Seçimden seçime

Sendikal harekette bir işçi iradesi gerekmektedir. Ancak böylesi bir irade sendikal alanda bir “mıntıka temizliği” yaparak sarı, yandaş ve güdümlü sendikacılık anlayışlarıyla hesaplaşabilir.

1 Kasım seçimlerinin ardından hemen herkes kendi açısından değerlendirmeler yaptı. Değerlendirmelerin ortak noktasını “sürpriz sonuçlar” oluştururken, özellikle ülkenin solu açısından tehlikeli bir “şaşkınlık” ön plana çıkıyor. Ancak belli ki iş biraz bu konuda “şerbetli” olanlara gelince şaşkınlık ve hayal kırıklığı yerini soğukkanlı analizlere bırakıyor.

Böyle dönemlerde soğukkanlılık önemlidir. Ancak bunun ötesine geçen bir tavır almak gerekiyor. Kuşkusuz bu yazının odak noktasını 1 Kasım seçimlerinin ardından oluşan politik atmosferi yorumlamak oluşturmuyor. Yazının odak noktasını oluşturan ise siyasal arenada eksikliğini hissettiren sınıf hareketinin önümüzdeki dönemde nasıl bir şekil alacağıdır.

Esasen 1 Kasım seçimlerinin ardından yapılacak/yapılan ilk değerlendirmelerde baskın tonun işçi ve emekçilerin oy tercihlerinin AKP’den yana kullanmış olması nedeniyle sınıf hareketinin önümüzdeki dönemde durağan seyredeceği olacaktır. Öte yandan, bu durumun doğrusal olarak işlemediğini ve gelecekte de böyle işleyemeyeceğini ifade etmekte fayda var.

Genel olarak sağın, özel olarak AKP’nin işçi sınıfı içinde oy potansiyeli uzunca bir süredir benzer bir seyirde gitmekte, bununla birlikte işçi sınıfı içindeki dalgalanmalar ve eylemlilik yönelimleri bu potansiyelden bağımsız örnekler göstermektedir.

Peki, bu örnekler nelerdir?

AKP’nin ilk yıllarındaki özelleştirme kasırgasına karşı tek tek çıkan eylemlilik dalgaları, TEKEL işçisinin tavrı bu duruma bir örnektir. Metal işçilerinin bu yılın başında gösterdiği direnç ve Bursa’da açığa çıkan metal direnişi tam da bu duruma bir örnektir.

Bu örneklerin çoğalması ve süreklilik kazanması önümüzdeki dönemde olasıdır. Bu olasılık, sadece bir “ekonomik kriz” beklentisinden kaynaklı olarak dillendirilmemektedir. Aksine bu olasılık, ülkemizde kapitalizmin dinamikleriyle ilgilidir ve tunç yasa bu alanda mutlaka işleyecektir.

Öyleyse örneklerin belirgin izler bırakması, siyasallaşarak sınıfın içine yuvalanmış gerici yığınağın dağıtabilmesi, sendikal hareketin önümüzdeki dönem alacağı şekille yakından ilgilidir. Özelde bu sorunun muhatabı ise mücadeleci sendikalar ile DİSK’tir.

*********

Bu noktada “seçimden seçime” giden yola iyi bakmak gerekmektedir. Bir dizi mücadeleci sendikada ve DİSK’te yaklaşmakta olan genel kurullarda gelen ilk sinyaller “olumlu” yönde değildir. Burada sendikal alanı kuşatan AKP’nin bir basıncı net bir şekilde gözlemlenirken, esas sorun ise genel kurulların bir “orta oyununa” çevrilmesidir.

Geleceğe enerji vermeyen, üç-beş sendikanın kendi arasında oynadığı delege pazarlıklarının önümüzdeki dönemdeki etkisi yok hükmündedir. Dahası bu anlayışlar bir süre sonra siyaseten Türkiye’de başka siyasal akımlara, örneğin Kürt siyasi hareketi, “meze” olacak duruma gelecektir.

Bu duruma asla izin verilmemelidir.

Bu duruma izin verilmemesi için öncelikle sınıf sendikacılığı anlayışına sahip olanların bir program ile hareket etmesi gerekiyor. Bu program ise önümüzdeki dönemde yeni, mücadeleci ve siyasallaşmış bir işçi toplamıyla buluşmadan gerçekleşemez. Kısacası sendikal harekette bir “işçi iradesi” gerekmektedir. Ancak böylesi bir irade sendikal alanda bir “mıntıka temizliği” yaparak sarı, yandaş ve güdümlü sendikacılık anlayışlarıyla hesaplaşabilir.

Öyleyse bu anlayışı yaratacak irade nerede?

O irade, sandığın bir köşesinde değildir, işaret fişeği Bursa Renault’da çakan işçilerdedir. Bugün o irade, türlü ayak oyunlarına geçit vermeyen, alın teriyle cama hayat veren Mersin’deki Şişecam işçisidir.

Bugün o irade, boyun eğmeyen bütün işçilerdir.

“Seçimden seçime” giden süreçte çıkan anlam ise belli: “Ya yeni bir yol bulacağız, ya yeni bir yol yapacağız.” İşte “yapıcıların türküsü” bu sözle başlayacak.