Seçimler, vaatler ve gerçekler…

Seçimlere bir haftadan az zaman kala sermaye partilerinin vaatler maratonu tüm hızıyla sürüyor. Seçimlerin ardından ise bu vaatler hiç söylenmemiş gibi hemen unutulacak, seçmene verilen sözler miting alanlarında, “eskimiş” seçim programlarında kalacak. Vaatler yarışında seçmene sunulanlar ise ifrat ile tefrit arasında gidip gelir ve seçimler tarihimize müstehzi bir tebessümle hatırlanacak sloganlar olarak damgasını vurur. “Her... View Article

Seçimlere bir haftadan az zaman kala sermaye partilerinin vaatler maratonu tüm hızıyla sürüyor. Seçimlerin ardından ise bu vaatler hiç söylenmemiş gibi hemen unutulacak, seçmene verilen sözler miting alanlarında, “eskimiş” seçim programlarında kalacak.

Vaatler yarışında seçmene sunulanlar ise ifrat ile tefrit arasında gidip gelir ve seçimler tarihimize müstehzi bir tebessümle hatırlanacak sloganlar olarak damgasını vurur.

“Her mahallede bir milyoner yaratacağız”, “Vallahi Mazot 1 Lira olacak”, “Herkese biri ev biri araba olmak üzere iki anahtar… Askerlik kısalacak, Nevruz bayram olacak.”, “Faiz kalkacak, beş bin tank üretilecek. Taksim meydanına cami yapılacak”, “Kim ne veriyorsa beş lira fazlasını vereceğim, ekonomiyi 500 günde düzlüğe çıkaracağım.”, “Köyler kent olacak.”, “sizi il yapacağız”, “1 milyon işsize iş vereceğiz.”, “İktidara gelirsem ofsaytı kaldıracağım, kale direkleri arasındaki mesafeyi arttıracağım.”

Bunlar geçmiş dönem seçim vaatleri olarak tarihteki ve hafızamızdaki yerini alırken, her dönem yenileriyle baş etmek zorunda kalan bir ülkede ardı ardına sıralanan bu vaatlerin nasıl yerine getirileceği, kaynak sorununun nasıl çözüleceği gibi sorular ya akıllara gelmez, ya da havada asılı kalır.

1 Kasım seçimlerinin vaatleri

Asgari ücret başlığında AKP, 2015 yılının ikinci yarısında net asgari ücretin 1000 TL’yi aşacağını, CHP 1500 TL olacağını iddia ediyor. MHP asgari ücretin 1400 TL yapacağını, 100 TL de ulaşım desteği vaat ediyor. HDP asgari ücreti 1800 TL, SP-BBP ittifakı ise 1500 TL yapacağını söylüyor.

Emekliler için de AKP “imkân oldukça” emeklilere desteğin arttırılacağını, CHP emeklilere yılda iki defa dini bayramlarda ikramiye vaat ediyor. MHP benzer şekilde 2 asgari ücret tutarı kadar Mart ve Eylül aylarında ödeme yapacağını, HDP en düşük emekli maaşının 1800 TL olacağını iddia ediyor.

Öğrenciler de düşünülmüş tabii. AKP eğitim fakültelerinde çift ana dal imkânı verileceğini ve başarılı öğrencilere verilecek bursların arttırılacağını, CHP 29 yaşından küçük üniversitelilerin çalışması durumunda tüm primlerinin karşılanacağını, MHP de 10.000 TL’ye kadar yükseköğrenim kuponu vereceğini vaat ediyor. HDP ise 15-25 yaş arasındaki her gence her ay 200 TL ulaşım ve iletişim desteği sağlayacağını beyan ediyor.

Çiftçiler de unutulmamış elbette. AKP 2015 yılı için 10 milyar TL hibe yapılacağı iddiasında, CHP kazancı olmayan çiftçilere asgari ücret kadar gelir vereceğini açıklarken, HDP çiftçiden su ve elektrik parası almayacağını, MHP tarımsal harcamalardan vergi alınmayacağını vaat ediyor.

Taşeron işçiler meselesinde AKP ilerde bu durumun çözüleceğini söylüyor. CHP kamuda artık taşeron işçiliğin olmayacağını, MHP ise taşeron işçilere kadro vaat ediyor. SP-BBP ittifakı ve HDP de kadro sözü veriyor.

Kredi kartları önemli bir başlık (!). CHP kredi kartı ve kredi borçlarının %80’ini silip kalan borçların yapılandırılacağını söylerken, MHP haciz ve icraların yapılmasında sınırlamalar vaat ediyor. HDP ise borçlarda yapılandırma ve kredi kartı faiz oranlarında düşüş olacağını söylüyor.

Bütün bu vaatlerin hiç birinde kamu kaynaklarından, hele kamu mülkiyetinden, kamu girişimciliğinden hiç söz edilmiyor. Normal değil mi?

Hepiniz Oradaydınız!

Vaat ettiklerini hangi kaynaklarla gerçekleştirecekler sorusu bir yana, 1990’ların başından itibaren bütün kamu birikimleri ve değerleri, yani halka ait mallar, kaynaklar ve üretim tesisleri satılırken, bugün “yok mu arttıran” kıvamında adeta tersten bir açık arttırmayı oya tahvil etmeye çalışanlar, o günlerde “özelleştirme zorunludur ama doğru biçimde yapılmalıdır” diyerek Anayasa Mahkemesi’ne itiraz etmek dışında kıllarını kıpırdatmayanlar, bugün utanmazca hangi kaynaklardan bahsediyorlar? Bunun cevabı hiç birinde yok. Açıkça dalga geçiyorlar ve zaten iğdiş edilmiş olan toplumsal hafızayı bir kez daha seçim vaatleri üzerinden siliyorlar.

Kamu ihalelerinde şeffaflık, sermayenin yatırımlarını arttırıcı önlemler, rekabete dayalı ekonomik model, kamuyu sınırlandırma, tarımda toprak reformu yerine mevsimlik tarım işçilerinin durumlarının düzeltilmesi, topraksız köylülerin ancak yaşamını idame ettirebileceği düzenlemeler, yerinden yönetim adı altında merkezi planlamanın ortadan kaldırılması, işçi sınıfının paramparça hale getirilmesi, AB müktesebatı denen sömürü ve bağımlılık kuralları manzumesinin hayata geçirilmesi gibi vaatler de ülkenin üretenlerinin ve kamu kaynaklarının hangi kapsamda değerlendirileceği konusundaki ipuçlarını veriyor.

Kaynak meselesi üzerinde biraz durmakta fayda var. Neden mi? Kamu kaynağı halkın ortak geliri eşit olarak paylaşmasının temeli çünkü… Kamu kaynaklarının, kamu üretiminin, kamu değerlerinin halka mâl edilebilmesi için tasarlayıcının, yatırımcının, işletmecinin, paylaştırıcının, hâsılı kelâm düzenleyicinin de kamu olmadığı, yani halkın yararını gözeterek üretimi ve paylaşımı gerçekleştirecek bir merkezi planlama olmadığı bir durumda mezata açılan başlıklar tıpkı önceki vaatler gibi tarihin seçim sloganları bölmesindeki traji-komik yerini alır.

Cumhuriyet’i elbirliğiyle yıkarak, kazanımlarını ortadan kaldıranlar bugün, İkinci Cumhuriyet’in yerleşebilmesi için kolları sıvamışlar, bizlerin ağzına bir parmak bal çalıyorlar seçim vaatleriyle. Yerel ve uluslararası sermayenin özelleştirmeler eliyle kamu üretimine, kaynaklarına ve değerlerine el koymasında, yani tarihi bizim ellerimizden alıp sermayenin baş aktör olduğu bir zemin kuruyorlar. Böylece, yerinden yönetim modelleriyle, sermayeyi rahatlatacak ihale programlarıyla, AB şartnamelerini yasallaştırma vaatleriyle TÜSİAD’ın, MÜSİAD’ın ihtiyaçları, ABD ve AB emperyalizminin istekleri, Dünya Bankası, OECD ve IMF’nin beklentileri için zemin hazır hale getirilecek.

Ya gerçekler?

1990’larla birlikte yaşanan ve 2000’lerde seçim vaatlerini sıralayanların da el birliği ile oluşturduğu ve karşı karşıya olduğumuz tablo, sermaye cephesinin kendi iç çatışmalarının yönlendirdiği bir tarih kesitidir. İşçi sınıfının müdahale girişimleri ise bugün seçim vaatlerini sıralayanlarca objektif olarak dahi engellenmiştir. Sadece yakın zamana, SEKA’ya, TÜPRAŞ’a, PETKİM’e, TEKEL’e, madenlere, santrallere, karayollarına bile bakmak, kamu değerlerine sahip çıkmaya çalışan işçi sınıfının el birliği ile ne kadar yalnızlaştırıldığını hatırlamaya ve görmeye yetecektir.

Oysa, sermaye düzeni temelinde örgütlenmiş bir toplumsal yapı ve işleyişte bütün önermeler, düzenlemeler ve bütün karar süreçleri o tarihsellikteki güç ilişkileriyle sınırlıdır. Ve bildiğimiz doğru, tarihin sınıf mücadeleleri tarihi olduğu, yani yön verenin bu mücadeleler olduğudur.

O zaman bütün bu vaatler karşısında, yeni bir tarihsellikle karşı karşıya olduğumuzu bilerek, bize dayatılan toplumsal yapıyı ve onun ilişkiler manzumesini reddetmenin, yani bizden bağımsız ama bizi belirleyen güç ilişkilerini yerle bir edecek müdahaleyi yapmanın zamanıdır.  Yeni bir tarih yazmalıyız. Bizden çaldıklarının hepsini geri almalıyız. Bunu, içi boş bir “Saraylar yıkılacak” sloganından çıkarmalı, sarayların, AKP iktidarının ve İkinci Cumhuriyet rejiminin ancak ve ancak emekçi halkın örgütlü mücadelesiyle çürüyen diş, dökülen et gibi, bir daha geri dönmemek üzre yıkılıp gideceğini bilmeliyiz.

Rüya mı? O zaman tarihimize dönüp Lenin’in cevabıyla karşılık verelim: “Evet, rüya görmeliyiz”!