Barzani köprüsü

Kamil Tekerek, Türkiye - Barzani - Öcalan ve Kürt hareketi arasındaki politik gündemi değerlendirdi

Diyarbakır’da çatışmaların bütün kente yayıldığı ve zirve yaptığı, Cizre ve Silopi’den öğretmenlerin gönderildiği günlerde ülkemiz ve bölgedeki gelişmeler ne yazık ki emekçilerin lehine görünmüyor. Bu gelişmelerin yeni bir sürecin başlangıcı olup olmadığını söylemek için henüz çok erken ancak son beş ay içerisinde adım adım bu noktaya gelindiği açık.

Türkiye solunda bazı unsurlar 7 Haziran seçimlerinde HDP barajı geçemezse, PKK her yerde özerklik hamlesi yapacak, büyük savaş çıkacak diyorlardı. Ancak böyle olmadı… Şu an tam tersini yaşamaktayız.

Devlet, Kürt siyasi hareketini güçlü olduğu yerde vurma, katliam yapma ve sahaya çekme stratejisini izledi ve buna var gücüyle devam ediyor. Bunun pratik sonuçlarının alındığı da söylenebilir. Yanan kentler, sokağa çıkma yasakları, alelacele kazılmış hendekler, akan kan, ölüm fotoğraflarına ve videolarına alışan insanlar ve ülkemiz emekçilerinin içine düştüğü “ya Türksün ya da Kürt” ikilemi.

İşte tam da bu kan ve yıkım denizinin ortasında yazının başlığında yer verdiğimiz “Barzani köprüsü” kurulmaktadır.

Köprünün bir ucu Erbil’de, diğer ucu Şengal’dedir. Bir ucu ABD’de, diğeri Ankara’da MİT ofisindedir. Köprünün bir ucu Kaçak Saray’da diğer ucu Genelkurmay Başkanlığı’ndadır. Ha köprü nün bir ucu da belki Abdullah Öcalan’a uzanmaktadır.

İlk yazdıklarımız gerçek. Sonuncusu ile ilgili rivayet muhtelif. Nerinaazad isimli Kürt haber sitesi iddialı bir şekilde son ziyaretinde Barzani ile Öcalan arasında bir görüşme olduğunu yazıyor. Barzani ise bu iddiaları net bir şekilde yalanladı.

Görüşmüş olmalarını garipsememiz ya da bunun içeriğinde bizi şaşırtan bir olguya rastlamamız mümkün değil. Tarihsel olarak dostluk ve husumet ilişkilerinin her türlüsünü yaşamış olan bu ikili günümüz dünyasında Kürt halkının kaderini elinde tutan kişiler olarak ön plana çıkıyorlar.

İşin bir tarafında bu yer alıyor. Diğer taraftan ise bölgedeki gelişmelerin bir bütün olarak ülkemizin içinde olup bitenlerle doğrudan ilişkili hale geldiğini dile getirmek gerekiyor.

Şöyle ki: Mesut Barzani geçtiğimiz hafta Türkiye ziyaretinde neredeyse bütün devlet kademesi ile görüştü. Bu esnada hatırlayacağınız üzere Türk askerinin Musul’a gönderilme hikayesi gündemde idi. Görüşmeler tamamlandı. Irak ve Türkiye arasında ilişkiler gerginliğini korumaya devam etti. Bu esnada Kürt illerindeki çatışma üst düzeye çıktı. Cizre ve Silopi’de okullar tatil edildi, öğretmenler memleketlerine yollandı ve Diyarbakır Sur’daki çatışmalar bütün kente yayıldı, iki Kürt emekçisi başından vurularak öldürüldü.

Tam bu sırada Türkiye Musul’daki askerlerini geri çektiğini duyururken, aynı zamanda Habur sınır kapısından askeri güçler Kuzey Irak’a geçiş yaptı.

Ortadoğu’nun çok boyutlu ve çok karmaşık ittifak ağlarının en yoğunlaştığı yer kuşkusuz Irak’ın kuzeyindeki Kürt bölgesi. Barzani’nin egemenliğindeki bölge de zaten uzun yıllardır Amerikancılığın da kalesi olarak çalışmaya devam ediyor.

ABD’liler istedikleri kadar Musul’a gönderilen askerlerden haberimiz yok desinler ya da Barzani’nin erkenden Kürt devletini kurma çabalarına ket vurmaya çalışsınlar, son tahlilde AKP iktidarı ve Barzani yönetimi sapına kadar Amerikancı bir çizgide oldukları için bu açıklamaların söylemsel olduklarını bilmemiz gerekiyor.

Dolayısıyla, son kurulan köprünün ABD-Türkiye ve Barzani arasındaki ilişkiler ağının güncellenmesi olarak değerlendirmek gerekir. Bu güncellemeden, Kürt meselesinde Amerikan barışı, Irak’ın parçalanmasından oluşan Kürt devletinin egemenliğinin mutlak olarak Barzani’de olması, hatta bununla birlikte Barzani’nin yavaş yavaş Rojava üzerinde de egemenlik kurması ve Türkiye’deki özerklik meselesinin geleceği gibi boyutları olduğu çok net. Bu sürece Abdullah Öcalan’ın dahil edilmesi gerektiğini herkes zaten biliyor. Öcalan’ın bu düzleme yeşil ışık yakacağını görmek ise zor değil.

Musul’a yapılacak ABD destekli operasyonun Kürt devletinin oluşumu için ne kadar kritik olduğu ve Türkiye’nin de bunun dışında kalmak istemediği belli.

Tablo böyle olunca ve ülkemizdeki gerici iktidar Ortadoğu’daki savaşın parçası olmak istedikçe, sanıyoruz ki denemelerini ülke içerisinde yapmak gibi bir niyete sahip. Buna karşılık da bulduğu oranda, hem dışarıdaki savaşı perdeleyebilme imkanı kazanıyor, hem de kendi gayri meşru pozisyonunu görülmez hale getirebiliyor. Dolayısıyla AKP faşizmine karşı bir hamle olarak ortaya konulan özyönetim ve hendekler açılımının neye hizmet ettiğini bir kere daha sorgulamak gerekiyor. Ya da soruyu tersten soralım. Acaba özyönetim mücadelesi başından beri yenilgi döneminin bir enstrümanı olarak mı düşünülmüştü?

Eğer öyleyse kapitalizm ve emperyalist barbarlık kazanıyor demektir. Kurulan köprülerden her türden sömürücü sınıflar, uluslararası tekeller, aşiret reisleri, milliyetçiler ve gericiler geçer durur.

Bizim ülkenin ve Ortadoğu’nun emekçilerine ise bu köprülerin inşaatında işçi olmak ya da çöken köprülerin altında can vermek düşer.

Bunu tersine çevirmek ise mümkün. Türk ve Kürt emekçilerin, laik, bağımsız ve sosyalist cumhuriyeti için mücadele, eşitliğin ve özgürlüğün köprülerinin kurulması için tek çıkar yol olarak görülmeli ve bunun için bugün ne yapmak gerekiyorsa var güçle yapılmalı.