HDP ve laiklik: Açılım mı kayma mı?

İkinci Cumhuriyet düzleminde AKP iktidarının siyasetin dinselleşmesi ve gericilik bahislerindeki geçmişi ve tutumu çok net bir şekilde görülüyor. Kürt siyasi hareketi ise gericiliğin siyasette kapladığı yer ve toplumsal hayatta siyasal İslâmcılığın temel parametrelerden birine dönüşümü başlıklarında kötü bir sınav veriyor. Bu kötü sınavın sonuçları ise sadece Kürt yoksulları için değil, ülkemizdeki tüm emekçiler için negatif... View Article

HDP ve laiklik: Açılım mı kayma mı?

İkinci Cumhuriyet düzleminde AKP iktidarının siyasetin dinselleşmesi ve gericilik bahislerindeki geçmişi ve tutumu çok net bir şekilde görülüyor. Kürt siyasi hareketi ise gericiliğin siyasette kapladığı yer ve toplumsal hayatta siyasal İslâmcılığın temel parametrelerden birine dönüşümü başlıklarında kötü bir sınav veriyor. Bu kötü sınavın sonuçları ise sadece Kürt yoksulları için değil, ülkemizdeki tüm emekçiler için negatif yanlar barındırıyor.

AKP iktidarının şekillendirdiği rejimin en temel özelliğinin piyasacılık ve emperyalizmle tam boy bağımlılık ile birlikte gericilik olduğu herkesin ortak kanısı. Bundan önceki iktidarların ya da en genel anlamıyla sermaye düzeninin, piyasacılık ya da işbirlikçilik konusunda AKP iktidarından temelde karşıtlık içinde olduğunu söyleyemeyiz. Ancak AKP’nin geçmiş dönem hükümet ve iktidarlardan bariz bir farkı olduğu da çok açık.

Düzen piyasacıydı, düzen işbirlikçiydi, düzen gericiliği bir siyasal enstrüman olarak her zaman devreye sokmuştu. Ancak AKP, düzenin bu başlıklarda koçbaşı öznesi olmuş, 1923 yılında kurulmuş Cumhuriyet’in temel niteliklerini ortadan kaldırarak yeni bir rejimin yolunu açmıştır ve yeni rejimin kurucu partisi olarak, geçmişteki siyasi aktörlerden belirgin bir farkı olduğu kabul edilmelidir. AKP, piyasacılığın ve işbirlikçiliğin dibine vurarak kapitalizmin “hukuk, demokrasi ve sosyal devlet” kılıfını sermaye düzeninin üzerinden çekmiş, onu “gericilik kılıfıyla” örtmeye kalkmıştır.

Zamanında türbanın bir simge ve siyasal bir bayrak haline dönüştürülmesi tam da buna tekabül ediyordu. “Emek düşmanlığını, emperyalizme bağımlılığı, hukuksuzluğu, baskıyı örtmek için gericilik yeterli” diye düşündüler.

Hem yol aldılar, hem de duvara çarptılar. Ülkemize giydirilmek istenen yeni gerici elbise cumhuriyetçi toplumsal kesimlere uymadı. Ancak gericilik karabulut gibi ülkemizin üzerine çökmüştü bir kere…

Düzenin ekseni sağa kaydı

 Böylesi bir tabloda düzenin aktörlerinin dirençleri işe yaramadı. Tersine tasfiye edildiler. Artık, düzenin merkez siyaseti, daha da sağa kaymış, merkez eksen eskisine göre siyasi yelpazenin daha da sağında konumlanmıştır. CHP’de yaşanan değişim, ordudaki tasfiyeler, devlet bürokrasisindeki büyük kadrolaşma, eğitimde yaşanan gericileşme, Diyanet’in rolünün artması, tarikat-cemaat gibi dinci örgütlenmelerin yasal ve meşru sayılması, türbanın devlette kabul edilmesi gibi onlarca uygulama “eksenin sağa” kaydığını gösteren bazı başlıklar. Aslında “hukuk, demokrasi ve sosyal devlet” olgularının başına gelen, “laikliğin” de başına gelmişti. Laiklik bizzat hedef tahtasına oturtulmuş, dinci siyasetle birlikte arkaya alınan toplumsal destek, gericiliği bir devlet politikası haline getirmiştir.

Sağa doğru giden bu eğik düzlemden etkilenmeyen ya da bu eğimin kuvvetine kapılmayan düzen aktörü bulmak artık zor. Türkiye’de siyasi güçler tasnif edildiğinde, bu güçlerden biri sayılması gereken Kürt siyasi hareketi de yeni düzlemde yerini almıştır. Bu açıdan Kürt siyasi hareketinin, laiklik bağlamında söyleminin değişimini ve dinci siyasal “açılımlarını” bu eğik düzlemin bir parçası olarak görmek gerek.

Sağ eksende Kürt siyaseti: İkinci Cumhuriyeti kabul

 Kürt siyasi hareketinin pragmatist yanının bir sonucu olarak da gündeme gelen bu değişim, tek başına bir açılım olarak değil, yeni siyasal tabloda yer edinmeyle birlikte başka bir sonucu daha doğurmuştur. Türkiye’nin gericileşmesine karşı mücadele etmemiş, gericileşmeyi “normalleştirmiş”, bunu çağın gereği olarak görmüştür. Çünkü, mücadelesinin merkezine “Kürt ulusal sorunu”nu koyan bir hareketin, bu sorunun çözümünde, düzenin gericileşmesinin kendisine alan açacağını varsaymıştır.

Aslında mesele çok karmaşık değildir, Türkiye’de bölünme eğer bir seçenek olarak düşünülmeyecekse, Kürt sorunun çözümü için bir bağlam ve düzlem gerekmektedir. Sosyalizm, burjuva demokrasisi ya da burjuva gericiliği bu düzlem ve bağlamlardan bir kaçıdır. Bugün gelinen noktada Kürt sorununun çözümü için ülkenin topyekün gericileşmesi ve piyasalaşması başkaları açısından sorun olarak görülmemektedir. Bu açıdan, 2002 yılından itibaren AKP’nin yükselişi, iktidar olması büyük bir değişim beklentisi yaratmış, bu değişimin “daha demokratik” bir ortam yaratacağı hayaline kapılınmıştır. “Yetmez ama evet” çizgisi tam da buraya oturmuştur.

Bu çizginin mantıki bir sürekliliği bulunuyor. O da liberalizmin “özgürlük ve demokrasi” sorununu sınıfsal bir sorun olarak değil, “devlet-birey” sorunu olarak görmesiyle ilgilidir. Örneğin, söz konusu laiklik olunca “özgürlükçü laiklik” aslında gericiliğin önünü açmaktan başka bir sonuç doğurmamıştır. Liberalizm hayaline kavuşmuş, “yanlış cumhuriyet” diye tarif ettiği Birinci Cumhuriyet’in yıkılmasını ve sürekli talep ettiği İkinci Cumhuriyet’in kurulmasını hedeflemiştir. Sonuç ise AKP’ye verilen destek ile ülkemizin üzerine çöken karanlık olmuştur. Bugün liberalizm açısından gericilik bir sorun olarak görülmemekte, tersine, ülkenin dokusuna işleyen gericilikten geri dönüş talebi değil, sadece Kürt sorununun çözümü merkeze alınmaktadır bugün…

İslâmcılık mı, Kürt siyaseti mi? Kim kime yakınlaştı?

İşte böylesi bir tabloda, gericilik söz konusu olduğunda, Kürt siyasi hareketinin de tutumu ve adımları baştan aşağı değişmiştir. Aynı durum, yani söz konusu İslâmcılık-Kürt sorunu ilişkisi olduğunda ortaya çıkan yakınlaşma, İslâmcı siyasi hareketler için de geçerlidir. İslâmcı siyasi güçler de Kürt sorununun çözümünde “müslüman” bir çözüm önermesi yapmaktan geri durmamışlardır. Bu açıdan, geçmiş yıllarda devletin “Hizbullah” (Bugünkü HÜDAPAR)  örneğinde olduğu gibi, İslâmcılığı bir vurucu güç olarak kullanması dönemi yeni bir aşamaya geçmiş, İslâmcılık Kürt sorununun çözümünde bir düzlem olarak gündeme getirilmeye başlanmıştır.

Aslında, süreç öz olarak şu şekilde işlemiştir: Gerici bir siyasal iktidar kurulmuş, Kürt sorunu, bu gericilik ekseninde ele alınmaya başlanmış, Kürt siyaseti-İslâmcı siyaset arasında yakınlaşma yaşanmıştır. Biri “İslâmcılığa”, diğeri “Kürtçülüğe” yakınlaşan siyasal pozisyonlara doğru kayma içindedir. Bu durumun aynı zamanda bölgede rol kapma ile de doğrudan ilgisini sanırım yazmak gereksiz.

Bugün ülkemizin ve emekçilerin kurtuluşunda gericiliğin yeri yoktur. AKP’nin iktidar süreci bir karşı-devrim süreci olarak görülmezse, Kürt sorununda somut, gerçek, ileri, özgürlükçü ve eşitlikçi bir çözüm mümkün olamayacaktır. Yeri gelmişken, Kürt sorununda gerçek çözümün bu açıdan hala sosyalist bir düzlemde karşılık bulacağını ifade etmek gerekir.

Kürt İslâmcılar

 Düzenin yeni bir düzlemde yeniden kurulmaya çalışıldığı bu tabloda, yukarıda kavramsal olarak açıklamaya çalıştığımız durumun somut bir dizi örneğini alt alta yazabiliriz. Örneğin İslâmcı siyasal güçlerin “Kürt açılımını” not etmek gerekiyor. İHH- İnsani Yardım Vakfı tarafından düzenlenen, doğu ve güneydoğudaki 20 ilden “mele, alim, STK temsilcisi ve kanaat önderi”nin katıldığı bir toplantıyla ve 780 “STK ve mele temsilcisinin” imzaladığı ortak bildiriyle “sürecin harcı İslâm kardeşliğidir” denmiştir.  Türkiye’de sivil toplum kuruluşları adıyla şeriatçıların Kürt meselesinde yaptıkları bu açılım, yeni düzlemi göstermesi açısından önemlidir. Bu toplantıya HDP Diyarbakır milletvekili Altan Tan’ın da katıldığını ayrıca belirtmek gerek.

Kürt sorununda gericiliğin daha fazla rol almasının ya da bir düzlem haline gelmesinin Kürt siyasi hareketi açısından da sonuçları açıktır. Örneğin, AKP’nin mazlum pozisyonuna büründüğü, türbanı bir siyasal simge haline getirdiği iktidara gelme sürecinde, “türban mücadelesinin” önemli figürlerinden biri olan Hüda Kaya’nın HDP listelerinden milletvekili seçilmesi tam da böyle bir sağa kayışın örneğidir. 7 Haziran seçimleri öncesi şeriatçı Azadi Hareketi ile yapılan “yazılı ittifak” ve hareketin temsilcisinin Van’dan milletvekili çıkarılması, HDP’nin laiklik – gericilik sorununda nasıl bir yaklaşım içinde olduğunu yeterince göstermektedir. Laiklik – gericilik meselesi, sorun olarak görülmemekte, “Kürt sorununun çözümü için her şey mübah” anlayışı asıl belirleyen olarak ortaya çıkmaktadır.

Başka bir parametreyi daha burada yazmak gerekiyor. O da, Kürt toplumsallığının dinsellik yapısı… Bu yapının bir uzantısı olarak, Kürt siyasi hareketinin ve HDP’nin nesnel olarak belirlenmiş bu sınırların ötesine çok geçemeyeceğini de ayrıca söylemeliyiz. Birileri buradan “bak gördün mü ne yapsın Kürt solu” diyebilir, birileri de Kürt solunun, gerçek bir solculuk üretemeyeceğinin nesnel sınırlarını görebilir. Yorum ve tutum, sizin nirengi noktanızla ilgilidir. Merkeze ya “Kürt sorununu”, ya da “Kürt-Türk bütün emekçilerin ortak aydınlık kurtuluşunu” koyarak bir referans oluşturabilirsiniz. Bizim tutumumuz belli. Ülkenin bütün etnik kökenlerden gelen emekçileri için kurtuluşun laik bir Cumhuriyet’ten geçtiğini çok iyi biliyoruz. Çünkü gericiliğin sermaye ile göbekten bağı ve kardeşliği ortadayken, gericiliğe prim, sermayeye prim anlamına gelmektedir.

Şeyh Sait örneği

 Kürt siyasi hareketinin ontolojik bir sorunu da bulunmaktadır. O da, Türkiye’nin tarihsel yürüyüşüne ve ilerici değerlerine bakışı ile ilgilidir. Her ne kadar bu durum, aşırı bir pragmatizm örneği olsa da, burada ayrıca belirtmekte fayda bulunuyor. 1908’in, 1923’ün ve Cumhuriyet’in kazanımlarını ilerici bir birikim olarak değil, “Kürt düşmanı” bir eksene yerleştirildiğinde, Türkiye’nin devrimci mücadelesinde ontolojik bir sorunla karşı karşıya kalınmaktadır. Bu aslında, liberal görüşün Kürt siyasi hareketini teslim almasıyla ilgilidir. Kürt siyasi hareketinin bu konudaki tezleri, liberal hegemonya tarafından belirlenmektedir. 2000’li yılların başlarında Abdullah Öcalan’ın Şeyh Sait ayaklanmasına bakışı hatırlanacak olursa, bu tarihsel olayı gericilikle damgalamış olduğu akla gelecektir. Ancak 2014 yılında aynı siyasi hareket, Şeyh Sait’i bu sefer Kürt önderi olarak anmakta bir sakınca görmemiş, adını idam edildiği meydana verebilmiştir. Şeriatçı bir ayaklanmayı meşru kabul eden bir siyasal tutum, Kürt siyasi hareketinin laiklikle ya da ülkemizin ilerici yürüyüşle bağlarını kopartacak çok tehlikeli bir adım olarak değerlendirilmelidir. Artık “Dağ Kapı Meydanı”nın ismi HDP’li Büyükşehir Belediyesi tarafından “Şeyh Sait” meydanı olarak değiştirilmiş, bir şeriatçı bu şekilde meşrulaştırılmıştır. Bu adımın, HDP içinde sola daha yakın durduğunu düşünülen Gülten Kışanak tarafından atılması ise çok manidardır. HDP, burada da laiklik sınavından kalmış, laikliği “ulusalcılığa” ve “dincileşmeye” kurban etmiştir. Kürt siyasi hareketinin on yıl içindeki keskin U dönüşünün yorumunu ise okuyuculara bırakıyoruz…

İslâmın demokratikleştirilmesi mi, İslâmcılık aşısı mı?

 Kürt siyasi hareketinin gericilik bağlamında sağa kayışının bir başka örneği ise 2014’te düzenlenen “Demokratik İslâm Kongresi”dir.  2014 yılında Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla yapılan, Kürt siyasi hareketi merkezli bu toplantıda, laiklik-din ilişkisi ile Selefi-Şii ekseninde iki İslâmcı merkezin tartışma konusu yapıldığı görülüyor. Bütün bunlara dönük tartışmalar bir yana, Kürt siyasi hareketinin bu adımı bir açılım olarak değil, değişen düzlemde yer edinmenin somut adımı olarak görülmelidir. Yapılan tamı tamına gericiliği, “demokratikleştirme adına” meşrulaştırmaktan başka bir şey değildir. Materyalizm, komünist vs. gibi kavramlara dönük olarak Öcalan’ın yazdıkları ise başlı başına bir eleştiri konusudur. Bu yazıda değinip geçelim ve değerlendirmeyi okurlarımıza bırakalım:  “Bunlara ‘kavram kölesi’ demek daha uygun düşer. Yalnız şu kadarını söylemeliyim ki; eğer İslâmi toplum doğası bir gerçekse, İslâm’ın dindârı ve ateisti olmaz. Bunlar kavramsallaştırmalardır”

“Kürt siyasi hareketi bir toplantıyla dursa iyidir” denebilir, ancak burada durulmamış, bu sürecin somut adımlarını siyasi ve toplumsal olarak atmak konusunda da tereddüt edilmemiştir. “Kutlu Doğum Haftası” adıyla uydurulan bir gericileştirme kampanyasının parçası ve örgütleyicisi olmaktan da geri durmamıştır. Daha kısa bir süre önce Demokratik İslâm Kongresi, Azadi Hareketi ile birlikte Kutlu Doğum Haftası münasebetiyle bir dizi etkinlik gerçekleştirdi. Demek ki yapılan İslâm Kongresi, sadece bir siyasal tutum değil, bizzat dinsel bir örgütlenmenin aracı olarak gündeme alınmış bulunuyor.

HDP’nin laikliği

 Bütün bu örnekler çoğaltılabilir. Ancak burada laiklik eğer tek başına din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması değilse, aynı zamanda, dinin devlet ve toplum idaresine müdahalesine “karşı” bir tanım içeriyorsa, HDP’nin laiklik başlığında tanımı, niteliği ve politikaları yeniden değerlendirilmelidir. Yok eğer laiklikten HDP zaten bunu anlıyorsa, bu, laikliğin sulandırılmış halinden başka bir şey değildir.

Türkiye’nin aydınlık yürüyüşü, özgürlük yürüyüşü ve başat bir eşitlik yürüyüşü bütün olarak ele alınmazsa devrimci mücadele sakat kalır. Türkiye’nin sosyalizm yolunda mücadelesinin sulandırılması, sekteye uğratılması, ertelenmesi, zorlaştırılması ile bu mücadelenin önünün açılması arasında bir denklemle karşı karşıyayız.

Bugün gericiliğe karşı bayrak açan Türkiye sosyalist hareketi, laiklik konusunda da çok net tutum almalıdır. Yoksa, sözde devrimci, özde İkinci Cumhuriyet’in solu haline dönüşmek işten bile olmayacaktır. Seçimler yaklaşırken ve seçimlerde solun politikaları belirlenirken “devrimci siyasetin” referansları sağlam olmak zorundadır.

Kürt siyasi hareketi ve HDP, bugün İkinci Cumhuriyet rejiminin yaratmış olduğu düzlemin karşısında değil, üzerindedir. Söz konusu özellikle laiklik olunca, yeterince olgu bu duruma dair kendini gösteriyor.