Devrim ve Yeni Mimarlık Politikası-I

Mete Hisarlıoğlu  Vladimir Tatlin, kendisinin, değişmek zorunda olan bir toplumun sanatçısı olduğunu biliyor ve dünyayı yalnızca anlamak için değil aynı zamanda değiştirmek amacıyla, sanatı yoluyla yanıt arıyordu. Kendi kuramı olan “mühendis-sanatçı” tipolojisini örnekleyen Tatlin, bu devingen tasarımıyla dünya mimarlığının en önemli ve etkin ilkelerini içeriyor, çağdaş mimarlığa öncülük ediyordu. Bu yıl 9’uncusu düzenlenen Beyoğlu Sahaf... View Article

Devrim ve Yeni Mimarlık Politikası-I

Mete Hisarlıoğlu

 Vladimir Tatlin, kendisinin, değişmek zorunda olan bir toplumun sanatçısı olduğunu biliyor ve dünyayı yalnızca anlamak için değil aynı zamanda değiştirmek amacıyla, sanatı yoluyla yanıt arıyordu. Kendi kuramı olan “mühendis-sanatçı” tipolojisini örnekleyen Tatlin, bu devingen tasarımıyla dünya mimarlığının en önemli ve etkin ilkelerini içeriyor, çağdaş mimarlığa öncülük ediyordu.

Bu yıl 9’uncusu düzenlenen Beyoğlu Sahaf Festivali’ndeki sahafları dolaşırken gözüme 1980 öncesinden bir dergi çaptı: “Devrimci Savaşımda Sanat Emeği”. Kasım 1978 tarihli 9’uncu sayının konusu, Ekim Devrimi’nin 61’inci yıldönümünde “Ekim Devrimi ve Sanat”tı. Bu sayıda emeği geçenler arasında; Nâzım Hikmet, Ataol Behramoğlu, Hasan İzzettin Dinamo ve Asım Bezirci gibi yakından tanıdığımız isimler de yer alıyordu.

Derginin sayfalarını “mimarlıkla ilgili bir şeyler var mıdır?” düşüncesiyle karıştırırken, Canan Çoker’in yazmış olduğu “Ekim Devrimi Sanatı” başlıklı yazının içerisinde, “Devrim Kutlamaları ve Yeni Mimari Politikası” alt-başlığıyla karşılaştım. Bütünüyle “Devrimci Sanat”ı konu alan bu dergiyi alarak heyecanla okumaya başladım.

1917’ye kadar Art Nouveau akımının ve Avrupa sanatının eklektik biçimlenişinden ibaret olan Rusya sanatında, Devrim’le birlikte yeni bir arayış başlamıştı. Ekim Devrimi’nin yıldönümünde Sovyet insanlarının gönüllü ve etkin katılımıyla gerçekleşen kutlamalarda, Kışlık Saray’ın Zaptı canlandırılıyor, fütüristik dekorlar kullanılmaya başlanıyordu.

Sanata dair yeni yaklaşımların oluştuğu bu döneme kadar mimarlık, resim ve heykelle birlikte anılıyordu. 1919 yılında Halk Eğitim Komiserliği (NARKOMPROS); ressam, heykeltıraş ve mimar Vladimir Tatlin’e “3’üncü Enternasyonal Anıtı”nın yapım işini vermişti. Yardımcılarıyla birlikte çalışmaya başlayan Tatlin, anıtın ahşap ve metal malzemeden oluşan 6,7 m. yüksekliğinde, yaklaşık 1/60 ölçekli bir modelini hazırlamış, ancak tasarladığı konstrüksiyon, o günün teknolojisiyle gerçekleştirilememişti. Gerçekleşmesi durumunda 400 m. yüksekliğinde olacak bu anıtsal yapısının içerisinde, toplantı ve konferans salonları, sinema ve propaganda merkezleri öngörülüyordu.

Vladimir Tatlin, projesini şöyle anlatıyordu: “Resim, heykel ve mimarinin, yani sanatsal biçimlerin arı (pür) birliği. İşte, kültürün en güç sorunlarından birinin çözümlenmesi; arı bir biçimle, yararlılığın birleşimi. Yalnızca bölümlerinin / oranlarının dengesiyle bir üçgen prizma, Rönesansın en iyi anlatımıdır. Spiral biçim de devrimi başarmış olan bizim ruhumuzun en iyi anlatımıdır.” [1]

Tatlin, kendisinin, değişmek zorunda olan bir toplumun sanatçısı olduğunu biliyor ve dünyayı yalnızca anlamak için değil aynı zamanda değiştirmek amacıyla, sanatı yoluyla yanıt arıyordu. Kendi kuramı olan “mühendis-sanatçı” tipolojisini örnekleyen Tatlin, bu devingen tasarımıyla dünya mimarlığının en önemli ve etkin ilkelerini içeriyor, çağdaş mimarlığa öncülük ediyordu.

3’üncü Enternasyonal Anıtı; birçok yönüyle incelenmeyi hak eden bir yapı(t). Sanayi Devrimi sonrası standart çelik profillerin üretiminin hız kazanması, betonarme yapım sisteminin yaygınlaşmaya başlaması ve de dönemin başlıca emperyalist-kapitalist ülkelerinden Fransa’da 1889’da yapımı tamamlanan Eiffel Kulesi düşünülünce bu incelemenin hangi doğrultularda olacağı az çok kestirilebilir. Devrime kadarki süreçte, dünya üzerinde kapitalist üretim ilişkileri egemenliğini sürdürürken, Devrim’le birlikte dünyada ilk kez, hem de Baltıklardan Pasifik’e kadar olan büyük bir coğrafyada bilimsel sosyalizm inşa edilecekti. Böyle bir durumda sermayeye karşı emek egemenliğinin de neler üretebileceği her alanda gösterilmeliydi.

Sözü edilen verilerle tasarlanan 3’üncü Enternasyonal Anıtı, her şeyiyle devrimi ve sosyalizmi temsil etmeliydi.

Anıtın tasarımı, “omurga” niteliğinde, bütün taşıyıcı sistemin bağlandığı çelik kafes kirişten ve bu omurganın çevresinde yükselen taşıyıcılardan oluşuyor. Heykel olarak da nitelenebilecek bu yapının, tasarımından malzemesine kadar, simgelediği kavramları bugün de konuşuyor olmamız oldukça dikkat çekici olsa gerek. Altyapınız yoksa, üstyapınızı yapamazdınız. Bir “yapı” yapacaksanız, öncelikle taşıyıcı sisteminiz, omurganız olmalıydı; üstelik sağlam da olmalıydı. Bu sağlamlığı da o günün koşullarında ancak, iradeyi simgeleyen “çelik” ile sağlayabilirdiniz. Bu sağlam omurganın çevresinde spiral olarak yükselen taşıyıcıların; sağlam bir altyapı belirlenimiyle sürekliliği ve üstyapıyı, düşey ve yatay doğrultudaki her kirişin de bir önceki kirişe bağlanarak inşa edilmesinin de ardışıklığı ve tarihselliği temsil ettiği çıkarımlarını yapabiliriz. 4 yönde de simetrik bir taşıyıcı sistem kurgusuna sahip Eiffel Kulesi’nin tersine, omurga niteliğindeki bir tane merkezi taşıyıcıya bağlı olarak eğrisel bir yörüngede yükselen taşıyıcıların, “sistemin bütünselliği içinde denge sağladığı”nı söylemek sanıyorum ki uç bir yorum olmayacaktır.

Düşünelim; anıtsal bir yapı tasarlıyorsunuz ve bu tasarımda Sosyalist ideolojinin bütün unsurlarını da bütün emekçilerin anlayacağı yalınlıkla ifade ediyorsunuz. Tatlin’in tasarımı tam da bunu gerçekleştiriyor: Tarihselliğin, merkeziyetçiliğin ve planlamanın somut bir ifade ediş biçimi.

* * *

Başlangıçta Tatlin için dedik ki; ressam, heykeltıraş ve mimar. “Resim bunun neresinde?” diye soracak olanlara da şöyle bir yanıt üretebiliriz: Mimari tasarımların ya da daha genel anlamıyla üç boyutlu nesnelerin iki boyuta, bir başka deyişle kâğıt düzlemine aktarıldığı “plan-kesit-görünüş” çizimlerini düşünelim ve yapıtını bu üç farklı “teknik resim” üzerinden ele alalım.

Plan çizimini incelediğimizde, omurga çevresinde yükselen spiralin, bir koni yüzeyi üzerinde yükseldiğini görüyoruz.

nnnn

 

tatlin

Yan görünüş üzerinden baktığımızdaysa; omurga olarak nitelediğimiz düzlem kafes kirişin, eğik durmasını sağlayan taşıyıcılarla birlikte ele alındığında Tatlin’in ifade ettiği gibi, oranlarıyla dengeli bir üçgen prizma oluşturduğunu görüyoruz.

Altyapıdan zemine, zeminden üstyapıya gidildikçe, biçimlerin de gelişerek olgunlaştığı ve alabilecekleri son biçimi almaya başladıklarını; ana omurganın en üst noktasında somutlanan silindirin de sınıfsız-sömürüsüz dünya düzeni komünizme geçişi simgelediğini çıkarabiliriz.

“3’üncü Enternasyonal”i simgelemesi bakımından kullanılan “üçleme”yi biçimsel öğeler üzerinden de ele alabiliriz. Söz gelimi, üç farklı form kullanılması, bu formlardan birinin kendi başına “üçgen” olmasını söyleyebiliriz. Devam edersek, üç noktadan bağlanmış herhangi bir taşıyıcının statik açıdan en rijit durumda olmasını ekleyebiliriz.

Yapıtı inceleyecek olan farklı gözlerin, mutlaka farklı anlamlar çıkarabileceğini; burada yapılmaya çalışılanın yalnızca yöntemsel bir yaklaşım geliştirme çabası olduğunu söyleyebiliriz.

* * *

Tarihsellik gereği birbirlerinden bıçak kesiği gibi ayrılamayacak olan sanat ve düşünce akımlarından, Tatlin’in öncüsü olduğu konstrüktivizm [2], yeni toplumun yaratılmasına katkı koyabilecek bir düşünce sistemiydi. “Yeni toplumun yaratılması” amacını başa yazan bu akım, işlevsel tasarım ile öznel sanat arasındaki dar bir alanda varlığını sürdürmesine bağlı olarak ağır bir “öznellik” eleştirisiyle karşı karşıya kalmıştı. Ve yine aynı nedenden dolayı, “yeni toplum henüz yaratılmamış olduğundan” Sovyet coğrafyası dışında yeniden üretilerek “modernizm” başlığı altında ele alınabilecek başka akımların öncülü olmuş ve hatta Bauhaus okulunu bugün konuşmamızı sağlar duruma getirmiştir.

Sosyalist ideolojinin getirisi olan disiplinler-arası kolektif üretimin benimsenerek “akılcılık” ve “işlevselcilik” ile birleştiği Bauhaus okulunda Le Corbusier ve Mies van der Rohe gibi mimarların yanı sıra Kandinskiy ve Mondrian gibi ressamların da çalışma yaptığını söyleyelim ve ayrıca ele alınması gereken Bauhaus’u başka bir yazıya bırakalım.

* * *

[1]: “Devrimci Savaşımda Sanat Emeği”, Sayı 9, Kasım 1978, s.30-33

[2]: “…izmler: Mimarlığı Anlamak”, Jeremy Melvin, Yapı Endüstri Merkezi (YEM) yayın, 2’nci Baskı, Eylül 2009