Çıkış yolu

Irmak Ildır, son dönemde yaşanan gelişmelerin ışığında, kötü gidişe dair bir çıkış arayanlar için yazdı

İnsanoğlunun en kadim, en içten korkularından biridir karanlık. Bunun bilimsel açıdan insanoğlunun evrimsel gelişimiyle yakından ilişkisi bulunduğu düşünülmektedir. Öte yandan bu korkuyla birlikte, insanların büyük çoğunluğu karanlıktan bir çıkış yolu arar. Bu arayış “icadın” temelini oluşturur, ihtiyaç icadı doğurur. Dolayısıyla en zor, dolambaçlı ve etkisi bilinmez anlarda toplumlar bir çıkış yolunu arar ve bulunan yol o toplumun geleceğini belirler.

Son bir haftalık gündem öylesine yoğundu ki; pek çok kişi “bir çıkış yolu var mı?” sorusunu doğalından sorar hale geldi. Karanlık, puslu ve boğucu bu atmosferin yarattığı iklimde umutsuzluk, kaçış ve boş vermişlik kendine rahatlıkla zemin bulur. Ancak bu kaygan zemine karşın, her geçen gün daha fazla sayıda insanın çıkış yoluna ilişkin düşünceleri yoğunlaşır.

Yoğunlaşan düşüncenin daha fazla sayıda kişiyi tavır alıcı bir konuma itmesi gerekir. Bununla birlikte, tavır almak ve bu tavrı yaygınlaştırmak için ise netlik ve sadelik gereklidir. Öyleyse son bir haftada yaşanan bütün iç sıkıcı bu yoğunluğa karşı bir netlik gerekiyor.

Birbirinden bağımsız gibi gözüken ve her biri kendi içinde dinamikler barındıran üç hadise de, Rusya krizi, Dündar-Gül tutuklamaları ve Tahir Elçi’nin öldürülmesi, aslında bir ortaklık barındırıyor. Bu ortaklık sermaye düzeninin bugün Türkiye’de girdiği yönelimle ilgilidir ve ister dış politika, ister iç politika olsun bu yönelimde “yeni bir döneme” girmek zorundadır. Ekonomik alan da benzer bir biçimde yeniden düzenlemenin bir parçası olacaktır.

Bu düzenlemelerin ilk sinyallerini önce MÜSİAD’ın açıklamaları, daha sonra ise 64. Hükümetin programı verdi. MÜSİAD Başkanı’nı n birkaç gün önce medyaya düşen açıklamalarında Türkiye için “dört barış” önerdikleri belirtilirken, bu barışın siyasal, sosyal, ekonomik, çalışma alanlarını kapladığını belirtti. Bunun için ise “başkanlık rejiminin” mutlak suretle hayata geçirilmesini belirttiler.

64.Hükümetin programı da benzer şeyleri ifade ederken, bir bütün olarak emekçilere vaat edilen barış ise katmerli bir sömürüyü ve kazanılan hakların yağmasını içeriyor. Elbette bu haklar ekonomik olduğu kadar sosyal ve siyasal alanda da uzantıları bulunuyor.

Dolayısıyla böylesi bir ortamda yaşanan her türlü karışıklık ve kaotik hal, farklı düzen güçlerinin yerleşme esnasındaki adımlarından kaynaklanıyor. Öte yandan, bu yerleşme adımlarının yarattığı tahribat ve yıkım, bir kere daha emekçilere fatura ediliyor. Faturanın acısı, afyonun bolluğu ile geçiştiriliyor. Ancak bu da bir yere kadar fayda eder, bir yerden sonra ise…

***

Bir yerden sonra ise devreye yukarıda ifade edilen çıkış yolunu netleştirmekten geçiyor. Bir kere, bu çıkış yolunun kolay olmadığı, ancak bir hayli kökten olduğunu ifade etmekte fayda var. Dahası çıkış yolunun kendine özgün bir karakteri bulunmaktadır. Bu karakter oldukça sınıfsaldır ve mutlaka siyasal arenada kendine yer bulmak zorundadır.

O halde, bu sınıfsal doğrultunun neleri içermesi gerektiğine ilişkin daha önce ifade ettiğimiz bazı gerçekleri yeniden hatırlatalım. Bu doğrultuda mutlak suretle işçi hareketinin ileriye doğru atılımı hesap edilmelidir ve buna göre bir “derleniş” sahneye konulmalıdır.

Örneğin 64.Hükümetin ifade ettiği asgari ücret artışı, çalışma hayatının esnekleştirilmesi ve yeni vergi dilimleriyle kuşa döndürülürken, kıdem tazminatının ve iş güvencesinin son haklarının da kaldırılması gündemdedir. Çok uzunca bir süredir sendikal alanda bunları yalnızca “kazanılmış haklar” çerçevesine indirgeyerek bir “kırmızı çizgi” belirlemesine karşın hiçbir somut adım atılamaması, bu alandaki gerileyişin ürünüdür. Göstermelik eylemler, arkası gelmeyen direnişler ve genel kurul hesaplarına indirgenen sendikal anlayış, bugün için kendisini dahi taşıyamamaktadır. Nitekim bu taşıyamamanın sonucu olarak düzen siyasetinin farklı uçları bu alanı kapatmaktadır.

O halde yukarıda belirginleşen hattı aşacak yeni bir hattın inşasına başlamak gerekli. Artık hiçbir şeyin biçimsel olanla geçiştirilemeyeceği, süreci de kapsayan bir bütünlüğün kurulmasının zorunlu olduğu bir dönem açılmıştır.

Bu dönemin aşındırıcı ruhuna, geriye çeken bahanelerine, kaşındıran iç çekişmelerine karşı tek bir tarzla karşı koymak gerekiyor. Bu tarz ise bir zamanlar söylendiği gibi, “yalnızca iki sınıf var, birinden yana olan diğerinin karşısında olur” sadeliğinde olmalıdır.

Bu soruya verilecek cevap, çıkış yolunun kendisini de ifade edecektir.

Biz tercihimizi yaptık, ya siz?