İki Kentin Hikayesi: Nasıl Bir Müdahale?

Gezi direnişi sonrası siyaset, partili siyaset, program ve kent mücadelesi üzerine değerlendirme

İki Kentin Hikayesi: Nasıl Bir Müdahale?

HALUK MUTLU

Occupy Wall Street’teki ‘genel meclis’lerden ilham alan Gezi forumları ile tarihi Haziran Direnişinden öncesine giden ekolojik mücadeleler siyasetle, özellikle de ‘partili’ siyasetle aralarına mesafe koymaya özen gösteriyor. Zaman zaman, özellikle de kriz dönemlerinde, dayanışma temelinde yakın ilişkiler kurulabilse de, Haziran-sonrası kent hareketleri partili siyasetten uzakta konumlanmaktadır. Bütün partili siyasetin aynı kefeye konulması, bu hareketlerin düzen siyaseti ve düzen karşıtı siyaset arasında bir ayrım yapmasını güçleştiriyor.

Bununla beraber, toplumsal hareketlerin siyasi olgunluktan bütünüyle uzak ve apolitik olduğunu iddia etmek gerçeklikle çelişmektedir. Sosyalist hareketin öncülük ettiği çeşitli cephe deneyimleri sonrasında kurulan Birleşik Haziran Hareketi elimizdeki en somut siyaset-hareket bağını oluşturmaya devam ediyor. Öte yandan, toplumsalhareketlere müdahale tartışmasını tüketmekten çok uzaktayız.

Bu noktada marksizmin işçi sınıfının gündelik ekonomik mücadeleleri ile siyasi örgütlülük arasında kurduğu ilişkiyi hatırlamak faydalı olacaktır.

Programlı Mücadele ve Müdahale

Marx, 1871 tarihli bir mektubunda, bir fabrika veya sektörde daha kısa çalışma süresi elde etmek için mücadele etmenin ekonomik bir mücadele olduğunu fakat sekiz saatlik iş gününü yasalaştırmak için verilen mücadelenin siyasi bir mücadele olduğunu belirtir.

Benzer bir mantığı kent mücadelelerine uyarlarsak, tek bir parkı veya koruyu korumak için verilen mücadelenin ekolojik bir mücadele veya bir kent mücadelesi olduğunu, ama rant ekonomisine darbe vuracak olan, sözgelimi ulaşım, enerji, barınma ve imar başlıklarında kamusal ve planlama odaklı politikaların savunulması siyasi bir mücadeledir. Kuşkusuz, politika örnekleri çoğaltılabilir ve daha incelikli hale getirilebilir.

Burada altı çizilmesi gereken nokta sosyalist hareketin toplumsal hareketlere ancak belli bir program etrafında ve yön gösterici kampanyalarla nüfuz edebileceğidir. Bunun başarılamadığı durumda bu mücadelelerin katılımcılarına siyaset çağrıları yapmak veya apolitizm suçlamaları yöneltmek sonuçsuz kalacaktır. Daha da kötüsü, düzen siyaseti sosyalist hareketin yarattığı boşlukları kullanarak kendisine nüfuz sahaları yaratma fırsatına kavuşabilir.

Bir başka deyişle, programlı olmayan ve kent mücadelelerine siyasal zemin sunan kampanya ve çalışmaları örgütlemeyen her müdahale istenmeyen sonuçlar doğurmaya gebedir. Kentsel mücadelelerin katılımcıları kapitalizmin farkındadır. Haziran Direnişi burjuva diktatörlüğünün duvarlarını görünür hale getirmiş ve düzeni gözler önüne sermiştir. Duvarların görünür hale gelmesi bir adımdır, ama duvarın yıkılması için daha çok yolumuz var. Teori ile pratik ve siyaset ile hareket ancak güçlü bir program ile somut ve sürekli kampanyaların varlığında anlamlı bir bütün oluşturabilir.

İki Kent

Sınıf siyaseti dendiğinde pek çoğumuzun aklına John Reed’in Dünyayı Sarsan On Gün kitabı ve meşhur ‘öğrenci-asker diyaloğu’ gelecektir. Bu diyalogda devrimci asker, Lenin’i eleştiren ve Marksist olduğunu belirten öğrenciye defalarca şu cevabı verir: ‘Yalnızca iki sınıf vardır, burjuvazi ve proletarya. Ve bir tarafta değilsen öbüründesin demektir.’ Bu yaklaşım öğrencinin gözünde fazlasıyla ‘basit’ kalır ve bunun Marksizm olmadığında ısrar eder.

Reed bu diyalogla devrimci durumdaki ideolojik ve siyasi yalınlığa ve bu yalınlığın ‘sıradan’ insanda yarattığı etkiye işaret eder. Yalınlık – veya basitlik – devrimci bir kararlılık yaratır, yön gösterir, ‘acaba?’ sorularını ortadan kaldırır, dostla düşmanı, iyiyle kötüyü gözler önüne serer. Taraf olmak kaçınılmazdır artık.

Bununla beraber, yalınlık bir başlangıç noktasından ziyade bir sonuçtur. İdeolojik/siyasi yalınlığa ulaşabilmenin anahtarı, görünürdeki karmaşıklıkları açıklayabilen, ampirik sorunlar karşısında tıkanıp kalmak yerine bunlardan beslenebilen güçlü ve kapsamlı bir teori üretmektir. Burada kastedilen ampirik sorunlar, teoriyle uyuşmayan veya uyuşmaz gözüken örneklerdir. Teorinin gücü bu uyuşmazlıkları çözebilme yeteneğiyle belirlenir.

Teori yalnızca güçlü ve kapsamlı değil, aynı zamanda devrimci olmalı, yani devrimci bir program çerçevesinde işçi sınıfının önüne iki kent tasavvurunu; burjuvazinin ve işçi sınıfının kent tasavvurlarını koymalı ve ‘birini seçmiyorsan öbürünü seçiyorsun demektir’ demelidir.

Kısaca ifade etmek gerekirse, asli görevlerini yerine getiren bir sosyalist hat bütün toplumsal hareketlerin doğal önderi konumuna yükselmekte zorlanmayacaktır. Öbür taraftan toplumsal hareketler ve kent mücadeleleriyle ilişkilenmeyi tek görev sayan bir siyasi hareketin dönüştürme hedefiyle çıktığı yolda dönüşmesi ve siyasi niteliğini kaybetmesi kaçınılmaz gözüküyor.