Ateşten gömlek ve sınıf hareketi

Bursa’da ortaya çıkan, diğer illere yayılan ve zaman zaman başka sektör ve illerde kendini gösteren bu dip dalgası sınıf hareketi açısından öğretici ve ders çıkartıcı bir niteliğe sahiptir.

“Ateşten gömlek” iyi bilinen bir Halide Edip romanı. Romanın farklı uyarlamaları filme çekilirken, uzun zaman boyunca roman “işgal yıllarını en iyi anlatan eser” olarak tanımlandı. Konumuz eserin içeriği ya da biçimsel özellikleri değil, zira bu konunun ciddi bir tarih ve edebiyat okuması gerektirdiği aşikar. Bu yazıda bu romandan daha çok, romanın adının kullanıldığı yaygın anlama biraz odaklanmak gerekiyor.

Pek çok açıdan anlamlandırılması zor, olağan dışı bir dönemden geçtiğimiz birçok kişinin üzerinde mutabık kaldığı bir değerlendirme. Türkiye’nin içinden geçtiği dönem kimileri açısından bir alacakaranlık olarak değerlendirilirken, kimileri açısından ise olanaklar ön plana çıkıyor.

Ancak  bununla birlikte hesap edilmeyen bir konu süreçle uğrağın birbiriyle karıştırıldığı, köşeli değerlendirmelerin ise öz ile biçimi birbirine karıştırdığı bir dönemde şu soruyu sormakta herhangi bir beis yok: Ateşten gömleği kim giyecek?

Bu soruya verilecek cevaplar önümüzdeki dönemi anlamak ve değiştirmek açısından kritik bir öneme sahip. Bununla birlikte, verilen cevaptan daha değerli olarak, ateşten gömleği giyecek olanların nasıl bir hatta hareket edeceğidir. Odaklanacağımız nokta bu özün açığa çıkartılması olacak.

Ateşten gömleği, bu ülkeyi ve dünyayı değiştirme arzusunda olanlar giyecek. Öte yandan bu işte öyle tek başına da değiller. Onlarla birlikte hareket edecek, güçlerine güç ve seslerine ses katacak çok geniş kesimler bulunuyor. Ancak şunu da ifade etmek gerekiyor; bu sesi güçlü kılacak, anlamlı bir hale getirecek şey bir sınıf hareketinin varlığıdır. Ateşten gömleği giyecek olanların dikkatini buraya yoğunlaştırması bir tercih meselesinden öte, zorunluluktur.

*** *** ***

 

Sınıf hareketinin ise önünde yığılmış onlarca sorun bulunuyor. Bu sorunların üzerine gidilmesi ise yalnızca bir yaratıcılık ve cesaret işi olarak görülemez. Her şeyden önce bu sorunların üzerine gidilmesi ve çözülmesi, soruyu soranların bu konu üzerinde inatçı ve kararlı bir biçimde durması ile alakalıdır. Süreklilik, derinleşme ve yoğunlaşma önümüzdeki dönem çözümün ana unsurlarıdır.

Sorunları artık daha net bir biçimde ifade etmek gerekiyor. Türkiye’de, Dünya’da da durum farklı değildir, sınıf hareketinin önündeki ana sorun bu hareketi sürekli kılacak bir mücadele pratiğinin yaratılamamış olmasından kaynaklanıyor. Bu sorun ise yalnızca bir model meselesi değil, bir siyaset meselesidir ve mücadele alanıdır.

Sendikaların uzunca bir süredir işlevlerini yerine getiremediği, sınıf örgütlenmesinin ve pratiğinin dışına düşen kurumlar olduğu iyi bilinen gerçek. Hatta bu gerçeği daha ileri götürenler, sendikaların esas olarak düzenin “ikna aygıtının” birer parçası haline geldiğini iddia ediyorlar. Bu iddia değerli olmakla birlikte, fazlasıyla “yapısalcı” olduğunu söylemek gerekli.

Bu iyi bilinen gerçekle birlikte öne çıkan iki eğilimi bir kenara bırakmak zorundayız. Birinci eğilim sendikaların bütün işlevsizliklerine rağmen sınıf hareketi açısından birer “mücadele aracı” olduğudur. Bu noktada söylenecek tek şey; sendikaların birer mücadele aracından daha çok mücadele alanı olduğudur.

İkinci eğilim ise işçi sınıfının geçmişe oranla değişen yapısı ve sermaye birikim rejiminin ortaya çıkarttığı nesnellikten dolayı daha fazla “pratikten” öğrendiği eğilimidir. Bu eğilimin de ne yazık ki başlangıçtan sorunlu olduğunu söylemek gerekiyor. Sorunludur; çünkü tarihin herhangi bir döneminde “edimsel”, maddi zeminle bağlantılı olmayan bir öğrenme süreci bulunmuyor. Dolayısıyla meselenin bir “öz” değişimine indirgenmesinin sınıf mücadelesinde zeminin bulanıklaşmasına ittiği açık.

*** *** ***

Bu kadar soyutlama yeter, kısa bir somutla yaparak yazıyı sonlandırmak gerekiyor. Yukarıda ifade edilmeye çalışılan genel hatta bugünün yakıcı gerçekliğiyle bir bağı bulunuyor. Son bir yıldır sınıf hareketinin içine girmiş olduğu görünüm “dip dalganın” nerelere ulaşacağının hesap edilmesi gerektiğini bize gösteriyor.

Bursa’da ortaya çıkan, diğer illere yayılan ve zaman zaman başka sektör ve illerde kendini gösteren bu dip dalgası sınıf hareketi açısından öğretici ve ders çıkartıcı bir niteliğe sahiptir.

Bu dip dalganın gerçek bir sınıf hareketi huviyetini kazanması için başa yazacağımız ne olacak? Başa yazılacak olan sınıf sendikacılığının ete kemiğe büründürecek, sınıfın zayıf karnı olan bölünmüşlüğünün ve sıkışmışlığının karşısına dikilecek gerçek bir hesaplaşmadır. Bu hesaplaşmanın sarı, yandaş, güdümlü sendikacılık anlayışları ile başlayacağı ise açıktır.

Bugünler, ateşten gömleği giyenler için henüz başlangıç, o halde mücadeleye devam!