1 Kasım ve sonrası

Ertuğrul Özkök’ten tutun, TÜSİAD’a ve bilumum sermaye çevrelerine; Ankara katliamı sonrasında Başbakan edasıyla dolaşan Kılıçdaroğlu’ndan, artık sistem içi bir parti özelliği kazanmış olan HDP’ye kadar bütün güçler seçim sonuçlarını kabullendiler.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan seçimin ertesi günü sabah namazını Eyüp Sultan’da kıldı ve Eyüp Sultan türbesini ziyaret etti. Burada “milli iradenin tekrar tecelli etmesi” üzerine içeriğini tahmin edebileceğiniz açıklamalar yaptıktan sonra da Karacaahmet mezarlığına giderek anne ve babasının mezarlarını ziyaret eden Erdoğan böylece son iki günü bayağı “cool takılarak” geçirmiş oldu.

Tescilli bir gericinin bu tür bir ruhani-manevi şov ile kaldığımız yerden devam ediyoruz mesajı vermesi kendi mantığı içerisinde normaldir. Kendi ruh dünyasında içinden neler geçirdiğini bilemeyiz ama duyguların yarısının titreyip öze dönme, kalan yarısının da postu deldirmeden ucuz sıyırmanın verdiği iç rahatlığı tarafından belirlendiğini tahmin edebiliriz.

Eşzamanlı olarak Davutoğlu’nun parlatılması operasyonu bir yandan işliyordu. Sanki bu güne kadar olup bitenlerden başta Erdoğan olmak üzere Ahmet Davutoğlu sorumlu değilmiş gibi, kendilerini demokrasi yanlısı güçler olarak ifade eden tüm çevreler seçim sonuçları ile birlikte ortaya çıkacak tablo ile uyumlu olacaklarının mesajını vermiş oldular.

Seçimlerden bir gün önce gelen tehlikeyi sezip, aslında anlaşabiliriz mesajı veren Ertuğrul Özkök’ten tutun, TÜSİAD’a ve bilumum sermaye çevrelerine; Ankara katliamı sonrasında Başbakan edasıyla dolaşan Kılıçdaroğlu’ndan, artık sistem içi bir parti özelliği kazanmış olan HDP’ye kadar bütün güçler seçim sonuçlarını kabullendiler. Bunlara bilumum anket şirketi yöneticilerini, gazete yazarlarını ve düşünce dünyasından isimleri ekleyebilirsiniz.

Ortada bir tek MHP kaldı. Sistemin en temel aktörlerinden biri olduğu gerçeği çok iyi bir şekilde perdelenen bu özne, AKP’nin tek başına iktidar olmasının temel sebebi olarak lanse edilmeye devam ediliyor. Gerçekten de öyle, MHP her şeye hayır dedi, oy kaybetti ve AKP’nin tek başına iktidar olmasını sağladı. Görünen sonuç bu. Demek ki faşist bir partinin sistemin devamı için illa ki AKP ile koalisyona gitmesi gerekmiyormuş. Oysa ki 7 Haziran seçimlerinin Türkiye solu için anlamı neydi? Faşizmin gelmesini engellemek ve AKP’yi geriletmek için HDP’yi desteklemek. 7 Haziran’da HDP barajı geçti, AKP tek başına iktidar olamadı. AKP kendini dayattı, seçimleri tekrar ettirdi ve 1 Kasım seçimleri ile birlikte barajı yüzde 20, yüzde 17, yüzde 13 olduğu gibi yüzde 10 ile de geçebileceğiniz ortaya çıktı. Ancak bu durumda MHP’nin de oy kaybetmesi ile birlikte AKP yine tek başına iktidar olmayı başardı. Devlet Bahçeli’nin halkın beyaz Toroslar ile korkutularak oyların AKP’de toplandığını ve ortada yeni bir sosyolojik olgu olduğunu dile getirdiği bir ülkede AKP’nin seçimlerle geriletilmesi bahsini yeniden değerlendirmekte fayda bulunuyor.

Bir tarafta bunlar var. Diğer tarafta ise altını çizmemiz gereken bazı başlıklar belirmiştir.

Davutoğlu balkon konuşmasında, ülkenin şu anki gömleğinin dar geldiğini ve bunun değiştirilmesi gerektiğini ifade etti. Buradan hareketle, reformlara ağırlık vereceklerinin mesajını vermiş oldu. Ancak ifade edilmese de bazı başlıklarını reformlarla mı yoksa önemli ölçüde köklü değişikliklerle mi ilerleyeceği konusunda burjuva aktörlerinden hiçbiri doğal olarak net bir şekilde konuşmayacaktır. Ancak bizim görebildiğimiz kadarıyla sermaye sınıfı, emperyalizm ve AKP iktidarı üçgeninde bazı başlıklar temel olarak gündemde kalacak ve bunlar öyle kolay reformların konusu değil köklü hamlelerin gündemi olacaktır.

Bu başlıkların Kürt sorununun çözümü, Türkiye’nin dış politikasının (özellikle Ortadoğu kısmının) yeniden yapılanması, başkanlık gündemi ve yeni Anayasa etrafında döneceği oldukça açıktır.

Gerek AKP’nin, gerekse sistem içindeki tüm öznelerin şu ana kadar yapılan bütün özelleştirmelerin geri alınması, İncirlik üssünün kapatılması, Türkiye-AB ilişkilerinin askıya alınması, son yıllarda eğitim alanında yapılan dönüşümlerin tersine çevrilmesi olmayacaksa, -ki şimdiden kesin olmayacağını öngörüyoruz- yukarıda bahsettiğimiz başlıklara odaklanan siyasi süreçler hayata geçecektir.

7 Haziran seçimlerinin öncesinden başlayarak günümüze kadar yaşanan zaman diliminde ön plana çıkan durumun sermaye sınıfı, AKP iktidarı ve emperyalizmin arasındaki mutabakat arayışı olduğunu bugüne kadar birden fazla kere görmüştük. Önümüzdeki sürecin bu arayışın kendini daha fazla hissettireceği ve İkinci Cumhuriyet’in yerleşme dinamiklerinin kendini daha fazla ortaya koyacağı bir dönem olarak tanımlanması yerinde olacaktır.

Ancak ne olursa olsun, AKP’ye göre 2011’de başlayan ama yarım kalan projelerin tamamlanması denilen süreç emperyalizmin başta bölge olmak üzere Türkiye perspektifinden, Türkiye sermaye sınıfının sömürü tercihlerinden, gericilikten ve kapitalizmin bu topraklarda kendisini bir kere daha tahkim etme arayışında ayrı düşünülmemeli.

Eğer ayrı düşünmeyeceksek mücadele hattımızı da burada şekillendirmek yerinde olacaktır. Sosyalizm mücadelesi bugün Türkiye’de başta umudun adresi olarak, devamında ise örgütlülüğün zemini şeklinde kendini yeniden yapılandırmak durumundadır.

Bu noktada bir bakışın ise yeniden kuruluş açısından yeterli olamayacağını ele almamız gerekiyor. Dün Birgün gazetesinde solun ve sağın tabanlarının birbirinden ayrıştığına dair bir değerlendirme vardı. HDP’nin içerisindeki sağcıların AKP’ye gitmesinden, liberallerin tekrar AKP’ye yamanmaya başlamasından hareketle ve önümüzdeki dönem faşizm geleceği iddia edildiği için birleşik mücadelenin ön plana çıkartılması gerektiği ekseninde yer alan bu değerlendirmenin eksikli olduğunu ifade etmek lazım. Bu bakışın siyaset alanına taşındığında, Kürt hareketinin ulusal mücadele eksenine sonuna kadar bağlı ama muhafazakâr olarak niteleyeceğimiz tabanını veri almamak anlamına gelmesi, MHP’nin verili pozisyonunu açıklamaya yetmemesi, CHP’nin bugün sistemin en güçlü sigortalarından biri olarak yola devam ederken beklenti duyulmaya çalışılan bir özne olarak görülmesi gibi sonuçlar doğuracağı açıktır.

Evet solun doğru bir zeminde ve doğru bir tarzda birleşmesi, mücadele ortaklığına gitmesi gerekir. Emekçilerin örgütlü cephesi için bugünden çalışılmaya başlanması ya da başlanan faaliyetlerin doğru bir hatta sokulması çok önem taşımaktadır. Bunu başka bir zemine taşımak isteyenler ile kendini zeminler üstü görenlerin de bu süreçte karar vermesi gerekecektir.

AKP’nin yenilmez olmadığını biliyoruz. En yüksek oyu aldıkları zamanlarda Türkiye tarihinin en büyük ayaklanması ile karşı karşıya kaldıklarını hatırlıyoruz. Ancak örgütlü olmayan bir gücün güç olamayacağını da çok iyi bilmekteyiz. Haziran kitlesinin CHP’ciliğe, HDP’ciliğe ya da ikisini birleştirme stratejilerine, AKP’ye karşı demokrasi kavgasına çağırılmasına onay veremeyiz.

O zaman hiç durmadan gereğini yapmaya başlamalıyız.