Cumhurbaşkanına hakaret suçunun faili kim?

Recep Tayyip Erdoğan, Cumhurbaşkanı olduğundan bu yana, vatandaşlara açılan hakaret davalarında patlama yaşanıyor. Peki nasıl ve neden?

Bir sabaha karşı, sosyal medyada yapmış olduğumuz paylaşımlar, katılmış olduğumuz basın açıklamaları veya attığımız sloganlar sebebiyle polis tarafından gözaltına alınabilir ve Cumhurbaşkanı’na hakaret edildiği suçlamasıyla ifade verebiliriz. Hatta bu sebeple hapis cezası bile alabiliriz. Bu hafta Adalet Bakanlığı tarafından yapılan açıklamaya göre Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı olduğundan yani 10 Ağustos 2014’ten beri Adalet Bakanlığı’ndan 1300 dosya üzerinden kovuşturma istenmiş ve Bakanlık tarafından 862’sine kovuşturma izni verilmiş. Eski ceza kanununda da yer alan bu suç tipi, daha önceki Cumhurbaşkanları döneminde de özellikle gazetecilerin, yazıları sebebiyle yargılanmalarına sebep olduğunu biliyoruz. Ancak günümüzde eve haciz gelmesi kadar sıklıkla karşılaşılan bir suç tipi haline geldi. Peki neden böyle bir suç tipi ceza kanunumuzda yer alıyor ve amacı ne?

Cumhurbaşkanı’na hakaret suçu Türk Ceza Kanunu’nda “Devletin Egemenlik Alametlerine ve Organlarının Saygınlığına Karşı Suçlar” başlıklı bölümün altında madde 299’da düzenlemiş. Söz konusu maddeye göre Cumhurbaşkanı’na hakaret eden kişi bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılabilir. Bu suçtan dolayı kovuşturma yapılması ise Adalet Bakanlığı’nın iznine bağlı.

Cumhurbaşkanı’na hakaret suçunun ilk düzenlendiği eski Türk Ceza Kanunu, İtalya Ceza Kanunu’nu temel almıştı. İtalya Ceza Kanunu’nda krala ve kralın ailesine hakaret, suç olarak düzenlenmişti. Eski Türk Ceza Kanunu’na da bu düzenleme, Cumhurbaşkanı’na hakaret olarak girmiş ve yapılan bazı değişiklikler ile birlikte, yürürlükte bulunan Türk Ceza Kanunu’nda da bu hüküm korundu.

İtalya Ceza Kanunu’nda böyle bir hükmün yer almasındaki düşüncenin temeli, parlamenter monarşi ile yönetilen İtalya gibi ülkelerde, kralların kutsal olarak kabul edilmesi ve ona karşı yapılacak eleştiri ve edilecek hakaretlerin kutsala yapılmış sayılmasıydı. Bu sebeple, İtalya Ceza Kanunu krala ve onun ailesine hakaret suçunu düzenlemişti. Türk Ceza Kanunu’nda da kralın kutsallığı olmasa bile, Cumhurbaşkanı’na yapılacak hakaretin aslında devlete yapılacağı düşüncesi hakim olmuş ve bu sebeple, Cumhurbaşkanı’na hakaret suçu ayrı bir düzenleme olarak kanunda yerini almıştı.

Cumhuriyetlerde, kralın aksine Cumhurbaşkanı kutsal değil, seçilerek gelmiş ve devleti temsil eden kişi olarak kabul edilir. Türkiye’de ise Cumhurbaşkanı’nın yemin etmesi ile birlikte tarafsız ve bağımsız bir kişi olarak devleti temsil ettiği ya da öyle olduğu varsayılır. Cumhurbaşkanı, Başbakan olmadığı için siyasi bir sorumluluğu da bulunmuyor. Siyasi sorumluluğunun olmaması ve devleti temsil eden kişi olması sebebiyle, mahkemeler Cumhurbaşkanı’na yapılan eleştirilere ilişkin açılan hakaret davalarında ifade özgürlüğünü çok daha dar yorumluyor ve söylenen birçok siyasi eleştiriyi şahsına yapılmış hakaret olarak kabul ediyor.

Ne var ki, günümüzde savcılar ve mahkemelerde, devlet başkanının korunması amacıyla adeta parlamenter monarşilerdeki gibi Cumhurbaşkanı’na hakaret edilmesini kutsala hakaret etme olarak algılayan ve hiçbir eleştiriyi kabul etmeyen anlayış hakim. Bu anlayışın sonucu en son Kayseri’nin Bünyan ilçesinde 14 yaşındaki bir çocuğun sosyal medyadaki paylaşımlarımdan dolayı internet kafe önünden alınıp polisler tarafından emniyete götürülmesi ve savcılığın tutuklama talebiyle mahkemeye sevk edilmesinde kendini gösterdi. Çocuğu tutuklu yargılanmaktan kurtaran ise 15 yaşını doldurmaması oldu. Çünkü 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’na göre 15 yaşını doldurmayan çocuklar hakkında üst sınırı 5 yılı geçmeyen hapis cezasını gerektirmeyen fiillerden dolayı tutuklama kararı verilemiyor.

Oysaki Cumhurbaşkanları “krallar” gibi dokunulmaz değildir. Cumhurbaşkanı kamu gerçek kişisidir ve bu sebeple hakarete uğrayabileceği kabul edilerek yargılamalar yapılmalıdır. Bununla birlikte, günümüzde Türkiye’de Cumhurbaşkanı’nın kendisine tanınan sınırları aştığını ve siyasi bir rol oynadığını unutmamak gerekiyor. Tarafsız olması gerekirken bilfiil hükümet için seçim çalışmaları yapıyor ve AKP’nin başkanı gibi davranmaktan geri durmuyor. Keza kendisi de Türkiye’de fiili bir başkanlık sisteminin var olduğunu ifade ediyor. Bu durumda gerçek anlamda bir Cumhurbaşkanı olup olmadığı, kanuna aykırı davranan kişinin ya da kişilerin kimler olduğu bir kez daha düşünülmelidir.

Diğer taraftan Cumhurbaşkanlığı’nın siyasi sorumluğunun olup olmadığı konusu bir kenara bırakılırsa, kişiler işledikleri suçlardan ve hukuka aykırılıklardan sorumludurlar. Cumhurbaşkanı bile olmaları bunu engellememelidir. Haziran Direnişi’nde birçok ölüm ve yaralanmalara sebep olan polis müdahalesine ilişkin açıkça “vurma emrini ben verdim” diyen, kendine ve bakanlarına ilişkin ses kayıtlarının da ortaya çıktığı yolsuzluk iddiasını hiç yargılama yapılmadan kapatan bir kişiye edilen “hırsız” veya “katil” sözleri ve hatta daha sert eleştiriler hakaret olarak algılanmak yerine, halk tarafından yapılan “meşru müdafaa” olarak kabul edilebilecektir.

Yargıtay, bir kararında, Cumhurbaşkanı’na hakaret suçunun oluşması için; söylenen sözlerin, Cumhurbaşkanı’nın sosyal değeri konusunda kendisinin veya toplumun sahip olduğu düşünce ve duyguları sarsıcı olması gerektiğini belirtmiş, hangi sözlerin şeref ve itibarı ihlal edebileceğinin ise toplumda hakim olan ortalama düşünüş ve anlayışa göre belirlenebileceğini ifade etmişti.

Adalet Bakanlığı’nın açıklamış olduğu soruşturma sayısına ve bu dosyalara rağmen korkmadan hala düşüncesini söyleyenlere baktığımızda, Cumhurbaşkanı’nın halkın gözündeki değeri ve kendisine sarf edilen sözlerin toplum için ne anlama geldiği ve bu anlamda da açılan dosyalardaki sözlerin Cumhurbaşkanı’na hakaret suçunu oluşturmadığı açıktır. Halk nezdinde suçlunun kim olduğu ise pekala bellidir.