1 Kasım seçimlerine nasıl yaklaşmalıyız?

Önce filmi biraz geriye saralım. 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan Anayasa referandumu günlerini hatırlarsınız. Sanırım o seçimlerde Fettullah Gülen ölüleri bile mezardan kaldırıp oy kullandırmak gerektiğini zikretmişti. Ölülerin ya da zaten hiç yaşamamış insanların ne kadarının “sivil anayasa” lehinde oy kullandıklarını bilemiyoruz ama çok net bildiğimiz bir şey var, o da adı geçen referandumun içinden... View Article

Önce filmi biraz geriye saralım.

12 Eylül 2010 tarihinde yapılan Anayasa referandumu günlerini hatırlarsınız. Sanırım o seçimlerde Fettullah Gülen ölüleri bile mezardan kaldırıp oy kullandırmak gerektiğini zikretmişti. Ölülerin ya da zaten hiç yaşamamış insanların ne kadarının “sivil anayasa” lehinde oy kullandıklarını bilemiyoruz ama çok net bildiğimiz bir şey var, o da adı geçen referandumun içinden geçtiğimiz günlerin şekillenmesinde önemli bir rolü olduğu.

Ve çok uzatmadan birkaç yorumu ekleyerek devam edelim.

Birincisi, Türkiye solu referandumun hemen sonrasında tarihsel bir fırsatı kaçırmıştır.

İkincisi, referandum sürecinde AKP iktidarının gerek Anayasa’yı geçirmesinde, gerekse 2011 seçimlerine elinin çok güçlü girmesinde payı olan özne Kürt siyasi hareketi olmuştur.

Referandumda alınan boykot tavrı ve sonrasında Türkiye solunun önemli bölmelerinin Kürt hareketine ve CHP’ye yedeklenmesi ile birlikte, içinden geçtiğimiz günlerde özellikle ön plana çıkartmaya çalıştığımız bağımsız hattın şekillenmesi ve toplumsal alanda yüksek tempolu devrimci bir çıkış yapma olanağı gündemden düşmüştür.

Oysa ki, solun liberal tasalluttan kendisini soyutlayabildiği, sol birliğin söylemsel değil toplumsal olabileceği bir dönemde bu sağlanabilirdi. Olmadı…

Haziran direnişine bu şekilde giren bir solun Türkiye’de sermaye iktidarının dengelerini çok daha güçlü sarsması da gündeme gelebilirdi. O da olmadı…

Bu kısımları biliyoruz diyebilirsiniz. O zaman içinde bulunduğumuz düzleme odaklanarak ilerlemekte fayda var.

Sistemin reformlarla ilerleme ya da düzeltilme şansının olmadığı bir evreden geçtiğimiz çok açık. Türkiye gibi bir ülkede istikrarın sağlanmasından tutun, iktidarın meşruiyet kaynaklarının yeniden üretilmesi ve bunun toplumsal dayanaklarının sağlama alınması için her türlü yöntem devreye sokulmuş durumda. Bunu görmeden ilerleme şansımız ne yazık ki yok. Örneğin Türkiye’de seçmenin yaklaşık yüzde altmışı sağ potansiyeli taşımaya devam ediyor ve bir yanından baktığınızda bu güvenceyi sunuyor.

Bu durum işin bir tarafını oluşturuyor. Buna her türden milliyetçi ve liberal eğilimin sistemin garantisi olmaya devam etmesini eklemek ve gelinen noktada Tayyip Erdoğan’da cisimleşen, AKP iktidarında hayat bulan ve devlet katında da karşılıkları oluşan bu siyasetin bir statükoyu temsil ettiğini ifade etmek durumundayız. Buna karşı oluşan hayal dünyasının ise iki yönü bulunuyor. Biri, düzenin yarattığı statükoyla kavga verdiğini zannederek yeniden yapılanma sürecinin parçası olmak. Diğeri ise, geçtiğimiz günlerde Ahmet Cemal’in “demokrasi oyunu” olarak ifade ettiği şekilde, sistemi demokratik yöntemlerle değiştirme palavrasına inanarak (ya da bilinçli bir şekilde parçası olarak) buradan mücadele hattını belirlemek.

Bunlardan uzak durmadığımızda AKP’yi istediğiniz kadar seçimle devirmeye çalışın sonuç almanız mümkün olmayacaktır. Sonuçta bugün bu seçimlerin oluştuğu düzlemin köklerinin 12 Eylül referandumunda olduğunu unutmak zorunda kalacaksınız.

Veya, AKP’nin Bismillah açılımını durdurmaya çalışan CHP’nin geçmişteki çarşaf açılımını görmezden geleceksiniz.

Kavganızın Başkanlık rejimi ile olduğunu bir tarafa yazacak ancak Türkiye’de seçim sürecinde devrimci siyasetin önündeki en önemli engel olan seçim barajına karşı mücadeleyi zaten aşıldı diyerek başka yerlere havale edeceksiniz.

Başka başlıklar da eklenebilir. Ancak tüm bunlarla birlikte Türkiye’de sosyalist siyasetin Haziran direnişi sonrasında alışveriş içerisinde olacağı kesimlerin örgütlenmesi, önümüzdeki 1 Kasım seçimlerine endekslenemeyecek kadar büyük bir çalışma ile gerçekleşecek. Bunun içinse düzenin belirlediği karşıtlık zeminlerinde değil, bizim onu çekeceğimiz mücadele zeminlerinde verilecek bir kavgaya, sabırlı ve kararlı bir siyasi faaliyete ihtiyacımız bulunuyor.

O zaman haydi kavgayı gerçek zemine çekmek yönünde ilk adımları atmaya başlayalım.

Bunun içinde sermaye düzeninin ne olduğu belirsiz parlamentosunda milletvekilliği hayalleri olmasın, burjuva demokrasisi, ülkemizdeki kaotik ortam ve seçimlerin anlam ve önemi arasında kurulan denklemleri bir kenara koyalım ve bu seçimlerde boy göstermeyi sosyalizm mücadelesi namına bir marifet saymayalım. Yeni bir cumhuriyet kavgamızı İkinci Cumhuriyet’in inşasına değil tamamen düzen dışına, seçim denilen oyunun tam tersi bir yere, emekçilerin örgütlenmesine taşıyalım.

Peki ne yapacağız o zaman diye soracak olursanız;

Eğer bu ülkede bir parti amblemi AKP’ninkine benziyor diye seçime giremiyorsa,

Ülkemiz emekçilerine önce devlet baskısı uygulanıyor, ondan sonra oy kullanma hakları ellerinden alınmaya çalışılıyorsa,

İktidar partisi Bismillah siyaseti yapıyorsa,

Sonucunun değişmeyeceği varsayılan bir seçimden herkes umut edilmeye itiliyorsa,

Önce 1 Kasım seçimi denilen müsamereyi reddederek ve protesto ederek ilk adımı atabilirsiniz.

Sonrası zaten gelir.