bileşenlerinin sınırları ve bir cephe yapılanmasının günümüz taleplerine cevap verebilecek netlikte ve doğrultuda bir örgütlenme modeli ol(a)mamasından ötürü kadük kalmıştır.) Düzen içine çekilme, sadece, kitlelerin tekrardan düzen partilerine yönelmesi boyutuyla değil, aynı zamanda bu kitlelerin talepleri olan laiklik ve özgürlük gibi kavramların yeniden düzen içi parametrelere sıkıştırılmasıyla da kendini göstermiştir. “Tatava yaparak” somutlayacak olursak; Ekmeleddin’lerin, Altan Tan’ların boy gösterdiği bir siyasi iklimi yaşamayı önleyemedik. Haziran ayaklanmasında birkaç adım sıçrama yaşayan ilerici toplumsal kesimler, sonraki süreçte (x) adım geri düşmüştür de diyebiliriz. Geri düşme, verili durum itibariyle kesin ama buradaki (x) belirsizdir ve mücadelenin konusu olmaya devam etmektedir.

Bu anlamda “sol” bir fırsat kaçırmıştır. “Hangi sol” sorusunun cevabı elbette ki sosyalist soldur, özel olarak da TKP’dir. Kaçırılan bu fırsatı HDP, kendi cephesinden başarıyla değerlendirmiş, Haziran kitlesinin önemli bir bölümünü kendine “seçmen” yapabilmiştir.

Ama o kadar… Çünkü mesele bu kadar basit değil…

Yazının başlığı “‘Ne Yapmalı’ya dair sesli düşünceler”… Yukarıdaki girizgâhtan sonra sesli düşünmeye başlayabiliriz. Ancak önce önemli bir konunun altını kısaca çizmekte fayda var: Öne sürülen görüşler, söylemsel düzeyi aşıyor ve bir iddiayı hayata geçirme iradesi taşıyorsa, yani siyasal süreçlere müdahale etme arayışına dayanıyor ve bunun gereği olarak örgütlenme başlığına bağlanıyorsa, içe kapanmacılık / korunmacılık eleştirileri kendiliğinden anlamsızlaşmaktadır. Burada esasen son zamanlarda dile getirilen “ileri gitmek” ve “durmak” diye bilimsel bir temele dayanmayan kavramsallaştırma çabalarının beyhudeliğine işaret ediyoruz.

“AKP’yi geriletmek” mi, yıkmak mı..?

Baştan söyleyelim; derdimiz AKP’yi geriletip, gerileyen AKP’nin de olacağı yenilenmiş bir “düzen şablonu”nda yerimizi nasıl kuvvetlendirebiliriz sorusuna cevap aramak değilse eğer; AKP’nin yıkılmasını, onun ötesinde AKP gibi partilerin üzerinde yükseldiği dinamikleri ortadan kaldırmayı hedeflemeliyiz. Beriki, düzen partilerinin derdi olsun.

Nedir peki bu dinamikler? Dilimizde bitmeyecek olan tüylerin yardımıyla söylersek; sermaye, emperyalizm ve gericilik…

Klişe değil hakikat şudur ki: Solun alametifarikası; sermayeye, emperyalizme ve gericiliğe karşı ikirciksiz ve omurgalı bir tutum almaktır! Sol; TÜSİAD toplantılarını kaçırmayanların, ABD ve AB’nin Tayyip’in kulağını çekmesini umanların, “halkımızın değerleri” diyerek gericileşmenin önünü açanların, kısacası AKP’nin yükseldiği bu dinamiklerle karşıtlık değil, uyum ilişkisi içinde olanların yancısı mı olacak, karşısında mı yer alacak?

AKP’nin yükselişte olduğu zamanlar, “bizim sorunumuz AKP’yle değil, sistemle” deyip sistemin sahnedeki baştemsilcisi olan partiyi politik hedef noktası olarak belirleyemeyen ve bu yüzden boşluğa düşen bir kısım solun, bugün bir yönetememe krizi yaşanan ülkemizde politik hedef noktasını “AKP’yi geriletmek” olarak daraltması, acıdır ki inançsızlığını ve cesaretsizliğini göstermektedir.

Çok örnek verilebilir ama kendisi liberal ekolün önde gelen akıl hocalarından olduğu için HDP milletvekili Mithat Sancar’ın 8 Haziran’da katıldığı bir televizyon programındaki “özlü sözünü” aktarsak yeterli: “Kimse bizden radikal muhalefet beklemesin. Sistem açısından en acil ihtiyaç, yapıcı-kurucu muhalefet eksikliği…”

Öyleyse, “yancı” olmayacaksak eğer, “AKP’yi geriletmek” zokasını yutmayacağız! Çünkü o “zoka”, ilerici toplumsal kesimleri düzene bağlamanın bir enstrümanıdır artık bugün… Rejimin ıslahına soldan koşan “yapıcı-kurucu muhalefet” olmayı reddetmekle işe başlamaya ne dersiniz?

Vekaletle mücadele mi, bağımsız sosyalist irade mi..?

“Öncelikle AKP geriletilmeli” deniliyor. Ya sonra? “Sonra işimize bakarız..”

AKP’nin gerilemesinin sola kendiliğinden alan açacağı büyük bir yanılsama idi ve 7 Haziran’da bu tespit doğrulandı. Doğrulandığı için sevinmiyoruz elbette. Şimdi bakmayın özeleştiri bile yapmadan “8 Haziran’dan sonra sol bir şey yapmadı” diye ahkâm kesenlere… Evet solun önünde nesnel olarak olanaklar vardı, hâlâ da var ama süreci, “Önümüzde büyük olanaklar var” deyip, AKP’yle mücadelenin temsiliyetini düzenin diğer unsurlarına teslim ettiğiniz anda artık düzen içi mücadelenin bir “nesne”si olmayı kabul etmiş sayılırsınız.

“Türkiye, AKP anayasasına sığmaz” diyorduk… Haziran ayaklanması bunu ispatladı. Ancak, bu sitedeki birçok yazarın da ifade ettiği gibi yerleşemeyen, havada kalan bir rejim var karşımızda. AKP’nin kurduğu rejim, rayına oturmuyor, oturamıyor ve sistem bunu kaldıramıyor. Tam da bu yüzden dolayı egemenler, rejimi yeni bir düzleme oturtmak ihtiyacı hissediyor. Bunun adı restorasyondur, yeniden dizayn etme girişimidir. Çok fazla geçmişe gitmeye gerek yok, yakın tarihten örnek verirsek; 28 Şubat restorasyondur, 3 Kasım 2002 seçimleri de restorasyondur. 2007 tarihi ise restorasyonun çok ötesinde rejim değişikliğinin miladıdır.

Bugün yaşadıklarımız ise, yeni rejimdeki ilk restorasyon girişimidir. Kim diyordu ki restorasyon takır takır işleyecek diye? Kanla, şiddetle terbiye etmeye, ölümü gösterip sıtmaya razı etmeye çalışıyorlar işte… Başına gelecek muhtemel sonu tahmin eden “saray” da her türlü kozunu oynuyor öte yandan. “Her şeyi üst akla bağlıyorsunuz” diyerek emperyalizmin rolünü önemsizleştirmek, Haziran ayaklanmasının geriye çekilmesiyle birlikte gelen yeni “liberalizasyon” dalgasını hafifsemek, yapılacak en son hata olmalı…

“İyi güzel de, kenarda durup olan biteni mi izleyeceğiz?” Bir restorasyon girişimi olduğu gerçeğini görüp, -restorasyonun kendisi de bir mücadele başlığı olduğu için onu mutlaklaştırmadan- hem bu restorasyonun girişimcilerine (emperyalizme ve sermayeye), hem de bu restorasyonda konumlanmak için pozisyon almaya çalışan düzen partilerine karşı gerçeğin savaşımını vereceğiz. Nasıl mı? Görünenin ardındaki gerçeği anlatarak… Çünkü gerçekler devrimcidir! Örgütlenerek ve kimseye vekalet vermeden bağımsız sosyalist hatta ısrar ederek… Çünkü sosyalist mücadele vekaletle yürütülemez!