Herkes müteessir…

Ankara’da, Lübnan’da, Bağdat’ta ve en son Paris’te patlayan bombaları, yapılan katliamları birbirinden bağımsız düşünemeyiz, düşünmemeliyiz.

Başta bizim ülkemizdeki. Ankara katliamından sonra birkaç gün ortadan kaybolan, Cumartesi günkü katliamı anmak için ancak bir sonraki Çarşamba günü Ankara garının önüne çiçek bırakmaya giden Tayyip Erdoğan dün gece Fransa’daki katliamdan hemen sonra açıklama yaptı. Ne hikmetse terörü lanetledi ve yine “senin teröristin iyi benim teröristim kötü” yaklaşımı kötüdür dedi.

Ama cihatçı terörizm hepinize ait. Ya da günümüzün moda deyimiyle “hepiniz oradaydınız”.

ABD başkanı Obama’dan tutun, Merkel’e ve İngiltere devlet başkanına kadar herkes Fransa’ya yapılan saldırıyı lanetledi, müteessir olduklarını açıkladılar.

Bu noktada, “müteessir olmayıp ne yapsalardı, göbek mi atacaklardı?” diye sorabilirsiniz? Doğrudur, ancak bugün timsah gözyaşları dökenlerin hepsinin zamanında Balkanlar’da, bugün Ortadoğu’daki katliamlara nasıl sevindiklerini asla unutmayalım.

O yüzden gericilik ve emperyalizm kardeştir diyoruz. Daha doğrusu emperyalizm uluslararası gericiliğin bütün türlerini bağrında ikirciksiz bir şekilde taşır. Bugün başka ülkelere karşı besledikleri cihatçılar kendi merkezlerine saldırı düzenlediklerinde ise, hemen milli birlik edebiyatı yapmaya başlarlar. Fransa’da masum vatandaşlar acımasız bir şekilde katledildikten sonra, Fransa’da sağ yükselişe geçer. Sonucu bellidir. Fransa’da emekçiler daha fazla baskı altına alınır. Göçmenlere ayrımcılık artar. İşçi sınıfının potansiyel kriz dinamikleri baskı altına alınır.

Ülkemizdeki cumhurbaşkanının Fransa’daki muadili Hollande, Fransız sağının yaklaşımını sahiplenerek bu saldırının bir savaş olduğunu ilan ederken bir önceki paragrafta yazanı asla aklımızdan çıkartmamalıyız.

Çünkü, emperyalizmin Ortadoğu’ya ve Afrika’daki diğer ülkelere müdahalesi sırasında Fransa’nın ülkesi dışında da ne kadar saldırgan olabileceğini Libya örneğinden hatırlıyor olmalıyız. Aynı şekilde Suriye’ye dönük müdahaleler çerçevesinde koalisyon güçleri ile birlikte Fransa’nın nasıl rol kapmaya çalıştığını da bir tarafa not etmemizde fayda bulunuyor.

Önümüzdeki süreçte küresel terörizme karşı küresel koalisyon söyleminin güçlenmesi muhtemel görünmektedir. Ancak bunun da sonucu bellidir.

Emperyalizm kendi içindeki gerilimleri ya da paylaşım kavgalarını dönem dönem açık bir şekilde sürdürürken, dönem dönem de bunu yeni mutabakatlarla ve uzlaşmalarla örtmenin yolunu bulur. Dünkü katliamın sonrasındaki gelişmelerin cihatçı terörizme karşı mücadelenin herkesin pay kapmaya çalıştığı bir eksende yürümesi muhtemel görünmektedir. Fransızlar daha sert olabilir, İngilizler ihtiyatlı yaklaşabilir, ABD daha kapsayıcı ve belirleyici bir pozisyonda kalır, Almanya çıkarlarını korur ve Rusya’nın çıkarlarının ilerlemesine set çekebilir. Bu esnada fırsattan istifade ederek Rusya Doğu Avrupa’da hegemonya kurmaya çalışabilir.

AKP iktidarı ise emperyalizmin gerek küresel, gerekse bölgesel yönelimlerinin ana hattı ile asla kavgalı olmayacak bir eksende yolunu arar. O yüzden örneğin, ülkemizde emperyalist güçlerin merkezinde durduğu G-20 zirvesine doğru gidilirken, aynı ülkenin sınırları içerisinde Silvan ve Nusaybin’de sokağa çıkma yasağı uygulanmaktadır. Halka karşı devlet saldırısı uygulanmakta, özel harekât güçleri duvarlara faşizan yazılamalar yapıp Paris katliamını yapan teröristlerin attığı sloganın aynısını atmaktadırlar.

Dolayısıyla, ne olursa olsun, bu süreçler sağlıklı bir karşı çıkışla püskürtülmediği sürece başta Suriye olmak üzere emekçi halkların payına daha fazla katledilmek düşecektir.

Ankara’da, Lübnan’da, Bağdat’ta ve en son Paris’te patlayan bombaları, yapılan katliamları birbirinden bağımsız düşünemeyiz, düşünmemeliyiz.

O yüzden, Ankara’da bomba patladığı zaman emperyalist-kapitalist sistemin rolünü görmezden gelip, Paris’te katliam yapıldığı zaman emperyalizmi keşfetmek yanlış bir yaklaşım olarak nitelenmelidir.

Doğrusu, gericiliği ve emperyalizmi bir bütün olarak tek düşman olarak görmekten, buna karşı mücadeleyi örgütlemekten geçmektedir.

Ankara’da, Lübnan’da, Paris’te katliamlarla öldürülen insanların, kardeşlerimizin ölümlerinden dolayı esas müteessir olanlar biziz.

Çünkü biz insanız.

Timsah gözyaşları dökenlerin ve ölüler üzerinden yeni ölümlerin kapılarını açanların ise ne olduğunu çok iyi bilmekteyiz.

 

Düzeltme: Geçtiğimiz hafta çıkan “Ekim Devrimi’nin izinden yürüyenler…” başlıklı yazımda bir cümleyi hatalı/eksik yazmışım. “Kapitalizm yeterince gelişmediği için işçi sınıfının burjuvaziye hala ihtiyacı olduğu düşüncesi.” cümlesi “Kapitalizm yeterince gelişmediği için işçi sınıfının burjuvaziye hala ihtiyacı olduğu düşüncesinin reddedilmesi.” olacaktı. Dikkatli okuyuculara teşekkür ederim.