Güneş balçıkla sıvanmaz

Hande Durna yazısında, Can Dündar ve Erdem Gül'ün tutuklanması ile bir kez daha ortaya çıkan basın üzerindeki baskılara değiniyor.

Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ve Ankara Temsilcisi Erdem Gül, 19 Ocak 2014’de Adana’da durdurulan ve Suriye’ye insani yardım götürdüğü iddia edilen MİT’e ait tırlardaki silah görüntülerini yayınladıkları için dün tutuklandılar. Gerekçe olarak ise “örgüte üye olmadan bilerek ve isteyerek yardım etmek”, “siyasi ve askeri casusluk”, “gizli kalması gereken bilgileri açıklama” öne sürülüyor. Bu olaydan birkaç gün önce, öğretmenler günü resepsiyonunda Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “O tırlarda silah olsa ne olacak, olmasa ne olacak” ifadeleri ile sürekli inkar edilen gerçek, çok iyi bildiğimiz “velev ki…”cilikle ifşa etmiş oldu. Bu sürece AKP cephesinde yalanlama/doğrulama gelgitleri ile beraber Davutoğlu’nun “Evet söylüyorum. Çekinmeden söylüyorum. O yardımlar Bayırbucak Türkmenlerine gidiyordu. Orada, Türkmen kardeşlerimiz katledilecek biz izleyeceğiz… Türkmen kardeşlerimizin katledilmesini ilâçlarla, yardım malzemeleri ile engelleyemezsiniz değil mi?” sözleriyle yaptığı katkı da hatırlanmalıdır. Erdoğan’ın açıklamanın peşi sıra gazetecilerin tutuklanması, ve neredeyse aynı saatlerde tırların durdurulmasına ilişkin Adana eski Cumhuriyet Başsavcısının, il jandarma komutanının ve üç savcının yargılandığı davada da tutukluluk halinin devamına karar verilmesi, yürütülen operasyonun farklı boyutlarına dair ipucu veriyor.

Cumhuriyet gazetesinin konu ile ilgili “gazetecilik tutuklandı” yorumu işin bir boyutunu oluşturuyor. Türkiye’de medyaya yönelik doksanlı yıllardan başlayan ve AKP iktidarı döneminde farklı bir boyutta devam eden operasyon tüm yönleriyle hatırlanırsa gazeteciliğin ne zamandan beri esir alınmaya çalışıldığı daha net görülecektir. Elbette Babiali basınının sermayeden tam boy bir bağımsızlığı yoktu. Ama ilişkinin bağımlılığın ötesine geçerek medyanın kendisinin sermayeleşmesi ve paralel olarak çeşitli sektörlerde alan kapayan holdinglerin bileşenlerinden biri haline getirilmesi, büyük tekellerde aykırı seslerin teker teker ayıklanması süreci ile beraber devam etti. AKP iktidarı döneminde tanıştığımız havuz medya diğer bir deyişle yandaş medya kavramı artık hiçbir şüpheye ve istisnaya mahal vermeksizin “sahibinin sesi” tanımının en açıktan, hatta pervasızca doğrulandığı kulvarları oluşturdu.

AKP tarafından yürütülen bir iktidar operasyonunda özgürlüğünden eser kalmamış basının başına daha neler gelebileceğine yönelik önemli işaretleri dün yaşanan tutuklamalarda görmek mevcut. AKP’nin Türkiye’yi içine sokmaya çalıştığı İkinci Cumhuriyet rejimi, yargıdan basına; eğitimden üniversitelere kadar düzenin ideolojik tahkimat noktalarını yeniden kurgulamayı amaçlamaktadır. Kavga buralardadır.

Peki ya gerçekten taşınan silahlar? Düşürülen uçaklar, IŞİD’le bağlantılı olduğu iddia edilen petrol sevkiyatı? Peki ya Ankara’da, Suruç’ta patlayan bombalar? Birine “Türkmen kardeşlerimize destek” diyenler, diğerine devlet sırrı diyenler, uluslararası güvenlik, bölge politikaları diyerek ahkam kesenler…

Yaşananları güç odakları arasında çıkar çatışması diyerek kestirip atma lüksümüz bulunmamaktadır. Çünkü yaşanan her gelişme bu ülke ve bölge halklarına savaş, yoksulluk, açlık, kan ve gözyaşı getirdikçe, birileri aymazca vatan millet Sakarya demeye devam etmektedir.

Bu kan denizinin ufkundan doğacak güneşin balçıkla sıvanması mümkün değildir.