Kanlı Pazar’dan Kanlı Cumartesi’ye

İnsanın kimi zamanlar aciz kaldığını hissettiği, öfkeden taş kestiği anlar olur. Cumartesi günü yaşananlar pek çoğumuz için böylesi bir duygu yarattı ve hissettirdi. Ölümün adının “kalleş” olduğu bu coğrafyada, Cumartesi günü patlayan bomba kalleşliğin de çok ötesiydi. Bomba yüreklerimizde patladı ve öfkemizin bilenmesine neden oldu. Bununla birlikte aynı gün sosyal medyada yapılan kimi yorumlarda görüntülerde... View Article

İnsanın kimi zamanlar aciz kaldığını hissettiği, öfkeden taş kestiği anlar olur. Cumartesi günü yaşananlar pek çoğumuz için böylesi bir duygu yarattı ve hissettirdi. Ölümün adının “kalleş” olduğu bu coğrafyada, Cumartesi günü patlayan bomba kalleşliğin de çok ötesiydi.

Bomba yüreklerimizde patladı ve öfkemizin bilenmesine neden oldu. Bununla birlikte aynı gün sosyal medyada yapılan kimi yorumlarda görüntülerde halay çekmekte olan miting katılımcılarının “Kanlı Pazar” türküsünü söylemesine dikkat çekiliyordu. “Kanlı Pazar” türküsünü bilmeyen AKP’li yorumcuların bunu bir “işaret” olarak görmesi bu türkünün neden söylendiğini ve Cumartesi günü yaşadıklarımızla benzerliklerini düşündürmeye itti. Kanlı Pazar’dan Kanlı Cumartesi’ye gelen süreç aslında ülkemizin de hikâyesini anlatıyor.

Her iki kanlı olayın da ortak noktası saldırganların gericilik ve emperyalizm taraftarları oluşudur.

Her iki kanlı olayın da ortak noktası saldırıya uğrayanların emekçi halkımız oluşudur.

Her iki kanlı olayın da ortak noktası bu kanlı düzendir.

1969’dan 2015’e gelen bu serüvende farklı pek çok uğraktan ve süreçten geçilmiş, sınıf mücadeleleri alanı farklı görünümlere bürünmüştür. Bununla birlikte saldırgan yanı hiç eksik olmayacak bir şekilde yaşamını sürdüren bu kanlı düzen, özü hiç değişmeyecek bir biçimde yoluna devam etmiştir. Öte yandan, Kanlı Cumartesi’den sonra gördüğümüz tabloda işçi sınıfı mücadelesinin önemli bir basamağını oluşturan sendikaların ve meslek örgütlerinin “genel grev” sınavından başarıyla çıkamadığı görülmektedir.

Bu durum aslında yeni değil. Sermaye birikim rejiminin yapısal dönüşümünün gerçekleştiği, işçi sınıfı siyasetinin geriye çekildiği dönemden bu yana sendikal alanın da gerilediği bilinen bir gerçek. Bu durumun doğurduğu yapısal sorunlar sendikal alanı güçsüzleştirirken, işçi sınıfı mücadelesinin önemli bir pratik ürünü olan “genel grev” silahının da güçsüzleşmesine ve kötürümleşmesine neden oluyor.

Böylesi bir durumda ise ortaya basit bir kısır döngü çıkıyor: sınıf mücadelesi geriledikçe sendikal alan zayıflıyor ve sendikal alan zayıfladıkça sınıf mücadelesi etkisizleşiyor. Ancak bu kısır döngünün kırılması mevcut düzlemin değiştirilmesi ile mümkün. Bu düzlemin siyasallaşmış, güncellik ve tarihsellik arasına sıkışmayan bir aranış içerisine kurulması ve bu düzlemde siyasetin belirlenir hale gelmesi gerekiyor.

Görünen köy kılavuz istemez. Ortadaki sorun modellere sığmayacak, yaklaşımlara meze edilmeyecek kadar büyük. Bugün bu sorunun aşılması, aynı zamanda işçi sınıfı mücadelesi veren tarihsel özne de kendisini her biçimde yeniden yapılandırması anlamına da gelmektedir.

Sadece doğrultu olarak değil, çalışma temposundan ve düşünme biçimine kadar her haliyle bir “yeniden derleniş dönemi” açılmaktadır önümüzde. Bu dönemin en önemli ayırt edici unsurlarından bir tanesi sınıf sendikacılığının ete kemiğe bürünmesi olacak. Bunun gerçekleşmesi için ise kararlı ve inatçı bir toplamın yaratılması gerekiyor.

Kanlı Pazar’dan Kanlı Cumartesi’ye gördüğümüz ve yaşadığımız bir gerçeklik var. Eğer yaşanan ne kadar acı, üzüntü ve sıkıntı varsa ve boşuna çekilmediyse, “sınıf mevzisinin” siyaset alanına bir o kadar etkili giriş yapması gerekmektedir.

Bu etkili giriş için ise şu tarihsel gerçekliği hiç aklımızdan çıkartmayalım: “Sınıfa karşı sınıf!” İşte yakında her yerde yankılanması gereken tek gerçeklik ve parola budur.