O kurşunu tanıyoruz…

Evrim Şenöz yazısında Tahir Elçi cinayeti ile şimdiye dek yaşadığımız "faili meçhulleri" bir kez daha sorguluyor.

Dört Ayaklı Minare 1500’lü yıllarda Akkoyunlular döneminde yapılmış. Dört sütun ile başlıklar üzerinde oturan kare mimarisi ile Anadolu camileri içinde tek örnek kabul edilen Minare, inanışa göre dört ayağı farklı dinleri simgeler ve her dinden ve dilden halkların hoşgörüyle yaşadığını vurgularmış…

Eğer bu inanış doğruysa, bu topraklarda hoşgörü biteli oldu hayli zaman… Belki de o yüzden daha da önemliydi bu tarihi Minare’nin ayakta kalması. Diyarbakır içinde çatışmalar sürerken, bir televizyon programında görüşünü ifade ettiği için gericiler tarafından açık hedef gösterilirken, ölüm tehditleri alırken ve devlet tarafından yargılanırken, her an sokakta öldürülmek işten bile değilken, belki de tam da bu yüzden önemliydi bu 500 yıllık hoşgörü simgesinin yıkılmaması ve çatışmaların sona ermesi için basın açıklaması yapmak.

Medeni Yıldırım, Roboski katliamı vb. birçok davanın avukatlığını yapan Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, halkların bir arada yaşamasının simgesi olan Minare’nin altında, çatışmaların sona ermesi için basın açıklaması yaparken, 49 yaşında başından aldığı bir kurşunla öldürüldü.

***

Diyarbakır ortasında vurulmuş uzanırım

Ben bu kurşun sesini nerde olsa tanırım

Evet, tanıyoruz o kurşunu ve biliyoruz o kurşunun kimlerden geldiğini… Suikast mı değil mi tartışmaları bir noktadan sonra bir anlam ifade etmiyor. Elçi, yıllardır hakların birlikte yaşamasına izin vermeyen, bu toprakları savaş alanına çeviren, domuz bağları ile bağlayıp öldürerek insanları susturmaya çalışan, “beyaz Toroslar” göndermesi yaparak insanları sindirmeye uğraşanların iktidarındaki bir ülkede, silah seslerinin kaç aydır kesilmediği Diyarbakır’da öldürüldü. Kurşunun nereden geldiği pekala bellidir.

Tıpkı bundan 20 sene önce 1995 yılında öldürülen bir diğer Baro Başkanı Ali Günday’ın cesedinden çıkan kurşunun kimden geldiğinin belli olması gibi… Dönemin Gümüşhane Barosu Başkanı Günday, türbanlı olarak duruşmalara girmek isteyen kadın avukatları baroya kaydettirmediği için dönemin Akit gazetesi tarafından açık hedef haline getirilmişti. Osmaniye’den sırf Günday’ı öldürmek için gelen İzzet Kıraç’ın tek kurşunuyla bürosunda öldürülmüştü.

Bugün Elçi’yi öldüren o kurşun, Günday’ı öldürdüğü gibi, Hrant Dink’i, Musa Anter’i, Çetin Emeç’i, Turan Dursun’u ve daha nicelerini öldüren kurşundur. O kurşun Adana’da Ankara katliamını protesto etmek isteyenlere yapılan polis saldırısı sırasında üç yaşındaki Tevriz Dora’yı başından vuran; Diyarbakır Sur ilçesinde 12 yaşındaki Helin Şen’i evinin önünde öldüren keskin nişancının kurşunudur. O kurşun halkların bir arada yaşamasını istemeyenlerin, gericilerin kurşunudur.

Eğer Elçi’nin hesabını soracaksak; bizi bu çatışma ortamına, bu gericiliğe mahkum eden, ne ülkede ne de Ortadoğu’da huzur bırakan, her geçen gün halkların bir arada yaşama umudunu körelten AKP iktidarının ve bu iktidarda somutlaşan halk düşmanlığının bu topraklardan defolmasını sağlamalıyız. Bizim umudumuzu kıranlara inat, hoşgörü simgesi Dört ayaklı Minare’nin bir 500 yıl daha ayakta kalması için bu ülkede bir basın açıklamasında, bir eylemde, bakkala ekmek almaya giderken bir sokakta öldürülmemek, birlikte nefes almak için bunlara sebep olanlara karşı tekrar ayağa kalkmalıyız.