Memleketten vazgeçebilir miyiz?

Çok zor bir soru ile başladığımızın bilincindeyiz. Ankara’da yaşanan ve belki de tarihimize Kanlı Cumartesi olarak geçecek katliamdan sonra sağlıklı düşünme, bütünlüklü yaklaşma ve doğru politik değerlendirmeleri-analizleri üretme konusunda bir sıkışma yaşıyoruz. Devrimciyiz etkileniyoruz, sosyalizm derdimiz, hedefimiz var mücadele ediyoruz. Emperyalizmin bölgemiz ve ülkemiz açısından arayışları devam ediyor; bu arayış ve yeniden dizayn çabaları başta... View Article

Çok zor bir soru ile başladığımızın bilincindeyiz. Ankara’da yaşanan ve belki de tarihimize Kanlı Cumartesi olarak geçecek katliamdan sonra sağlıklı düşünme, bütünlüklü yaklaşma ve doğru politik değerlendirmeleri-analizleri üretme konusunda bir sıkışma yaşıyoruz. Devrimciyiz etkileniyoruz, sosyalizm derdimiz, hedefimiz var mücadele ediyoruz.

Emperyalizmin bölgemiz ve ülkemiz açısından arayışları devam ediyor; bu arayış ve yeniden dizayn çabaları başta bağımlı-işbirlikçi ülkelere ciddi sancılar yaşatıyor. Bedelini ise başta emekçiler ve yoksul halkımız ödüyor.

Bu vahşi saldırının ülkemiz açısından bir kırılma noktası olduğu gerçeği ile karşı karşıyayız. Kırılma noktası diye tanımlamamızın çeşitli nedenleri var. Fakat burada belki de en önemli neden sosyalistlerin ülkeleri ile yaşadığı ve mücadele ettiği topraklar ile kurdukları bağda yatıyor.

Komplocu analizlerin genel olarak sağ yorumlara kapı araladığı gerçeğini unutmadan ekleyelim: Askeri olarak NATO’ya, ekonomik olarak Avrupa Birliği ve ABD’ye, siyasi olarak emperyalizme bağımlı bir ülkede yaşıyoruz.

Meseleyi ülkemizi karıştırmak, aynı anlama gelmek üzere zayıflatmak isteyen dış mihrakların işi olarak görmek; uzunca bir dönemdir ‘Yeni Türkiye’ kurucusu AKP zihniyetinin yorumu olarak yansıdı. Memlekete bu şekilde ‘sahip çıkmak’ , iğdiş edilmiş akılların kendine tutunacak bir dal bulması ile ilgilidir. Sınıflar yoktur, sınıflar mücadelesi yoktur, yoksulluk-yoksunluk bakidir, ama istikrar mükemmeldir. Sağcılık sınıflar arası çelişkileri yok saydığı, daha doğrusu üzerini örttüğü sürece sömürü düzeni nefes almaya devam ediyor.

Dün gece 2016 Avrupa Şampiyonası Eleme Gruplarında Türkiye-İzlanda maçı başlamadan Ankara katliamında ölenler için saygı duruşu sırasında yaşanan yuhlama ve tekbir seslerinden bahsediyoruz. Ayrı bir haberin ve belki de köşe yazısının konusudur ama bizlere nasıl bir toprakta mücadele ettiğimizi göstermesi açısından çarpıcıdır. Bir süredir ‘milli maçlar’ bilinçli olarak Konya’da oynatılmaktadır ve seyircisinden-taraftarından övgü ile bahsedilmektedir. Davutoğlu Dağlıca saldırısının yapıldığı anlarda bu statta oynanan maçta bir şehit çocuğunu kullanarak şov yapmıştır. Sağcılaşma ve gericilik emperyalizme bağımlılığı körüklemekte ve sorgulanmaz hale getirmektedir.

Sosyalist hareketin mücadelesinde özel dönemler var. Anti-emperyalist mücadelenin yükseldiği, kök saldığı bu özel dönemler aynı zamanda bir kimliği; yurtsever kimliği bize armağan etmişti. Yaşadığı ve mücadele ettiği topraklara yabancılaşmayan, ilerici birikimine ve tarihine sahip çıkan, ülkesinin kaynaklarının yine ülkesindeki tüm insanlara eşit ve adil bir şekilde yeteceğini hatta artacağını bilincimize çıkardığımız bir kimlikten bahsediyoruz.

Bu dönem kapanmadı. Bir diğer uğrağı Haziran 2013 direnişidir ve direnenler ülkesine eşitlikçi, özgürlükçü ve aydınlanmacı bir damarla sahip çıkmıştır. Bu damarı beslemek gerekiyor.

Memleketimizden vazgeçmeyeceğiz. Katliamların, gericiliğin ve işbirlikçiliğin kol gezdiği bu günlerde hiç vazgeçmeyeceğiz. Yolumuza ülkemizin kurtuluş mücadelesi ile yeni bir ülke kavgası ile devam edeceğiz.