Erdoğan’sız Erdoğan düzenine ikna olunur mu?

Erdoğan’sız Erdoğan düzenine ikna olunur mu?

20-05-2018 10:00

Geçmişte örneğini bolca gördüğümüz, bugün ise hedefi dar bir alana sıkıştıran çözümlemeler seçimler nezdinde "Gül mü olsun, İnce mi, yoksa Akşener mi?" sorusuna "Erdoğan olmasın da, ne olursa olsun" cevabını vermek zorunda kalıyor.

İLKER DEMİRER

Bir mesafenin sürekli yarısını giderseniz ne olur?

Milattan Önce yaşamış olan Elealı Zenon bu soruyu kendisine sormuş ve bir önceki mesafenin kalanının yarısını gitmek kaydıyla iki nokta arasındaki mesafeyi asla kat edemeyeceğinizi varsaymıştı. Bu durum Zenon’a göre bir “paradoks”, görünüşte doğru ama çelişkili, yaratıyordu.

Tabii günümüzden binlerce yıl önce yaşamış bir filozof bu durumun çözümünü henüz bilmiyordu. Elalı Zenon’un bu paradoksu modern matematiğin yöntemleri ve modern fiziğin kanıtlarıyla çözüldü. Ancak bu paradoksun bir uygulama alanı daha var ki; o alanda ısrarlı bir biçimde uygulanmaya devam ediliyor. Siyaset, Zenon’un ünlü bölünme paradoksunun uygulama sahası haline dönüşmüş durumda.

Özellikle 24 Haziran seçimlerine doğru gidildikçe, binlerce yıl önce yaşamış bu ünlü filozofu anmadan edemiyoruz. Varılmak istenilen hedefe, ister sosyalizm, ister demokratikleşme olsun, bir dizi ara aşamadan geçilerek varılacağına ilişkin inanç gerçekten kendi içinde “benzer” bir paradoksu yaratmış durumda.

“Kötünün iyisi” üzerinden yapılacak her seçimin bizi nehrin kaynağına götüreceğine ilişkin yapılan akıl yürütme ve beslenen umut eninde sonunda tıpkı Zenon’un paradoksuna benzer bir sonuç doğuruyor. Siyasetin “aşamalar paradoksu” ehven-i şer ile birleşince sonsuz sayıda bir aşamayı ve bir türlü varılamayan sonucu doğuruyor.

SONU GELMEYEN EHVEN-İ ŞER POLİTİKASININ ANLAMI

Türkiye açısından değerlendirildiğinde 24 Haziran seçimleri için öne sürülen çözüm önerileri benzer bir sonucu doğruyor. Siyasetin doğası gereği seçim yapma zorunluluğu, akıllara yalnızca sandıkları getirdiği ölçüde, ufku mevcut olanla sınırlı çözümleri önümüze koyuyor. Dolayısıyla bağlamından kopuk tarihsel benzetmeler, ülkelerin siyasal, sosyal ve sınıfsal bileşenleri yok sayılarak yapılan güncel analizler hep aynı soruna ve sonuca varıyor; bitmek tükenmek bilmeyen “ehven-i şer” tercihleri ve bir türlü varılamayan hedefler.

Geçmişte örneğini bolca gördüğümüz, bugün ise hedefi dar bir alana sıkıştıran çözümlemeler seçimler nezdinde “Gül mü olsun, İnce mi, yoksa Akşener mi?” sorusuna “Erdoğan olmasın da, ne olursa olsun” cevabını vermek zorunda kalıyor. Hâlbuki geniş bir açıdan ele alındığında bugünkü siyasal atmosferin başka bir açıdan anlamlandırılması gerekiyor.

Erdoğan’ın başında olduğu dönüşüm, siyasal hırslarına yenik düşmüş bir liderden fazlasını içeriyor. Erdoğan ve AKP, kurduğu düzenle sermayenin uzun yıllardır tercihlerini biriktirdiği gericiliğin ülkemizdeki temsilcisi olarak iktidara geldi. Bugünkü aşamada “başkanlık rejimi” tek başına Erdoğan’ın projesi değil, emperyalizmin istediği dönüşümün ürünüdür. Dolayısıyla yeni bir rejimin sermaye sınıfı açısından yaratacağı “fırsat maliyeti” kaybettireceklerine göre hesaplanacaktır. 16 yıl bu hesabın yapılması için yeterli uzunlukta.

O nedenle 24 Haziran öncesi ortaya çıkan siyasi tablo bugüne kadarki yaşanan dönüşümün onaylanmasıyla yakından ilgilidir. Bu onayın halk nezdindeki reddi ile siyasal olarak ortaya çıkan düzen muhalefetinin ufku arasındaki açı, sandık sonuçlarına indirgenemeyecek kadar büyüktür. Düzenin aktörlerinin bu nedenle 24 Haziran sonrasında “normalleşme” çağrısında birleşmesi bu açının sermaye düzeni lehine kapatılmak istenmesiyle alakalı.

SOLUN STRATEJİSİ: UMUT MU, KABULLENİŞ Mİ?

Böyle bir tabloda solun önemli bir çoğunluğunun “ehven-i şer” siyaseti gereğince kötülerden iyisini beğenme üzerine geliştireceği her türlü strateji esasen kendi güçsüzlüğünün itirafıdır. Bu güçsüzlük tek başına niceliksel olarak değil, aynı zamanda “ben bu düzeni değiştireceğim” çıkış noktasından da kaçmak anlamına geliyor. Örneğin, siyasal İslam’ın kaybetmesini “gene kendi içinden çıkan bir adayla devrildiği” üzerine verilen bir örnek, böyle bir yaklaşımın ürünü. [1] Böyle bir yaklaşımın, Maocu retoriğin “baş çelişki-temel çelişki” yaklaşımından bile daha geri olduğunu ifade etmek gerekiyor.

Üstelik solun düştüğü bu yanılgı tek başına “iddiaların yitimi” anlamına gelmiyor, düpedüz bugün ortaya çıkma potansiyeli taşıyan olanakları da göz ardı ediyor. Seçimler sonrası oluşacak siyasal atmosferde, düzen muhalefetinin sol bahçesi haline gelen yaklaşımların, kendini İnce, Akşener, Demirtaş üçlüsünden ayırma şansı yok. Bu durum yeni bir kabullenişi de beraberinde getirecektir.

DÜZENİN UFKUNU AŞMAK İÇİN…

Tersinden yapılması gereken, solun kendi hedefi ile olan bağları kısaltması ve adlı adınca sosyalizm programını öne çıkartması, bugünkü siyasal atmosferde eşik atlaması için yegâne koşulu sağlamaktadır. AKP’nin kurduğu düzenle de verilecek mücadelenin bu zeminden yükseldiği ölçüde başarıya ulaşma şansı var.

Aksi durumda ısrar edenler ise 24 Haziran sonrasında Erdoğansız bir Türkiye’de dahi yenilgiye uğrayacaklar. Kendi sözü, programı, gücü ve hedefi olmayanın oluşacak yeni koşullarda hareket etmesi mümkün olmayacak. [2] Dolayısıyla liberal solun “vesayetten kurtuluyoruz” sevinç çığlıkları atarak azalarak yok olduğu hatırlanacak olursa, ehven-i şer politikasının sonucunun da aynı olacağını kestirmek güç olmasa gerek.

Bu cendereden çıkmanın yolu ise Erdoğanlı ya da Erdoğansız bu düzenin reddedilmesinden ve adlı adınca sosyalizm mücadelesini an ve an büyütmekten geçiyor.

Ekmeksiz köfte olmadığı gibi, “emeksiz” de devrim olmuyor!

Notlar

[1] Mustafa Kemal Erdemol’un Birgün’de çıkan yazısında Malezya örneğini vererek siyasal İslam’ın yenilme stratejisini tartışmaya açması bu durumun en net ve açık örneklerinden biridir. Erdemol’un bu yazısı Gül’ün adaylıktan vazgeçmesi ve muhalefetin adaylarının belirlenmesinden sonra yazıldığı için Erdemol’un Gül çözümüne işaret etmediğini biliyoruz. Lakin bu yazının seçimler öncesinde yazılmış olması, “ikinci turda kim çıkarsa çıksın destek” tezinin işlenmesiyle alakalı.
[2] Bu duruma örnek olarak, solda sevilen bir stratejinin tarihsel deneyimlerine bakmaları yeterli. Faşizme karşı mücadelede “birleşik cepheler” üzerinden gidenlerin neden Batı Avrupa’da yenilgiye uğradığı, Doğu Avrupa’da ise “zafere” ulaştığına baksınlar. Arkasında sadece “reel politik” değil, uzun yılların bir siyasi anlayışını görecekler. “İttifak” meselesi güç ve program olmaksızın tabi olmak dışında bir sonuç yaratmadı ve yaratmayacak.


PUSULA |  İKİNCİ “YETMEZ AMA EVET” RUHU DOLAŞIYOR

2018 model “Yetmez ama Evet”çilik huzurlarınızda

Yetmez ama Evet ruhu yeniden: Düzeni rayına oturtmak