Bienaller: Sermayenin Kültür ve Sanata Doğrudan Müdahale Alanı

Cengiz Kılçer “Uluslararası İstanbul Bienali zamanla özellikle son yıllarda planlı bir biçimde ABD merkezli AB destekli bir küreselleşme projesiyle içli dışlı/ bağlantılı siyasi bir faaliyete dönüştürülmüş durumda öyle olunca da uluslar arası ilişkileri, küratörleri kavramları, mekanları, sanatçıları “iş”’leri, ve diğer kadroları da ister istemez bu doğrultuda belirlenmeye başladı. Bu yüzden de giderek her yıl biraz... View Article

Bienaller: Sermayenin Kültür ve Sanata Doğrudan Müdahale Alanı

Cengiz Kılçer

“Uluslararası İstanbul Bienali zamanla özellikle son yıllarda planlı bir biçimde ABD merkezli AB destekli bir küreselleşme projesiyle içli dışlı/ bağlantılı siyasi bir faaliyete dönüştürülmüş durumda öyle olunca da uluslar arası ilişkileri, küratörleri kavramları, mekanları, sanatçıları “iş”’leri, ve diğer kadroları da ister istemez bu doğrultuda belirlenmeye başladı. Bu yüzden de giderek her yıl biraz daha belli bir grup küreselleşmeci, ABD, AB İkinci Cumhuriyetçi çevrelerin at koşturdukları bir alan haline geldi. Sözde bir sanat etkinliği platformunda bulunmaktayız orada yeni bir sanat niyetinden çok siyasi bir hedefle karşı karşıyayız bu yüzden de bienali bir sanat söylemi olarak değil de bir siyasi faaliyet olarak okumaya giriştiğimizde doğal olarak orada ne söylenmeye çalışıldığı da her halde çok daha kolaylıkla anlaşılır hale geliyor” (Cavit Mukaddes, 2007:45,46,51)

Bienal, iki senede bir düzenlenen kültürel veya sanatsal etkinliklere deniyor. Ülkemizde de sermayenin (Eczacıbaşı Holding) sponsorluğunda kurulmuş olan İstanbul Kültür Sanat Vakfı (İKSV) tarafından 1987 yılından beri Uluslararası İstanbul Bienali düzenleniyor.

İstanbul Bienali, Koç Holding ana sponsorluğunda gerçekleştiriliyor. Koç Şirketleri Topluluğu’ndan Arçelik, Aygaz, Divan, Ford Otosan, Koçtaş, Opet, Tüpraş, Yapı Kredi Yayınları ve Vehbi Koç Vakfı da destekçi olarak Bienal’e katkı sağlıyor.

Ülkemizde 1980 sonrası “laissez faire-laissez passer” (bırakınız yapsınlar-bırakınız geçsinler: rekabete dayalı serbest piyasa ekonomisi) ekonomisine geçiş, devletin küçültülmesi ve özelleştirmeler elbette kültür/sanat alanında da kendini göstermiştir.

Sermaye düzeninde, özellikle 90’lı yıllarla beraber meta haline dönüşen sanat, iktidar ile sermaye arasında uzlaşma ve aynı zamanda holdinglerin reklam, yayılma ve iktidar stratejilerinde kullanılan bir aparattır artık. Kültür-sanatın özelleştirilmesi ve bununla beraber bienaller, sermayenin meşruiyet sınırlarını genişletmesi anlamına da geliyor. Artık, sanat kamusal olmaktan çıkıyor, bienaller gibi özel alanlar aracılığıyla sermayeye devrediliyor. Sanat böylece bir değişim metaı, yatırım aracı ve sermayenin meşruiyet kaynağı haline getiriliyor. Sanatın piyasalaşmasında ortaya çıkan “küratörlük” kurumu ise sergiler, bianeller vb organizasyonlarda belirleyen aktörler oluyor. Tarihsel olarak müze, kütüphane müdürü, sergi düzenleyicisi gibi kurumsal görevler olarak tanımlanan küratörlük, 1980’lerle birlikte sanatın piyasalaşmasında, sermayenin sanat alanındaki sözcüsü olarak işlev görüyor.

Sermaye düzeninin ideolojik hegemonyası sanat alanında da, tıpkı toplumsal yaşamın diğer alanları gibi, mülkiyet ve “kazanç” üzerinden belirleyici oluyor. Üretilen değer topluma ait olmaktan çıkıyor ve sermaye tarafından alınıp satılabilen ve “birilerine” ait bir mal haline geliyor. 1900’lerin ikinci yarısında kültür-sanat, sermaye ideolojisinin toplumsal alanda egemenlik oluşturabilmesi için önemli bir araç olarak “keşfediliyor”. Böylece, özellikle “ideolojiler öldü” söyleminin yaygınlaştığı 1990’larla birlikte kültürel yaşamda ve sanatta sermayenin piyasacılığı devreye çok daha baskın bir şekilde giriyor.

Daha bu yıl İstanbul Bienali’nin destekçilerinden Koç Holding’e bağlı Divan Pastaneleri’nde çalışan 12 işçi DİSK’e bağlı Gıda-İş Sendikası’na üye oldukları için işten atıldı.

Yine İstanbul Bienali’nin destekçilerinden Ford Otosan’da Ford işçileri, greve gitmişlerdi. Ford Otosan işçileri “Ölmek var dönmek yok” sloganları atarak direniş kararlılığını gösterirken, direnişe Ford Otosan’da çalışan engelli işçiler de katıldı.

İstanbul Bienali’nin destekçilerinden Arçelik’te, Gebze Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan Arçelik LG Fabrikası’nda artan baskılar, ücret gaspları ile kötü çalışma ve yaşam koşullarına karşı yüzlerce işçinin greve gitmesiyle başlayan direniş süreci, şu an ikinci ayında ve ilk günkü kararlılığıyla sürüyor.

Bütün bu örneklere ek olarak, bölgemizde senelerdir süren ve ülkemizi de içine alan emperyalizmin müdahaleleri ve savaşlar düşünüldüğünde, Koç Holding’in, “savunma sanayiindeki” faaliyeti ve elde ettiği karlar da unutulmamalı.

Bienaller, yerel ve küresel sermayenin kültür-sanat alanına doğrudan müdahalede bulunması anlamına geliyor. Bütün bunlar olurken toplumun kültürel değerleri de söz konusu müdahaleden nasibini alıyor.

Sanat, sermaye için artık bir yatırım nesnesi olmanın yanı sıra, kimi zaman ideolojik bir araç, kimi zaman da tüketim malzemesi ve aynı zamanda simgesel bir güç olarak değerlendiriliyor.