Erdoğan’ın şansı bitti mi?

Erdoğan “Artık yolun sonuna geldi, ipini çektiler, ha gitti ha gidecek.” Bu yazı bahsi geçen beklentinin/isteğin bir siyasal yaklaşım haline geldiği perspektiften yola çıkarak yazılmıyor.

Bu soruyu şu mantık silsilesinin bir sonucu olarak değerlendirmeyin: “Artık yolun sonuna geldi, ipini çektiler, ha gitti ha gidecek.” Bu yazı bahsi geçen beklentinin/isteğin bir siyasal yaklaşım haline geldiği perspektiften yola çıkarak yazılmıyor. Kaç yıldır dillendirilen, bu iş bitti, Tayyibin sonu geldi saptamalarının ne kadar geçersiz olduğunu hatırlamak gerek.

Bu açıdan iki ekol var. Birincisi yukarıdaki yaklaşım. İkincisi ise koltuğuna yapışan, ülkeyi gericileştirmede daha da keskinleşecek, ülkeyi diktatörlüğe ve faşizme götürecek Erdoğan algısı. Bu yaklaşımın da, objektif siyasal analizlere dayandığını söylemek mümkün değil. Daha çok, AKP eğer iktidardan düşmezse, ne hale geliriz psikolojisiyle bağı bulunuyor. Kaç yıldır yapılan faşizm tespitlerinin de havada durduğunu yine hatırlatmak isteriz.

Bütün bu analizlerin, kişiye indirgenmiş yanına dikkat çekmek lazım. Erdoğan kişiliğinde cisimleşen bir siyasal tutum ve siyaset okuma hata yaptırır. Sermaye düzeninde “liderlerin rolü” belli bir etkiye sahiptir ve küçümsenmemelidir, ancak bundan daha önemlisi, nesnel koşulların varlığı, gelişimi ve dinamizmi analiz  konusu edilmelidir.

Örneğin, birinci ekolden bakarsanız, Tayyip Erdoğan’ı geriletecek her türlü girişimden heyecan duyup arkasından gidebilirsiniz. İkinci ekole yakınsanız, oturur mahallelerde nasıl güvenlik alırız diye siyaset dışı bir çalışmanın içinde kendinizi bulabilir, aynı şekilde rüzgara kapılabilirsiniz.

Bu rüzgar, örneğin liberalizm rüzgarı, sermaye rüzgarı ya da emperyalizm rüzgarı olsa bile çok rahatsız olmazsınız.

Ancak siyaset okuması ya da daha genel bir tabirle siyasi analizler belli bir bilimsellikle ele alınmalı, nesnel koşulları ortaya konmalı, maddenin düşünceyi belirlediği tezi mıh gibi akıllarda tutulmalı.

Öncelikle, Türkiye’de sağın ağırlıklı bir toplumsal etkisinin olduğu gözden kaçırılmamalıdır. DYP ve ANAP çizgisinin çökmesi ile bu boşluğun AKP tarafından doldurulması unutulmamalıdır. 7 Haziran seçimleri, Tayyip Erdoğan’ın varlığına “rağmen” Türkiye sağının toplumsal gerçekliğini göstermesi açısından mutlaka not edilmelidir. Tayyip Erdoğan olmadığında bu toplumsal yapının ortadan kalkacağını kimse iddia edemez. Bugün bu toplumsal yapının konsolidasyonu AKP tarafından sağlanıyor, AKP’nin bağlacı ise Erdoğan oluyor.

Sermaye düzeni bugün ciddi bir sıkışma yaşıyor. Bu sıkışma, bugünkü düzenin kurucu partisi olan AKP’nin yeni bir misyon edinememesiyle ilgilidir. Bugüne kadar karşı bir kutup yaratarak varlık zeminini güçlendiren ve var eden bir burjuva aktör bugün yeni bir karşı kutup üzerinden siyaset yapmakta çok zorlanmaktadır. Sermaye düzeni, AKP ile birlikte önemli bir dönüşüm geçirirken, yeni fay hatları ortaya çıktı. Bu fay hattının merkezinde ise Erdoğan bulunmaktadır. Bu açıdan toplumsal destek ile toplumsal nefretin odaklandığı isim olarak bugün bu sorun sermaye düzeninin önemli bir sorunu haline gelmiş bulunuyor. Bu açıdan hem bir kriz, hem de krizin aşılması anlamında ikili bir yan taşımaktadır Erdoğan sorunu.

Erdoğan sorunu, aynı zamanda AKP açısından da bir sorun olarak dillendirilmeye başlandı. “AKP günlükleri” bu konuda açık itiraflarla dolu. Erdoğan’ın varlığı ile partinin bugün toplumsal karşılığı ve gerçekliği arasında açı açılmaya başlanmış. AKP günlüklerinde AKP kurmayları açık olarak beyan ediyorlar.

AKP günlüklerinde, örneğin gericilik, faşizm, despotluk, baskı vs. okumuyorsunuz, tersine, endişelerle birlikte nasıl bir reform partisi haline gelebiliriz arayışı var. Bu çok nesnel bir durumdur. Bugünkü kapitalizmin yeni bir sermaye birikimine denk gelmemesi, Türkiye’nin emperyalist bir ülke düzleminde olmaması, ülkenin yapısal sorunlarının çözümündeki başarısızlıklar ve denenenler bu sonucu doğuruyor.

AKP günlükleri, “yeni Türkiye” ve ya “2023 vizyonu” gibi sözde hedeflerin yapay olarak üretildiğini de bir kez daha göstermiş bulunuyor. AKP için benzin bitti diyorlar kısacası… Çünkü Türkiye’ye biçtikleri elbise dar geldi, ancak ve ancak bugüne kadar yaptıklarını kendi hanelerine dönüşüm olarak yazıyorlar. Bizler içinse bugünkü durum gerici, emek düşmanı ve işbirlikçi bir rejim. Bu gelinen nokta ne düzen tarafından ne de bizzat bunun sorumlusu AKP tarafından daha fazla taşınabilir olmaktan çıkmıştır. “Nasıl taşıyabiliriz biraz daha” sorusu gündeme geldiğinde, “AKP günlükleri” bile “restorasyon” demektedir.

Olur ya da olmaz, bu ayrı bir konu. Ancak sermaye düzeninin yaşadığı sıkışmanın aşılması, tek başına büyük sermaye, liberaller ya da emperyalizm tarafından değil aynı zamanda bu sıkışmanın bizzat merkezinde duran AKP tarafından da dert edilmiş durumda.

Çember daralmaktadır. Bu daralma ne “büyük güçlerin”, ne “derin güçlerin”, ne “faiz lobisinin” masasındaki siyaset mühendisliği ile değil; siyasal, toplumsal ve uluslararası alanın objektif gelişimi ile ilgilidir.

Bu çemberden çıkıp çıkmayacağı ise Erdoğan’ın, siyaset okumasıyla ilgili olacak. Anlaşabilir, geri çekilebilir, diz çökebilir, gidebilir ya da direnebilir. Hepsinin bir sonucu mutlaka farklı olacak, ancak düzenin yeniden yapılanması kaçınılmaz gözüküyor. Eskisi gibi olmayacağı kesin. Nereye evrileceğini ise siyasi aktörlerin bileşkesi gösterecek. 1 Kasım seçimleri bu vektörün doğrultusu olacak. Ne kadar bükülecek, birlikte göreceğiz.

Ya vektör kırılırsa? Eğer, sermaye düzeninin bütün aktörleri, bu tabloyu ellerine yüzlerine bulaştırırlarsa, o zaman başka almaşıklar devreye girer… Başka bir yazıda devam etmek üzere…