HDP’nin seçim sonrası konumlanışı ile ilgili notlar

Seçimlerin üzerinden bir ay geçti. Daha önce örneği az görülen bir şekilde hala seçim öncesi hükümet görevine devam ediyor. Türkiye tarihinde uzun sayılabilecek, bununla birlikte bazı taşların yerinden oynadığı, diğer taraftan bazı taşların da yerine oturtulmaya başlandığı bir ay geçirmiş olduk. Bu noktada özellikle seçim döneminde AKP’yi geriletme ve barajı aşma üzerinden büyük umut beslenen... View Article

Seçimlerin üzerinden bir ay geçti.

Daha önce örneği az görülen bir şekilde hala seçim öncesi hükümet görevine devam ediyor.

Türkiye tarihinde uzun sayılabilecek, bununla birlikte bazı taşların yerinden oynadığı, diğer taraftan bazı taşların da yerine oturtulmaya başlandığı bir ay geçirmiş olduk.

Bu noktada özellikle seçim döneminde AKP’yi geriletme ve barajı aşma üzerinden büyük umut beslenen HDP’nin bir aylık performansını ele almamızda fayda bulunuyor.

Şuradan başlayalım: Murat Karayılan seçimden sonra yaptığı bir açıklamada mealen şöyle bir şey söylemişti. “HDP’nin seçim politikasındaki görev yerine getirilmiştir. Tayyip Erdoğan başkan yaptırılmamıştır. Şimdi koalisyondan kaçmamak gerekir. AKP-MHP koalisyonundansa, HDP’nin koalisyondan kaçamayarak yeni Türkiye’deki görevlerini yerine getirmesi gerekir.”

Daha sonra zaten Figen Yüksekdağ’ın koalisyona açık oldukları yönündeki açıklamaları belli bir sistematiğe bağlanmış bir şekilde geldi. Seçim öncesi HDP Eş Başkanı olarak görevlerinde boşluk bırakmadığı kabul edilmesi gereken Selahattin Demirtaş ise şu aralar kenara çekilmiş gibi görünüyor. Öcalan’ın durumu ile ilgili konuşurken PKK’nin silahsızlanmasına dair yaptığı yorum ve koalisyon denklemleri içerisindeki genel pozisyonları ortaya koymak dışında Demirtaş’ın özel bir açılımı olmadı.

Bu köşe yazılarında daha önce de ifade etmiştim. KCK Başkanlık Konseyi’nin seçimden önceki tavrı seçimden sonra da hiç değişmemiş durumdadır: Kurucu meclis talebinin yükseltilmesi, yeni ve demokratik bir anayasanın yapılmaya başlanması. Bu noktada kurucu meclisin mantığının meclisteki dört partinin mutabakatı üzerine oluşmak zorunda olduğunu hatırlatmalıyız. Dolayısıyla Kürt hareketinin en kritik bölmesinin hattının uzlaşmaya meyilli olduğunu söylemek fazla iddialı olmayacaktır.

Başka bir pencereden bakarak bunun bir taktik olduğu önermesi ortaya atılabilir. İstenirse bu seferlik de taktik denilip geçilebilir.

Peki uzlaşma içinde çatışmayı barındırır mı?

Olabilir. Çatışmalar sert bir karakter de taşıyabilir. Örneğin geçtiğimiz gün asker tarafından Roboski halkına ve Ferhat Encü’ye yapılan uygulamaların benzerlerinin önümüzdeki günlerde karşımıza çıkması muhtemeldir.

Türkiye`de sosyalist solun yaklaşımının ise başta AKP olmak üzere tüm düzen partilerinin ve halk düşmanı politikalarının reddiyesi üzerine kurulması gerektiği açıktır.

Diğer önemli bir başlık ise HDP’nin seçim sonrası eksenini öncesindeki konumlanışının farklı bir veçhesine taşımış olması. Suriye’deki son gelişmeler, AKP iktidarının emperyalizm ile yürüttüğü pazarlıklar ve işin merkez noktalarından birinde PYD’nin duruyor olması HDP’yi seçim öncesindeki AKP/Tayyip karşıtı pozisyonundan daha fazla Türkiye’de barış mücadelesi veren bir özne olmaya doğru itmeye başladı.

AKP-MHP koalisyonu ihtimali ve Suriye’ye dönük saldırgan politikalara karşı mücadele edilmesi ile Ortadoğu’daki dengeler ve Kürt hareketinin güncel pozisyonu üzerinden kendisini sağlama alma çabası arasında ince bir çizgi var. Dolayısıyla eksen bölgesel savaşa karşı anti-emperyalist bir barış mücadelesi mi olacak, yoksa seçimden sonraki gücünü korumaya çalışan HDP’nin politikalarının devamı olarak mı hareket edilecek?

Çizginin iki tarafında bunlar var.

Türkiye solunun mücadele gündeminde pek tabii ki savaş karşıtlığı, anti-emperyalist mücadele, Suriye’ye dönük müdahaleye karşı durmak gibi gündemler var. Bunlar ortaya güçlü bir şekilde çıkartılmalı, düzenin Kürt düşmanı yönelimlerine karşı durulmalı, Suriye’ye dönük her türlü pazarlık reddedilmeli. Ama bunların hiçbirinin düzen içi siyasete meze edilmesine izin verilmemeli.

Başka önemli bir başlık ise genel olarak sağa kayış olgusu ile ilgili.

Bu durumun seçimin hemen sonrasında ortaya çıkan koalisyon pazarlıklarının yarattığı sağcı ortam ile ilgili olduğunu ifade etmemiz gerekli.

Birincisi, bu noktada HDP düzeni tam boy karşısına alan bir konumlanışa yerleşmedi. Böyle bir beklentimiz zaten yoktu diyebilirsiniz. Ancak bununla birlikte seçimler vesilesiyle gündeme gelen AKP’nin geriletilmesi başlığı nereden devam edecek sorusuna yanıt aramamız gerekiyor.

İkincisi, TÜSİAD ve MÜSİAD ile yapılan görüşme ile birlikte sermaye iktidarı ile büyük bir kavga verilmeyeceği tamamen görülmüş oldu. Zaten seçim bildirgelerinde de tersi iddia edilmiyordu.

Üçüncüsü, Dengir Mir Mehmet Fırat’ın meclis başkanlığı için aday gösterilmesi ve sonrasında elli tane milletvekilinin Deniz Baykal’a oy vermesi, HDP’nin düzenin sağ açılımlarına sağ hamleler ile yanıt vereceğini göstermiş oldu. Onun yerine seksen tane milletvekili içerisindeki solcu ya da devrimcilerden biri aday gösterilseydi bugün koalisyon pazarlıkları da bambaşka olur, meclis içerisinde MHP’nin ağırlık koymaya başladığı sağ hat yerine sol bir hat güçlenebilirdi.

Bunlara isterseniz taktik demeyelim. Bunlar adlı adınca birer politikadır, yukarıdan itibaren yazdıklarımızla bağlantılıdır ve önümüzdeki günler açısından da birer göstergedir.

Bu noktada, HDP’yi içeriden dönüştürme fikrinin karşılığı olabileceğini maalesef düşünemiyoruz. Bugüne kadar CHP için önerilen bu düşüncenin sınırı bellidir. Açıkçası solun görevlerini icra edeceği ve mevzileneceği yer burası değildir.

Solun mevzileneceği yer bu anlamda tarihseldir ve sınıf siyasetiyle ilişkilidir. Tam da bu görevlerin hakkının verilmesi halinde mevzi, sadece dolmayacak genişleyecektir. Solun genişleyeceği alandan sonra, gerek CHP’nin gerekse de HDP’nin mevzilendiği siyasi koordinatlarda kendi açılarından oynama yapmamaları düşünülemez bile.

Bu nokta, büyük insanlığın alacağı yolun önemli dönemeçlerinden sadece biri olacaktır. Dönülecek ve ileriye doğru yürünecektir.