Emperyalizme mektup yazanlar

Emperyalizme mektup yazanlar, bir grup akademisyen Merkel'e, Erdoğan'ı şikayet etmek üzere mektup kaleme almış

Tam Almanya Başbakanı Angela Merkel Türkiye’ye gelecekken, bir grup akademisyen Tayyip Erdoğan’ı kendisine şikâyet etmek üzere bir mektup kaleme almış. AGİT gözlemci heyetinin uyarıları ve raporunu referans alan aydınlar, AB şartnamesine sahip çıkarak, AKP ve Erdoğan’ı AB’nin ortak değerlerini yok saymakla suçlarken, Merkel’in özellikle 1 Kasım seçiminden önce yapacağı ziyaretten duydukları fevkalade rahatsızlığı ifade etmiş ve “daha müsait bir zamanda yine bekleriz” demişler.

Aslında, öne çıkarılmaması gereken bir gündem bu mektup meselesi. Ancak, özellikle 1990’larla başlayan ve günümüzde Türkiye solunun da at iziyle it izini birbirine karıştırmasına vesile olan bir çizginin temsiliyeti söz konusu olduğu için el atmakta fayda var.

1990’larla başlayan döneme işaret ettik. “ideolojilerin öldüğü”, “sınıfların yerini kimliklerin aldığı” artık her şeyin “yeni” olduğu bir “imparatorluk” çağından söz edildiği dönemde solun büyük bir bölmesi de akıntıya kapılmış, sınıftan kaçışın yollarını ararken bambaşka mecralara doğru yol almıştır.

Bütün dünyayla, ama özellikle Avrupa ile birlikte Türkiye solu da aydınlanmacılık yerine liberalizmin rüzgârına kapıldı. Bunu elbette sol kendi kendine yapmadı. 1990’larda liberal figürlerin başlattığı “2. Cumhuriyet” tartışması sosyalist cenahta da karşılığını buldu. Sınıflar değil, kimlikler, inançlar öne çıktı. Ceberut devlete ve onun tepeden inmeciliği herkesleri mağdur etmekteydi. O halde kahrolsundu vesayetçilik. Cumhuriyet denen, tepeden inmeci laiklik, devletçilik gibi bireyleri ezen, inançların ve kültürlerin özgürce yaşamasına imkân tanımayan rejim değişsindi, yıkılsındı. Zaten sosyalizm de çözülmüştü; “yeni” bir sol bulmak lazımdı. İşte İkinci Cumhuriyetçilik,1990’larla birlikte prim yapmaya başlayarak böyle yükseldi.

O dönemde nelere tanık olmadık ki; inançları nedeniyle bu jakoben anlayış tarafından ezilen insanlarla dayanışma için türban eylemlerine katılan devrimciler, tepeden inmeci laikliğe karşı özgürlükçü laiklik söylemleri, “küresel saldırıya karşı küresel direniş” şiarıyla emeğin avrupası’nı savunan solcular, AB fonlarıyla “toplumsal mücadele” yürüten özneler, vs… vs…

Eksik olan tek şey ise bütün bu tezleri hayata geçirecek bir siyasi özneydi. Zemin hazırdı, aktör lazımdı. AKP işte böyle iktidara geldi, dönüşüm başladı. Artık sivilleşme başlayacaktı, vesayet rejimi sona erdirilecekti, hep beraber demokratikleşecektik ve bütün renklerin halaylar çektiği, ceberut Cumhuriyet’in kapattığı tekke ve zaviyelerin yeniden açılacağı böylece her inançtan, her dilden, her kültürden ve her sınıftan herkeslerin mutlu mesut yaşayacağı demokrasi ve özgürlükler rejimi tesis edilecekti. İşçi sınıfı mı? O da neydi canım, inancını, kültürünü, dilini özgürce yaşadığı müddetçe herkes kardeş olurdu. Emperyalizm ve gericilik mi? İşte bunlar hep Kemalist darbeci, ulusalcı ve hatta milliyetçi, tepeden inmeci arkaik ve fena halde Ortodoks, taş devri zihniyetin temsilcileri olmalıydı.

Artık, sonuna kadar gidilmeli, bu vesayet rejiminin ve darbeci zihniyetin kökü kazınmalıydı. Hep beraber 2. Cumhuriyet’i kuruyorduk ne güzel. Direnç gösterecek unsurlar mı? Gelsindi Ergenekonlar, Balyozlar, KCKlar ve bilumum davalar… Doldururduk hepsini dava torbalarına olur biterdi. Sonuna kadar gidilsindi!

ABD’si, AB’si, Cemaat’i, AKP’siyle özgürlüklere doğru yol alıyorduk. 2010’da ise yolumuza çıkacak engelleri de ortadan kaldıracak olan AKP Anayasası’na hep beraber “yetmez ama evet” demeliydik.

Bütün bunları neden yazıyorsun diyeceksiniz?Hatırlatma olsun dedim. Bugün, “kandırıldık, biz sanmıştık ki…” diyenler aslında, o günlerde yaptıklarından çok da farklı bir şey yapmıyorlar. Suriye ve Irak başta olmak üzere Ortadoğu’nun kana bulanmasında rolü olan, milyonlarca insanı yerinden eden bu savaşların sorumlularından, milyonlarca insanın hayatını çaldıkları gibi onları kendi paçalarını kurtarmak için pazarlık malzemesi olarak kullananlardan, tek derdi sermayenin krizini atlatmak olan aktörlerden medet umuyorlar! Emperyalist çıkarlar için kan pazarlığı yürütürken, o kan kendilerine sıçramasın diye AKP’yi ve Erdoğan’ı meşrulaştıranları işte tam da bu şikâyet mektubuyla aklıyorlar. Bu zihniyetten daha farklı bir adım beklemek en hafif tabirle safdillik olur, o başka…

Peki, katliamlara karşı herkes bir araya gelmeli diyerek; emperyalizmi, onunla işbirliğini ve gericiliği öne çıkarmayanlar 10 Ekim’de katledilen canlarımızın hesabını ne kadar, nasıl ve nerede sorabilir? Bu kahrolası düzen için Maraş’ta, Çorum’da, Sıvas’ta ve bugün Ankara’da öldürülen insanlarımızın zerre kadar önemi var mıdır? Ya iş cinayetlerinde katledilen canların? Veya her gün işlenen kadın cinayetlerinin?

Bütün bunlar, ülkemizi ve bölgeyi emperyalizmin, gericiliğin ve sermayenin yeniden yapılandırma çabalarının göstergesinden başka nedir ki?

Ya bunu görmezden geleceğiz, ya da emperyalizm ve düzen aktörlerininprovokasyonlarıyla 2. Cumhuriyet rejimi yerleştirilmeye çalışılırken aldanmayacağız. Pusulamız her zaman tarihsel hedefimizi gösterecek. Yeni bir Cumhuriyet’i, mutlaka sosyalizmi kurmak üzere zaman kaybetmeksizin örgütlü gücü büyüteceğiz.