Türkiye solcusunun özerklik ile imtihanı

Türkiye solunun özerklik tartışmasına dair bir değerlendirme...

Daha önce de yazdık. Türkiye solcusunun içi ara ara bir garip olur. 1970’li yıllarda Türkiye solunun ana rahminde geliştiği söylenen Kürt ulusal hareketi kendi bağımsız hattını oluşturmaya başladığı sıralarda sol en büyük geri çekilişlerinden birini yaşamakta idi.

Dolayısıyla umutların, hayallerin ve hedeflerin önemlice bir kısmı oraya devredildi. Ama bu burukluğun ve ezikliğin yanında duygu ve düşünce dünyasının derinlerinde “ezen ulusun solcusu” olarak Kürt siyasetinin her türlü hedefini onaylamak ve demokrasi mücadelesinin parçası olarak yaşamak da vardı.

Sanıyoruz ki, bugünkü özerklik ve statü tartışmalarında da benzeri bir konumlanış bulunmaktadır.

Öyle bir noktadayız ki, devlet terörünün Kürt halkına karşı zirve yaptığı bir noktada Kürt siyasetinin buna karşı verdiği silahlı mücadele ve toplumun genelinde ortaya çıkan felç olma durumu belki de en fazla Türkiye solcusunu hareketsiz hale getiriyor.

Bu noktada iki tane ana eğilim ile karşı karşıyayız.

Birincisi; siyasi mücadelede kullanılan kavramlar ile sonuçlarında ortaya çıkan ya da çıkması muhtemel gerçeklikler arasında oluşabilecek farkları hesap etmeyenler, ya kavram karmaşasına düşüyorlar ya da gerçekten öngörüsüzler. Örneğin statü ve özerklik kavramlarının havada uçuştuğu, KCK Yürütme Konseyi üyelerinin bile özerklik kavramını seçerek kullandıkları bir ortamda bunları direnişin, dayanışmanın ve demokrasi mücadelesinin temel paradigması olarak dile getirenler ne dediklerinin farkındalar mı acaba?

İkincisi ise, AKP karşıtı mücadeleyi sosyalist hareketin bağımsız çizgisinden çıkartıp başka bir zeminde yeniden üretmeye çalışanların durumu. Orada da bir öngörüsüzlük ve kavram karmaşası mevcut. Bu çevreler başta “AKP’yi Kürt hareketi götürecek, bir tekme de biz atalım” derken, şimdi ise açılan hendeklere düşmüş gibiler. Orada da statü, özerklik vb… kavramlar havada uçuşuyor, “ama bu kadarına da gerek yok sanki” gibi şeyler söyleniyor. Türkiye devriminin Kürtsüz eksik olacağını söyleyenler diğer taraftan statü tartışması yapıyorlar. Peki sosyalizmde statü diye bir tartışma olabilir mi?

Neyse biz doğru bildiklerimiz ile ilerleyelim.

Bir; Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan itibaren Kürt emekçilerine en azı, eksiği ve kötüyü sunmuştur. Kürtler bunu kabul etmemiştir. Türkiye solu hep bunun hassasiyeti içerisinde olmuştur. Bir noktadan sonra Kürt emekçilerinin mücadelesi Türkiye sosyalist devriminin programatik ilkesi haline gelmiştir: Türk ve Kürt emekçilerinin ortak kurucu unsur olduğu Sosyalist Türkiye.

İki; bu programın Kürt emekçileri nezdindeki objektif durum ile uyumsuzluk taşıdığı zamanlar ve mekanlar, programın ve hedefin yanlışlandığı anlamına gelmemektedir. Örneğin, ülkemizde Türk işçilerinin de önemlice bir kısmı AKP’ye oy verebilmektedir.

Üç; sosyalizmin yıkılışı Kürt siyasi hareketinin sosyalizm ile kurduğu bağları serbest hale getirmiştir. Bununla birlikte, 1990’lı yıllarda “salt ulusallığı ve milliyetçiliği” reddeden ulusal kurtuluşçu ve emperyalizmi karşısına alan, proletarya enternasyonalizmini savunan akımlar ya tasfiye olmuş ya da bugünkü Kürt siyasi hareketinin egemenliği altına girmişlerdir. Son tahlilde küçük olmalarına rağmen bu devrimci akımlar Kürtlerin kurtuluşu için her tür burjuva demokratik çözümü reddediyorlardı. Bu direnç de artık ortadan kalkmıştır.

Dört; statü arayışı bugün emperyalist güçler ile dünya üzerindeki diğer büyük ve orta ölçekteki kapitalist ülkelerin mücadele ya da uzlaşma alanında statünün şekillendirilmesi olarak görülebilir. Pratik bir örnek vermek gerekirse Selahattin Demirtaş’ın son bir ay içerisinde hem ABD’yi, hem de Rusya’yı ziyaret etmiş olması bunun göstergesidir. Diğer taraftan ise bunun diğer adı devletleşmedir. Devletleşme dinamiklerinin iktisadi, siyasi, ideolojik ve askeri yanları gözden kaçırılırsa hata yapılır.

Beş; Türkiye’de yürütülecek özerklik tartışması tek başına halkın kendi kendisini yönetmesi, demokratik yönetim vb… başlıklarından hareket ederek yapılırsa kavram karmaşası veya öngörüsüzlük olur. Biçimsel tartışma yanlışa götürür. Eğer demokrasiyi, özerkliği, özyönetimi kapitalizmin sınırları içerisinde tartışıyorsak vay halimize. Siz kardeşlik olarak algılayabilirsiniz ancak her iki toplum üzerinde de egemen hale gelen milliyetçi ideolojinin de etkisiyle artık özerklik eşittir bölünmedir. Bugünkü moda deyimle “ver başkanlığı, al özerkliği”dir. Yeni Anayasa’dır, adem-i merkeziyetçiliktir, kapitalizmin bütün Türkiye’de derinleşmesidir.

Altı; aslolan emekçilerin birliğinin sağlanması, gerici sermaye devletine ve emperyalizme karşı harekete geçirilmesi, bunun Türkiye’de yürütülecek sınıf savaşımının esas dayanak noktası haline getirilmesidir.

Daha tartışacak çok başlık var. Önümüzdeki günlerde bu konuları irdelemeye devam edeceğiz. Birkaç noktanın altını çizerek tartışmaya başlamış olalım.

Not: 20 ve 27 Ekim tarihlerinde bu sitede yayınlanmış olan “Bu bir özyönetim mücadelesidir…” ve “Bu bir öz savunma mücadelesi midir?” yazıları da konu ile bağlantılı şekilde okunabilir.