Darbe, demokrasi ve devrimci tavır

Son günlerde yaşadığımız süreç bir kez daha bu kavramlara dönüp bakmamıza neden oldu. Tek sorun bu kavramların içinin boşaltılıp kullanılması da değil. Öyle ya da böyle belirli bir program ve hedef doğrultusunda hareket eden ve mücadele veren unsurların-öznelerin bu kavramları kendi amaçları doğrultusunda kullandıklarına şahit olduk, oluyoruz. İşin kötü tarafı bu kullanım kafa karışıklığı, tarihsel... View Article

Son günlerde yaşadığımız süreç bir kez daha bu kavramlara dönüp bakmamıza neden oldu. Tek sorun bu kavramların içinin boşaltılıp kullanılması da değil. Öyle ya da böyle belirli bir program ve hedef doğrultusunda hareket eden ve mücadele veren unsurların-öznelerin bu kavramları kendi amaçları doğrultusunda kullandıklarına şahit olduk, oluyoruz. İşin kötü tarafı bu kullanım kafa karışıklığı, tarihsel bilgi ve bilinç eksikliğine bağlı olarak belli bir meşruiyet de yaratmış durumda.

Sorun sadece CHP’li bir milletvekilinin AKP diktatörlüğünü Stalin dönemine benzetmesi değildir. ‘Sivil darbe’ karşıtlığı ile gerici ve işbirlikçi cemaat örgütlenmesinin burjuva iktidarında yer tutma-tutunma mücadelesine verilen destek meşru görülüyor. Bu destek ‘demokrasi mücadelesi’ olarak alkışlanıyor.

Nasıl bir tavır alalım? Sosyalistler bu gündem karşısında kafasını kuma mı gömsün? Ya da Ergenekon operasyonları döneminde atılan bir gazete manşetine atıfla ‘birbirlerini mi yesinler?’

İki önemli kırılma noktasını hatırlamak yaşanan süreci ve alınan tavırları anlamak açısından önem taşıyor. Birincisi 28 Şubat 1997 ile tepe noktasına çıkan restorasyon sürecinde alınan tavırlardır. Genel anlamıyla sol hareket bu süreçte kötü bir sınav vermiş, ancak bazı noktalarda doğru ve devrimci bir tavır alabilmiştir. Devrimci tavır 28 Şubat günü üniversitelerde çıkarılan kararname sırasında ‘Müslüman Gençlik’ ile demokrasi ve özgürlük adına dayanışanlardan değil ‘Türban Neyi Örtüyor’ broşürü ile üniversitelerde gericiliğe ve faşizme karşı mücadelesini büyüten başta SİP’li öğrenciler tarafından ortaya konmuştu. Ülkemizdeki burjuva rejimin ‘soğuk savaş’ ve sosyalizmin geriye çekildiği dünya sonrası yönetme aygıtlarını yenileme, çıkan çivilerin yerine çakılması anlamına gelecek bir sürece sol payanda edilememişti.

İkincisi ‘Ergenekon davası’ ile adlandırılan Birinci Cumhuriyetin yıkılma sürecinin tepe noktasında alınan tavırlardır. Bir karşı-devrim süreci olarak adlandırmış ve AKP’nin burjuva diktatörlüğünü emperyalizmin çıkarları doğrultusunda perçinlediğini dile getirmiştik. 12 Eylül 2010 referandumunda ‘yetmez ama evetçiler’ AKP diktatörlüğüne demokrasi ve özgürlük adına destek verirken, Kürt ulusal hareketi bu süreci demokratikleşme olarak adlandırıp referanduma boykot ile cevap verirken, içinde TKP’nin de olduğu sosyalistler ‘Hayır Cephesini’ kurarak ikinci 12 Eylüle dur demeye çalışmışlardı. Devrimci tavır ‘Sosyalistlerin Hayır Cephesinde’ özdeşleşmişti.

Kuşkusuz bir noktayı atlamadan geçmeyelim, bugünü anlamak açısından önemlidir. Cemaat 12 Eylül 2010 tarihini kendi mücadelesi açısından referans olarak almaktadır. AKP iktidarında ittifakın, karşı-devrimin referansı.

Önemli bir noktaya daha geldik. Bugünlerde sosyalistlerin ‘etkin ve devrimci’ bir tavır alabilmesi için referansı ne olmalıdır? İşin bam teli burasıdır.

Bütün bu hengâmenin altında kalmamanın yolu sadece doğruda durmak değil, doğruyu örgütleyerek çıkmaktır. Referansımız ‘bağımsız sosyalist hattımızdır’. Sol ne zaman devrimin peşinden gitmeyi unutup ‘en geniş demokrasi cephesinin’ peşine takılırsa payanda oluyor. Referansımız devrimin peşinden gitmektir.

Sosyalist hareket kuruluş sürecinde kodlarını ve referansını iyi tayin etmelidir. Burjuvaziyi ve emperyalizmi bütün kriz ve tıkanma noktalarına rağmen hafife almadan işçi sınıfının mücadelesini vereceğiz. Çünkü biz ne yarım kalmış burjuva demokrasisinin ne de tamamlanamamış etnik kimlik mücadelelerinin peşinden gitmeyeceğiz. Referansımız 29 Ekim Cumhuriyet gününde ‘Sosyalist Cumhuriyet’tir.